Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '12

 
Kategori
Deneme
 

Kader üstüne

Kader üstüne
 

benden


Kuran: Bakara – 7:

" Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır"

Nisa -143 "Arada bocalayıp dururlar. Ne şunlardan yanadırlar ne bunlardan yana. Allah'ın şaşırttığına sen asla yol sağlayamazsın"

Belki de Ömer Hayyam bu ayetleri okuduktan sonra görüntüdeki manaya kanıp şu dizeleri yazmıştır:

Tanrı bizi çamurdan yarattığı zaman
Bu dünyayı gönlünce düzenleyendi
Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat?
Biliyordu işimiz dünyada ne olacak

Sonra da şöyle devam etmiştir;

Öldürmek de, yaşatmak da senin işin
Bu dünyayı gönlünce düzenleyen sensin
Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat?
Beni böyle yaratan sen değil misin?

Eğer bu ayetlerdeki ifadeleri Kuran’ın bütünsel kavramından sıyırıp sadece kendi içeriklerinden görünür olabilen manalar ile anlayacak olursak, bizim de Ömer Hayyam gibi aynı mantık yoluna sapmaktan başka görüşümüz kalmaz.

Evet, kalpleri, kulakları mühürlü olanlar vardır ve bu mühürleri vuran da Kuran’a göre Tanrı’dır;  başka bir deyişle her şeyin kendisi olan evrensel iradeyi oluşturan Tanrı’nın temel varoluş yasalarıdır. Ancak, bu mühürleri Tanrı her birimiz için tek tek kazıyıp hazırlamaz. Yani Tanrı kişiye özel, doğumundan hemen önce insan ayrımcı bir iradeyle kimsenin kaderini belirlemez. Tanrısal kader insana sadece ilk yaratımı sırasında cinsiyet özelliğinde doğrudan ayrımcı davranmıştır; bir erkek ve bir dişi; Adem ile Havva… Daha sonra kimin kadın kimin erkek doğacağına ilişkin Allah (varoluş bilgisi) ayrı ayrı seçmeli kaderler belirlemez. Adem ile Havva'nın çocukları artık canlının üreme yasası içine kodlanmış olan genetik eşleşmenin OLASI sonuçlarına göre erkek ya da dişi cinsiyetiyle doğacaktır. Hiç kimse Tanrı’nın kendisini şehzade veya çoban yapacağı hükmüyle doğmaz. Ne Adem padişahtır, ne Havva sultandır; ne zengin ne fakirdirler; ne efendi ne köledirler… İnsanın kaderi evrensel (Tanrısal) varoluş yasalarının zorunlu sınırları içinde aklını iyiye ve kötüye kullanabilme iradesinin seçim ve yapım sonuçlarından başka bir şey değildir…

“İnsanın iradesi ve akıl melekesi Tanrı tarafından düzenlendiğine göre insanın kendi iradesi ve aklıyla yaptıklarından Tanrı sorumludur” demek de inancın eğer akılsız saflığı değilse, tam bir kendini aldatmasıdır. Eğer kendini değil de başkasını aldatmacaysa, o zaman bu iş günah işlemeyi (kötü olmayı) Allah adıyla aklama kurnazlığı olacaktır.

İnsanın aklı ve onu kullanma iradesi (Allah’ın) evrensel varoluş bilgisinin bir nimetidir. İnsan, bu nimeti kullanabilme ayrıcalığına sahip olmuş belki de tüm evrenin tek canlısıdır. Özgür iradesiyle aklını kullanma sonuçlarından dolayı Tanrı’yı sorumlu tutan insanoğlu bu nimetin özgünlüğündeki hikmetin yüceltici sırrını kavrayamadığından dolayı gönül ve akıl duyularını kendi elleriyle mühürlemiş olur da, bunu bile Tanrı’nın kendisi için düzenlemiş olduğu kaderinden sayar.

Ayrıca Kuran’da (20/110, 6/73, 2/33 ayetlerinde ) "Allah olmuşu da, olacağı da bilir" şeklinde bir açıklama vardır.

Zaten Allah’ın olmuş ve olabilecek her şeyi bilmesine inanmak Allah’a imanın bir gereğidir. Ancak buradan yola çıkarak Allah’ın her kişiye özel bir oluş düzenlediği ve bunun Allah’ın bizi ödüllendirmesi veya cezalandırması keyfiyetine göre değişebileceği doğrusuna varamayız. Allah’ın bilindiği kadarıyla en büyük eseri olan evrende biz insanlara mahsus olan keyfilik ve rastgelelik yoktur.

