Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '09

 
Kategori
İnançlar
 

Kader 4. bölüm

İşte bu yüzden doğanın enerjisi (ruhu) bizimkinden elbette çok daha güçlü ve çok daha büyüktür. Onun için büyük enerjiye sahip olan varlıkların doğal hayat içerisinde oluşturacakları dönüşüm ve değişiklikleri büyük olacağından, doğal hayat içinde oluşturacakları dönüşüm ve değişiklikler de büyük olacaktır.

Büyük dönüşüm ve değişiklikleri sağlayan enerji akımları kendi değişimlerinden önce oluşmuş olan enerji akımlarının da dönüştürülüp değiştirilmesini sağlarlar.

Oluşan bu enerji akımlarındaki değişikliklerden doğal olarak insanda nasiplenecektir. Çünkü o, sosyal bir varlıktır. Bu hayat içerisinde insan olarak yaşamak isteyen her kesin de zaten sosyal olmak mecburiyeti vardır. Aksi takdirde yaşadığı hayat kabusa döner. Yada en azından zehir zemberek bir hayatı yaşamış olur.

Allah, ister evren olsun. İster doğa, isterse de doğal hayattaki her hangi bir varlık olsun. Hepsine birden ilahi kader hükmüne uygun varlığın temel oluşumunu, oluşum sonrası doğal hayatın sürekliliğine ait yaşayıp var olmalarına yönelik her türlü oluşumlarının oluşmasını sağlayıcı, onlarla kendi arasındaki “ol” emrine uygun oluşup, gelişip, bozulmalarını sağlayıcı hepsine birden ortak özellikleri oluşturucu yada en alt seviyede de olsa yaşamlarını sürdürmeleri için hepsine birden ortak özellikleri yapıp yerine getirmelerini sağlayıcı; şuur - ilahi bilgi bankası - ortak akıl - doğal akıl – yada ortak yaşama bilinci de denilebilen bir ortak yeti vermiştir.

Bunun dışında insanoğluna; doğanın ve doğada oluşturduğu tüm varlıkların hiç birisinin zarar vermeden ahenkli bir hayatı nashına uygun yaşamalarını, diğer varlıklardan kendi adına hükmedilip yararlanmalarını sağlamak için diğer varlıklara verdiği ortak şuurun yanı sıra bir de insanoğluna akıl ve irade vermiştir.

Bunlara bağlı olarak da okuyup ilim öğrenmelerini, öğrendikleri ile doğru düşünüp akletmelerini, aklettikleri ile de doğru bir şekilde kararlı irade kullanmalarını nasihat etmiştir.

Kul tarafından hiçbir tereddüte yer bırakılmadan yapılan işlerin tamamlanmasının da ilahi takdir hükmünce kendisine havale edilmesini tavsiye etmiştir.

İnsanlar önce şuurları ile sonra akıl ve iradeleri ile diğer tüm varlıklar da kendilerine verilen ortak şuurları ile Allah’ın ezeldeki ilahi takdiri hükmünce kendilerine verdiği bütün oluşumları itirazsız yapıp etmekle yükümlüdürler. Yükümlü olduklarından dolayı hepsi de istekleri dışında da olsa, kendilerine öngörülen hayatın şartlarını yerine getirmeleri için kendilerine verilen ortak şuurla yaşarlarken aynı zamanda da ilahî kaderin yerine gelmesindeki mecburiyetlerini de mutlak yerine getirirler.

O sebeple kula verilmiş olan cüzi akıl, kendi gücü oranında elde edebileceği cüzi ilimle ancak kendi çapında ulaşabileceği küllî akıl ve ilimden yararlanabilir. Çünkü kul aklının gücü ancak o kadarını elde etmeye yeter. Onun için o da elde edebildiği akıl ölçüsündeki bilgi ile yetinir.

Çünkü ilmin aslı O’ndadır. O, ne kadarına izin verirse kul aklı ancak o kadarını alıp elde etmeye güç yetirir. O da gücünün sonuna kadar çalışıp çabalamasıyla olur.

Çünkü kul, kendi cüzi aklıyla oluşturabildiği bilgiler ışığında, kazanıp elde ettiği cüzi akıl marifetine bağlı oluşturup geliştireceği önsezi, duygu ve hisleri yardımıyla oluşturacağı bir hayatı yaşar. Yaşarken de kul, yine kazınıp elde ettiği akıl derecesine bağlı ilmiyle oluşturacağı bir hayat hikayesini yaşar. Kendi oluşturduğu hayat hikayesini yaşarken kul, kendi oluşturduğu bu hayat hikayesi içerisinde cereyan eden tüm olaylardan da aklî ferasetiyle ders çıkarıp tedbir alarak kendi kaderini oluşturup yaşamaya çalışır.

Bu genel ve temel bilgilerden sonra, başlangıçtaki başa geri dönerek konumuza devam etmek istiyorum.

İnsanoğlu akıl baliğ oluncaya kadar kaderlerindeki oluşum hükmü, Allah’ın ezelde takdir edip hükmettiği ilahi kader hükmüne bağlı olduğundan, kaderleri o çerçevede oluşturulur. Çünkü o aşamadaki her kul, daha çocuktur. Çocuklar ise daha o aşamada doğal akıl denilen şuurları ile yaşadıklarından kaderlerine ait her türlü oluşum, önce ana, babasına veya velisine, daha sonra da yaratılışına (fıtratına) bağlı olarak da Allah’a, aittir.

