Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '07

 
Kategori
Felsefe
 

Kader üzerine

Kader üzerine
 

Uzanıp giden düz bir çizgi mi kader ya da yazgı dedikleri; döngüsel bir daire mi yoksa?

Bence iç içe geçmiş daireciklerden oluşuyor insanoğlunun garip yazgısı; tıpkı bir su birikintisine atılan minik bir çakılın birbirini kuşatan halkaları gibi. Sonsuza kadar büyüyecekmiş gibi görünüyor ilk bakışta bu dairevî yayılış; oysa suyun sınırları, onun da sınırlarını belirliyor.

Garip duygular içindeyim yine, çok kere olduğu gibi…

Hissiyatımın arkalarında, derunumda yatan kaynağın fısıldadıklarını aşikâr etmekten korkuyorum.

Farkındayım kader halkamın bir köşesinde mukim bir yer tutmak için karar vermek zorunda olduğumun; ama bu, o kadar zor ki…

Neden ve nasıl geldim buralara? Fark etmemeliydim bütün bunları... Karar vermenin gerekliliğinin şuuruna ermemeliydim. Her şey kendi mecrasında akıp gitmeliydi benden habersiz.

Hiçbir şeyden haberdar olmamalıydım.

Lakin…

Kavramayı istedim kader çarkını; bazen bilerek bazen bilmeden; ama çok kere ne yaptığımı ne dilediğimi bilerek; alt edemediğim tahripkâr bir hırsla, belki de, cahilliğimden, yetersizliğimden, iki adım ötemi görme yeteneğinden yoksun olduğumdan...

Ve yine garip çelişkiler içindeyim…

Bir zamanlar verdiğim bir karar ve o kararın beni ulaştırdığı kaçınılmaz son. Dünkünden çok daha girift bir açmazın içindeyim. Ardı görünmeyen bu kavganın nerelere uzanacağını, ne vakte kadar süreceğini hiç mi hiç kestiremiyorum.

Başıma ne getireceğini hakkıyla kavrayamadan; bilemediğim, çözemediğim bir gelecek için karar vermek durumundayım.

Ya dipsiz bir uçurumun eşiğindeysem gene...

O sinsi gururun dürtmesiyle, kendime güvenmeye ve inanmaya devam ederek, gözü yumuk atlamalı mıyım karanlık dehlizlere?

Bilemiyorum. Karar veremiyorum…

Karar, tam anlamıyla bana aitse eğer, onun getireceği sonuçlara katlanmaya da hazır olmalıyım elbette.

Ama…

Neden tenakuzlar raks ediyor zavallı beynimde?

Karar denilen o hayalî, zihnî veya fiilî yönelim, bir seçim yapmayı gerektiriyor evvela.

Öyle diyorlar.

Fakat ben bir basamak öteye gittiğimde, öncenin sadece aldanış olduğunu defalarca yaşadım. Gerçekte verdiğim ya da vereceğim karar, tercihimin dışında bir şey değil; zira o, sonucu değiştirme babında bir etkiye yahut işleve sahip görünmüyor. Şöyle de seçsem böyle de seçsem iş, olacağına varıyor.

Bundan şüphe etmediğim olmuyor mu bazı demler?

Tabiî ki kuşkunun kıskacına kıstırıldığım anlar yok değil; bazen tercih etme şansımın bile olmadığını, buz gibi bir fatalizmin içine düştüğümü görüyorum gün gibi, hüzünle.

Yaşanan dünyanın ilk perdesinde tecrübe edilen kandırmaca bir tercih hakkının ve çoğumuza karar gibi gelen bu durumun inkârı kabil görünmüyor. Zaten ekserimiz, bu birinci perde yeterli göründüğünden ya da öteler merak edilmediğinden olsa gerek, diğer perdeleri pek seyretmek istemiyor. Bir kısmımızın da başka perdelerin olduğundan bile haberi yok.

Unutmuşlar. Unutturulmuşlar.

Öyle görünüyorlar.

Gönüllerden kan da damlasa tek bir sahne, yeter sebep ve sonuç olarak kabul ediliyor.

Ve bu hâl, ne zevk anlarında da ne de acının iç içe geçtiği zamanlarda bir değişime uğruyor: İtiyadın gücü.

İlk perdenin açılmasıyla benimsenen yüzeysel tercih hakkı, özgürlük olarak algılanıyor: İnkıyadın rahatlığı.

Evet, belki de hep bu perdede takılıp kalmalıydım…

Ne diye dürtükledim? Neden başka sahneleri de görmeyi, yaşamayı denedim? Niçin açmak istedim birer birer bütün sır perdelerini?

Oysa…

İlk perdeye yansıyan hayallerin içinde adam sanırdım kendimi.

Bir adım attım; hiçliğimi fark ettim.

Kabul etmek istemedim.

İsyana yeltendim.

Beceremedim.

Bütün kaleler tutulmuştu çok önceden.

Çaresizliğimi gördüm.

İsyan ettim.

İsyanda itaati buldum.

Anladım sonunda; aslında karar, çoktan verilmişti…

Verilen karar, yaşamak suretiyle hükme bağlanırken dünya sahnesinin bütün perdelerinde; benim ya da diğerlerinin, yanıltıcı da olsa, akıllı sanılan tercihler yapmanın dışında yapabileceği pek de bir şey yoktu.

Çekilmesi mukadder olan ızdırabı en aza indirmenin tek çıkar yolu da bu idi.

İç içe geçmiş olan kader daireleri.

Bir avuç kirli suya düşen çakıl taşının düştüğü noktada verildi kesin karar.

Orada, merkezde senin adına verilen o kararın bütün künhü gizli; O’nun kararı senin tercihin; göreceli bir duruş; bir dış daire çizgisinde yapılan tercih, içe göre karar mesabesinde hep.

Kararlar ve tercihler…

Her bir daire, gerçekliğin, var oluşun ve hakikatin bir başka veçhesi.

Seyreyle…

Ne de çok daire var, peşi sıra açılan, üst üste yığılan perdeler…

Süleyman Dönmez

 
Toplam blog
: 51
: 885
Kayıt tarihi
: 27.02.07
 
 

Ben kimim? Kafa kağıdımdaki beyana göre 1969 tarihinde Burdur - Gölhisar'da, doğumuma şahit ala..