Kendisini uçurumdan aşağı bırakan kişi Allah’ın en sevgili kulu olsa bile uçamayacak, yer çekimine kapılıp dibe çakılacaktır. Çünkü yaratılıştaki varoluş yasaları kıyamete kadar etkin olacak biçimde evrensel yapı dokusuyla ilişkilendirilmiştir. Bu yasalar kimsenin hatırı için değişemeyecek kadar temel varoluş ilkeleridir. Uçurumdan atlayan veya düşen insanın ölmesini ya da sağ kalmasını da o kişiye özel bir kader göremem. Bu sadece o kişiyi de kapsayan genel bir varoluş kaderidir. Yani, aynı an ve mekan koşulları içinde aynı fiziksel özellikleriyle aynı biçimde düşen veya atlayan bir başkası da aynı kadere teslim olmuş olacaktı.

Allah olmuşu ve olabilecekleri bilse de dileklerimi gerçekleştirmesi için benim sunduğum ibadet ve duaların hatırına olmuşu ve olabileceği değiştirmek üzere varoluş yasalarını hiçe sayma pahasına benim nefsimi tatmin için eyleme geçecek değildir; çünkü bu her şeyden önce insanın aklını açma, geliştirme ve kullanma özgürlüğünü (iradesini) kapatır ki, artık o noktada bir insandan söz edilemez. Hiç kimsenin tanrısı aldığı duaların karşılığını hazırlop kulunun önüne sermez; temel varoluş yasalarına aykırı düşmeyen dilekler için sadece varoluş kaderinin içindeki fırsat bilgilerini sunmuştur ki, onları görüp akıl yoluyla çözümleyip faydalanmaksa insanın kendisi için yapabileceği bir kaderdir.

İnsanın kendi özeli için değiştiremeyeceği evrensel (Tanrısal) kader başlangıçtan herkese aynı etkinlikte olduğundan dolayı bu kader kimsenin kendine has yapılmış sayılamaz. Aslında varsayılan bireysel kaderimiz de sadece genel bir varoluş yasasının varlık ve yokluk türetme gerçekliğinden ibarettir. Ölüm gerçeği herkese en adil olan değiştirilemez kaderimizdir. Bence, doğum gerçeği de başlangıçta insan için eşitlikçi (adil) bir kader oluşturmaktaydı. Bugün hayata doğmak herkes için adil bir kader getirmiyorsa bunun sorumlusu evrensel (tanrısal) kader değildir. İnsanın insanlık tarihi içinde aklının yoluyla kendisi için yapmaya başladığı kaderin geleneksel hâlleri ve evrimsel türevleri olarak bugün insanlar daha doğar doğmaz farklı (özelleşmiş) kaderler içinde yaşamaya başlarlar ki, bunlar her ne kadar (tanrısal kader) varoluş yasalarının sınırları içinde oluşsalar da insan yapımı (seçimi) kaderlerdir.

İnsan insana benzer görünse de her insanın genetik kodlaması farklıdır. Genetik evrim yasası şimdilik insanın kaderi gibi görünse de bu farklılık bence doğumundan önce insana özel yazılmış bir kaderin sonucu değildir; çünkü diğer canlılarda da aynı genetik farklılaşma özelliği görülmektedir. İnsana özel tek kader görebildiğim kadarıyla akıl yürütme özgürlüğü; bilgiyi sorgulama ve öğrenme yeteneğidir…

Sırf dua yoluyla gerçekleşmeyen dileklerim belki de evrensel (tanrısal) kaderin adaletindendir. “Kaderin evrensel adaleti emeksiz gerçekleşmeyen dualarımdır” dersem belki daha iyi anlaşılır olabilirim. Evrensel kader adildir, çünkü canlı ve cansız her varlık ve yokluğu ilk varoluş başlangıcına kaydettiği temel yasalarla bağlamıştır... İnsan bu temel varoluş yasalarının kendisini veya bu koşulların türev bilgilerini kullanarak kendine doğuştan sunulmuş olan genetik kaderini bile onarabilir ve hatta büyük ölçüde değiştirebilir. İşte o zaman genetik evrimin getirdiği kalıtımsal özellikleri seçebilme özgürlüğü de insanın yaptığı kaderler arasına girecektir. Bunu şimdilik sadece insan varlığı yapabilir.

