Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '14

 
Kategori
Felsefe
 

Kader Tasavvuru

Bilindiği üzere bütün kutsal dinlerde vardır kadere iman. Lakin bu düşünce etrafında yapılmış tartışmalar da o kadar çoktur ki. Her bir tartışma kendi bünyesinde bir takım soru işaretleri bırakmıştır.

Kader bazen inanmakla değil tutkuyla karşımıza çıkar. Buna da kadercilik deriz. Aslına bakarsanız kaderciliğin arka planında umutsuzluk ya da bir takım egolar yatar. Kaderi tartışan İslam düşünürleri dahi kaderciliğe karşı bir tezi kabul ettirebilmiş değildir. En bariz örneğini batıda görürüz bunun. Doğarken dahi günahkar kabul edilip Hz Adem'in yasak meyveyi yemesinin devamı olarak kabul edilir doğan her çocuk. Bu anlayış sadece batıda böyle değildir. Farklı şekillerde geleneklerin ve kültürlerin harmanlaşmasıyla İslam dininin kaynaklarına kadar geçmiştir bu anlayışa benzer anlayışlar. Ki gündelik hayatımızda bunu görüyoruz. Hani açık bir örnek ile ifade edersek; "Bir yüzüne tokadı yiyip öbür yüzünü dönmek" diyoruz. Bu hiç de azımsanacak düzeyde değil. Halen daha kader tartışması içine mevcut başarısızlık tablosunu koyabiliyoruz. Etrafımızda gözlem yaptığımız takdirde görülen o ki bu hiç de azımsanacak düzeyde değil.

***
İnsanın elindekilerle yetinmesi mutlu olması açısından takdir edersinizki iyi bir davranış örneğidir. Bu davranışı her insanın alışkanlık haline getirebilmesini söyler uzmanlar. Fakat elindekilerle yetinmeyen hali hazırdakilerle mutlu olmayanlar için durum ne şekildedir diye soracak olursanız; elbette bir hırs profili çıkar ortaya. Zaman zaman bu hırs bilenmiş zaman zaman da keskin sirke şekline bürünmüştür. Bu noktada karşıdakini suçlar kişi. Veya yaşadığı olayın sebebine bağlar mutlu olamayışının nedenini. Her türlü yapılan mübahtır bu yolda anlayışı ise işe başka bir boyut kazandırır. Şimdilerde "topu taça atma" tabiri kullanılır. Sorulduğu takdirde ne için diye başka başka bahaneler ile top taça çıkar.

Ve mevcut tablo karşısında ise yine "kader" sözleri ve nihayetinde bu düşüncenin temelinde yatan kader tasavvuru çıkar ortaya. Hemen hemen hepimiz bu sorunla karşı karşıya kalmışızdır. Dinlediğim bir konferansta ilginç bir söz söylüyordu yazar: "Şeytan en eski kadercidir". Peki neye dayandırıyordu bu tezini? İşte ispatı! Bir ayette şeytan 'Beni yoldan sen saptırdın' diyor ve ben de 'kullarının doğru yolunun üzerine oturacağım' diyordu. İblis adını umutsuzluğundan dolayı alan şeytan bu ayette görüldüğü gibi Hz Adem'e secde etmemesinin sebebini ve sonucunu böyle aktarıyordu. Konferansta Hz Adem'in tevbe ederek yasak meyve yemesinden sonra bağışlandığını belirten yazar ayetlerle açıklama yapıyordu:"Allah Adem'in tövbesini affetti. Adem bir takım kelimeler aldıktan sonra tövbesini Allah affetti" gibi kelimelerle ve ayetlerle açıklama yapıyordu. Bu noktada yapılan hatadan sonra ısrar etmemenin veya gurura kapılamadan mevcut tabloda yer almanın fotoğrafı ortaya çıkıyor. Elbette alınacak çok ibret veren olaylar vardır. Kutsal kitapların tümünden alınacak dersler vardır. Bizim de kitabımız olan Kur'an bu noktada bizi aydınlatıyor dahası kader düşüncesine karşı sınırları çiziyor.

***
Gündelik hayatımızda yaşadığımız olumsuzluklar, sıkıntılar ve acılar hep bir amaç uğrunadır. Bu amacın gölgesinde insan kim bilir neleri düşünür, neleri hayal eder? Ama hepsinde ortak bir yön vardır. O da, insanın daimi mutluluğu için çabasının karşılıksız kalmayacağıdır.
Yaşadığımız olaylara karşı verdiğimiz refleks gün gelir bizi üzeceği gibi gün gelir memnun da eder. Bu şüphesiz bireyin kendisine bağlıdır. Olayların içinde kendisine karşı durduğu nokta ile birey yaşadıklarını yorumlar. Öyle ise yorumlanan her şey kişiliğinin ve alışkanlıklarının bir parçası olacaktır. Nice zamanlardan geçti insan. Üzüntüyü, sevinci, acıyı, mutluluğu hep bir arada yaşadı. Öyleyse yaşadıklarımıza verdiğimiz anlam baki olsun. Yeter ki fani hayat için değil, kalıcı güzel zamanlar uğruna olsun.

 
Toplam blog
: 10
: 248
Kayıt tarihi
: 15.07.14
 
 

Gazeteci ..