Bu nedenle (İlahi kader hükmünce) çocuklar, aklı olmayanlar veya aklını kullanmasını bilmeyenler şuurları ile rast gele yaşarlar. Onun için şuurlu yaşamda ne akıl, ne irade, ne de (Daha henüz öğrenme aşamasında olduklarından dolayı) düşünüp muhakeme etme vardır. (Akıl baliğ olmuş olan insanlar hariç) Şuurla yaşayanlar, Allah’ın yada başka insanların emirlerini itirazsız yerine getirirler. Onlar tıpkı rüzgarda savrulan kuru bir yaprak gibidirler. Onun için onlar, yönlendirenlerin istedikleri her yöne savrulurlar. O nedenle de şuurlu yaşamda, tedbir olmaz. Tedbir alıp tevekkül ederek takdiri Allah’a bırakmak için sabır içinde sebat göstererek yaşamak sadece akıllı yaşamda mevcuttur. O da ancak, akıllı insanın okuyup ilim öğrenmesiyle olur.

Ancak çocukluk aşamasındaki bir kul, akıl baliğ oluncaya kadar kaderinin oluşumunda sadece yaratılıştaki fıtri özellik payı kadar söz sahibi olabilir. Çocukluktan akıl baliğ olma aşamasındaki geçiş süresi içindeki kulların kaderine asıl yön verip etki edenler; anası, babası, çevresi ve zaman içinde alacağı eğitimleri verenlerin yanı sıra bir de kulun yaratılıştan gelen huy, mizaç, karakter, gibi diğer vs. özellikleri de kaderinin oluşmasında etkili olabilir.

Tüm bu genel çerçevedeki anlatımlardan sonra kader; “Allah bizlerin hayatta neler yapacağımızı önceden bildiği için kaderimizi o yönde ona göre önceden yazmıştır.” Demek, bana göre yanlış olur.

Çünkü Allah ile kul arasında yapılan bir (fitri) yaratılış (kulluk) sözleşmesi (Bu sözleşmede Allah kuluna, (yeryüzünü insanca yaşanır bir mekan haline getirmen için) seni yeryüzü denilen bir mekanda yaşatırken deneyip, sınamak için yaratıyorum.) mevcuttur. O nedenle de bu sözleşme kayıtlarında her kulun kendi aklî iradesiyle oluşturup yaşayacağı bir hayat hikayesi, o hikayenin içinde de belki de binlerce yaşanacak serüvenlerin olduğunu, bu hikayeler içindeki tüm hayat serüvenlerini öyle yada böyle ilahi kader hükmünce kul yaşar.

Ancak kul, yaşarken kendi cüzi akıl ve özgür iradesiyle oluşturacağı her hayat hikayesini ilahi kader hükmüne uygun, kendi akli yetenekleri ölçüsünde oluşturup adapte ederek yaşayacağı kaderini kul, diğer sebepleri de göz önüne alarak öyle yada böyle, hayır yada şer istikametindeki bir hayatı kendisi oluşturup geliştirerek yaşar. Çünkü Allah, vaadinde durur. Sözünü de er yada geç mutlaka yerine getirir.

Onu için Allah, hiçbir kuluna, kulun kendisi (azıp) istemedikçe, (Bazı ilahi sebepler hariç) kötü kader yazmaz. Azgın kuluna da hiçbir zaman merhamette bulunmaz. Bu nedenle kul, akıl ve iradesini yanlış yönde kullanıp hata yaptığında da, zaten ona, kötü kader yazılmış olur.

Böyle oluşan bir kader, kulun kendi muhakeme hatasından kaynaklanan aklî kusuru ile oluşmuş olur ki, o zamanda her iki dünyada da aklını yanlış yönde kullanıp hata yapmaktan dolayı kul, yaptığı kusurların cezasını bu dünyada çeker. Hem de ahirette verilen aklı yeterli derecede kullanamamaktan dolayı oluşan sorumluluktan da kurtulamaz. Oluşan sorumluluktan dolayı yapıp işlediği hata yada kusurun da elbette sonucuna katlanmak zorundadır.

Çünkü şuur (Şuur; varlığın benliğine, dünyada yaşarken üzerine düşen tüm ilahi görevlerini bil hakkıyla yapması için, ilah tarafından verilmiş bir yetidir.) görevdir. Dolayısıyla şuurla verilen tüm görevlerin varlıklar tarafından kesin yapılması gerekir. O nedenle şuurla yapılan görevlerdeki tedbirsizlik itaattendir. Çünkü tedbiri, emri veren alır. Sonucunu O, düşünür. Aynı zamanda da şuurdan dolayı oluşan kaderlerin oluşum sebebi ilahi kader hükmünden olduğu için varlıkların sorumluluğu yoktur. Çünkü O’nun yapıp edeceklerinden doğacak sorumluluğun sonuç sebep ilişkisi sonuçta Allah’a aittir.

Sevgi ve saygılarımla arz ederim.

Cahit KARAÇ

 
Toplam blog
: 322
: 1004
Kayıt tarihi
: 08.03.08
 
 

1953 Elbistan doğumluyum. Lise mezunuyum. Kamuda çalışıyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. Ken..