Uçurumdan atlamak bir kader değil seçimdir; uçurumdan düşmekse her ne kadar bir seçim değil de kaza olsa bile gene kader değildir. Yani Allah o kişinin doğuşunda onu uçurumdan düşürecek özel bir kader saptamış değildir. O kişinin uçurum tepelerinde dolaşması veya uçurumlara tırmanması ya doğrudan kendi seçimidir, ya da aile ve çevresel yaşam ortamının akışına kapılmasıyla kendiliğinden böyle bir seçim oluşmuştur.

Ölüm gerçeğini bir yana bırakırsam, insan için aklını kullanabilme iradesi dışında bir kader tanımam. İnsanın tek kaderi aklını geliştirebilme ve kullanabilmedeki özgür iradesidir. Bazı insanların aklını kullanabilme iradesinden fiziki özürlü olarak mahrum doğması veya sonradan mahrum kalmasını da Allah’ın onlara lâyık gördüğü kader olarak tanımlamam. Bu sadece her varoluşun mükemmel bir evrimsel sonuç olarak ortaya çıkmayacağının öğretisidir. Eğer varoluş hepten kusursuz olabilseydi ben asıl o kusursuzluğu mutlak kaderim sayardım. Çünkü kusursuz bir varoluş süreci, insanın aklını kullanıp kendi kaderini belirleyebilme özgürlüğünü de anlamsız kılardı. (Allah’ın), evrensel varoluş yasaları kusurlu oluşumlara da neden olabilecek bir eytişim içinde devinebilmektedir. Ancak bu kusurun neye ve kime rastlayacağı kanımca önceden kişiye özel belirlenmiş bir Allah seçimi değildir. Yaratılışın özüne zerk edilmiş varoluş yasalarının maddi eytişimleri sonucu ortaya çıkabilen olası kusurlu oluşlardan biridir; ve insan bu kusurlu varoluşun nedenlerini öğrenip engelleyebilme yetisine sahiptir. İşte bu yüzden özellikle aile geçmişinde kusurlu doğmuş bireylerin bilgisine sahip insanların kesinlikle akraba evliliği yapmaması önerilir. Bu yüzden AIDS hastası bir anne doğuracağı çocuğun da AIDS olacağını bilir; ve olması engellenebilen bir şeye nasıl “kader” diyebiliriz. Artık insan istediği sayıda çocuk yapmayı herkes için uygulanabilir kolaylıkta öğrenmişken, bakamayacağı kadar çocuk sahibi olmasına “kaderim böyleymiş” diyebilir mi? Delikanlı gibi çıkıp, “kaderimi böyle yazdım” demelidir.

Gene de insan hiçbir zaman kaderinin tümünü ve hatta çoğunu bile tek başına kendinde var olan aklın yoluyla belirleyebilir değildir. Her zaman yaratılışın her şey ve herkes için geçerli olan temel varlık ve yokluk yasalarının zorunlu sınırları içinde kalacağı gibi, kendine yapabileceği seçimli kaderin niteliği de kendi soy geçmişinin yaratımı olan insanlık değerleri ve dolaylı dolaysız ilişkili olduğu insanların bilerek veya bilmeyerek yapmış ve yapmakta oldukları kaderlerle eytişiminin sonucuna bağlıdır. Her şeye rağmen insan varlığı, evrensel (tanrısal) kaderin bilgilerini çözümleyebilir olan akıl gücünü kullanırken maddi ve manevi alanda yüceltici bir kader tasarımını gerçekleştirmeyi kendine yaşam amacı yapmakla insanlaşır…

İnsan öğrendikçe mutlak kaderi sandığı şeyler de kaderini yönlendirme ve değiştirmede kullanılabileceği evrensel bilginin unsurlarından olmaktadır. Bunu basitçe anlayabilmek için bir bilgisayar oyunu üzerinden düşünmek yararlı olabilir. Bilgisayar belleğinde kayıtlı oyunun kuralları oyunu tasarlayan tarafından konulmuştur ve ilk başlama hamlesi (evrenin başlangıç hâli) dışında her hamleden sonra oyuncuya birden fazla seçim hakkı tanınmıştır. Elbette ki her seçimimizden sonra oyunun önceden belirlenmiş olan kurallarına uygunluk ilkesiyle oyunun mantığı bize bir karşılık verir ve yeni seçenekler sunar. Oyunu tasarlayan, biz daha oyunu başlatmadan yapabileceğimiz hamle seçimlerimizin ve elde edebileceğimiz sonuçların hepsini bilir. İlgili ayetteki "Allah olmuşu da, olacağı da bilir" ifadesiyle anlatılmak istenen de sanırım budur. Oyun aynı oyundur; ancak aynı oyunu oynayan herkes aynı anda aynı sonuçları elde edemez. Burada durup da oyunculardan birinin oyunu kazanmasını oyun yazılımının ona sunduğu bir kader olarak mı görmeliyiz, yoksa oyuncunun oyundaki deneyimsel öğrenimleriyle elde ettiği bilgiyi akıl yoluyla kullanma becerisinin bir sonucu olarak mı değerlendirmeliyiz?
***
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk "Kurandaki İslam" adlı kitabında genel “kader” anlayışının sözlük manasından farklı olduğunu belirtir. Arapça’dan gelen "Kader" sözcüğü çok bilinen "değiştirilemez yazgı" manasına gelmezmiş; aksine  “yasa, düzen, sistem anası” anlamlarını taşırmış. Düşünüyorum da bu kavramlar ancak özgür aklı ve özgür eylemi kendine özne yapabilir. Özgür değilsem eğer, yasanın, düzenin ve sistematiğin varlığı anlamsızlaşır; yokluğa asılı kalır; öznesiz kalır. Yani özgür değilsem yaptıklarımdan Tanrı’yı sorumlu tutabilirim; böyle olunca da kaderin yasası, düzeni ve sistematiği beni kendinden sorumlu bir özne değil, Tanrısal kaderin bir nesnesi yapar ki, diğer canlı varlıklardan bir farkım kalmaz. Ancak ben özgürlüğün insan varoluşunun en temel özelliği olduğuna inanırım. Adem ile Havva’nın cennetten kovulduğu inancı bana göre bir efsanedir. Çünkü dünya zaten bir cennettir… Hani bulabildik mi koca evrende dünyanın bir eşini? Eğer Tanrı inancı kişiyi yaşadığı dünyanın kendine (insana) özel bir ödül gibi tasarlanmış cennet bir mekân olduğuna götüremiyorsa, çok açıktır ki kişinin Tanrı’ya imanı zayıftır. Bence, Adem ile Havva özgürlüğü seçti. Tanrı Adem ile Havva’yı azat ederek dünyaya yerleştirmiştir.

Bana kalırsa Tanrı, insanı sınamaktan çok kendi yalnızlığını gidermek üzere, bir bakıma kendine yardımcı olsun diye insanı bir kendin bilir canlı olarak tasarlamıştır. Bence bir Tanrı bir de insandır "kendin bilir" olabilen. Bu yüzden de iyi ve kötüyü insanın özgür iradesinin hükmüne bırakmıştır. Kader sadece iyinin ve kötünün varoluş düzeneğidir. Bu düzeneğin bilgisini çözümleyebilme yeteneği olan insan, bu bilgiyi kullanan aklıyla kendi iyi ve kötü seçeneğine göre kaderini de yönlendirebilir. Deprem olur, binalar yıkılır, insanlar ölür. Bu bir kaderdi; ta ki insan depremin bilgisini kısmen çözümledi ve onun yıkıcı etkisine dayanabilen binalar yapmanın bilgisini öğrendi ki, deprem yıkıntısı kader olmaktan çıktı; insani bir kusur oldu. Depremin oluşu evrensel (tanrısal) bir kader olmaya devam edecek olsa da, deprem yüzünden maldan ve candan olmayı insan mutlak kaderi olmaktan çıkarabilir olmuştur. Mutlak kaderin sonuçlarını bile insanın kendi lehine değiştirebileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir bu deprem bilgisi…

“Roma Hukuku” özgür olmadıkları için kölelere seçme hakkı vermez; buna karşın kölelerin suç sayılan eylemlerinden sahipleri sorumlu tutulur. Ancak insan Tanrı kulu sayılsa da Tanrı’nın kölesi değildir; çünkü insanın günah işleme özgürlüğü vardır ve bunun cezasını da cehennemde Tanrısı değil kendisi çekecek denmektedir.

İnsanın kader sandığı sadece bilemediklerinden ve bilip de denetimine alamadıklarından ibarettir. Yakında doğumsal nitelikler bile insanın kaderi olmaktan çıkmak üzeredir. Çünkü insan genleri bildi ve genleri düzenleyebilmeye başladı bile….

Nedensellik, Determinizm ve Tesadüfilik

Nedensellik yasası: Her olayın bir nedeni olduğunu dile getiren yasadır. Nedenle sonuç arasındaki etkileşim bağlantısının zorunluluğunu dile getirir.

Belirlenimcilik (Determinizm/Gerekircilik) ilkesi/yasası: Evrende bütün olup biten her şeyin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini kabul eder. Gerek doğa olaylarının gerekse insana ait olgular için, "Her şey kendinden önce oluşan başka olay ve olgular tarafından hazırlanmıştır" diyerek varoluşu bir nedensellik ağından ibaret sayar. “Ne ekersen onu biçersin” özdeyişi asla tek kişilik bir nedensellik ağına takılı değildir. İnsanın ektiğini ve bazan da ekmediğini biçmesi tüm insanlık tarihini ören nedensellik ağıyla açıklanabilir ki, bu ağın merkez düğümünden ilerisinin çoğunu insan "ağ ipliği" bilgisini geleneksel vaya yaratıcı akıl iğnesine geçirerek kendi seçimleriyle örmüştür. Tabi ki buna nedensellik ağının evrensel varoluş yasalarıyla maddeleştiği eklenince, “belirlenimcilik” benim de benimseyebileceğim bir temel varoluş ilkesi (kaderi) olabilmektedir. Belirlenimcilik, evrenin ve insanın şimdiki durumunun gelecekteki hâl ve gidişatın bilinmesini sağlayıcı bilgiyi içerdiğini varsayar. Determinizm (belirlenimcilik) terimi ilk kez Kant tarafından kullanılmıştır. Laplace 1812 de "Olasılıkların çözümsel kuramı" adlı eserinde bu varsayımı benimsemiş ve bu felsefi yaklaşımla evrenin ideal bilgisine ulaşılabileceğini öngörmüştür)
**
Hayatta en büyük olaylar, bir sürü iyi düzenlenen küçük tesadüflerden doğar.     Henry Fielding
Tesadüf, inançsızların kadere taktığı isimdir.  Andre Suares
Falanın ya da filanın evladı olarak dünyaya gelmek, bir tesadüfün eserinden başka bir şey değildir.  G.B.Shaw
Kaçınılmaz olarak insan ve tesadüfen Fransız’ım. Montesquieu.
(Kim bilir, belki de ben tesadüfen insanımdır… Eğer Tanrı, “Adem ile Havva’yı ben ayrıcalıklı bir özenle ayrıca yaratmadım; onlar benim evrensel düzeni oluşturacak biçimde etkinleştirdiğim yaratılış bilgimden türeyen birer mucizedir” derse, her hangi bir şey değil de insan oluşum, varoluş bilgisinin sonsuzluğa uzanan çeşitleme olasılıkları içinde kalan bir rastlantı sayılabilir)

Ve can alıcı noktayı koyar Sokrates, “Kâinatta, tesadüfe tesadüf etmek imkânsızdır”

Evrensel (tanrısal) kaderimiz olan varoluş yasalarının bilgisini akıl yürütmeyle çözümleyip kullanarak insanlığımızı yücelten bir kader tasarımında becerikli olduğumuz söylenemez. Bu yüzden, yaptığımız işlerin çoğu kendi seçimli eserimiz olmaktan çok, belirlenimcilik ilkesinin doğal (yani akıl ile yönlendirilmemiş geleneksel) sonuçlarıdır ki, iyi bulduğumuz sonuçları bazılarımız kendi iradesinin eseri olarak yuttururken, kötü sonuçları hemen herkes kaderinden sayar. Oysa insan, nedenleri ve sonuçları belirleyici doğal varoluş bilgisini aklının emeğiyle çözümleyip işleyerek insanlık geleceğini onurlandıracak bir nedensellik ağını (kaderi) tasarlayabilen bilince varmış olmalıdır…

Muharrem Soyek
***

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..