Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '09

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Kaderimiz hücrelerimizde yazılan hikayelerimizde mi?

Kaderimiz hücrelerimizde yazılan hikayelerimizde mi?
 

Bioenerji ve Reiki Üstadı Moshe Abudaram ile farklı bir röportajı paylaşmak istiyorum.
Yine farklı konuları farklı bakış açıları ile ele almak üzere...

*

Zeynep Kocasinan: Hocam bir röportaj daha yapmak üzere zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Sizin tecrübe ve değerlendirmelerinizden ben hep çok faydalandım. Bu röportaj ile deneyimlerinizi ve düşüncelerinizi biraz daha paylaşmaya aracı olabilmeyi diliyorum.

Moshe Abudaram: Tek başına bir kelime var: Niyet.

Her şey niyet işe başlıyor Zeynep. Sağlam bir niyet her zaman sağlam bir başlangıç noktasıdır. Bir giysi koleksiyonundan neden bazıları sizi çekiyor? Sizi ne çekiyor?

Dualarda da öyle. Dua ettiğimde niyetim duada değilse, o dua ne kadar yerine ulaşıyor? … Ve bir yandan da niyetimiz ile istediğimiz şey, o yer ve zamana uygun ise oluyor. … Neden o seçtiğimiz resmi, bluzu veya kitabı alıyoruz? Bizi ne çekiyor? Oradaki enerji bizi çağırıyor – bağlanıyor.

İsteklerimizden bahsediyorum. Sınırlı olarak istiyoruz; özgürce değil. Mesela meslek seçimi – bildiğimiz şeylerin arasından istiyoruz. Bildiğimiz, müsaade ettiğimiz dünya kısıtlı ise, yaşamda kısıtlı kalıyor. Biz yaşamda sınırların içinde kısılıp kalıyoruz.

Ve büyüdükçe hayal dünyamız giderek kısılıyor. Beş yaşında neler istedim?

Her çocuğun hayali var. Kendi kendisiyle konuşuyor. Bunu anne baba duyarsa korkar bazen . “Odama kocaman pembe, ya da mavi bir ayı geldi, konuştum, ” diyebilir mesela çocuk. Anne sorsun: “O ne dedi? Sen ne dedin?” Bunu olumlu bir şey olarak karşılamak lazım. O zaman yaşamdaki hikâyeler büyüyünce de devam eder. Geniş düşünce dünyası olan, farklı yönleri görebilen yetenekli insanlar çıkar. Anne “Sus, yok öyle şeyler, ” derse, çocuk korku ile kendisini iptal eder. Bu anne babasında hissederek yaşamayı öğrendiği korku.

ZK: Ana baba olarak sözlerin etkisinin tam farkında olmak ne kadar mümkün? Korkulardan bahsediyorsunuz. Bu oldukça derin bir konu.

MA: Söz dedin; sözün etkisine bakalım. Emoto’nun çalışması muhteşem. Aynı kaynaktan alınan suya “aptal” diyorum ve “teşekkür ediyorum” diyorum. Mikroskop altında su birincisinde bulanık bir form alıyor. Teşekkür kelimesi ile mükemmel kristal oluşturuyor. Su sözü anlıyor, niyeti anlıyor, ve buna bir reaksiyon veriyor – olumlu veya olumsuz. Masaru Emoto’nu bu çalışması ile ilgili kitapları var. Net olarak izah ediyor. Peki, bizim vücudumuzun %60-70’i su. Bize ne oluyor o zaman?

Motivasyonu yükselten ve düşüren ne? “Bak komşunun çocuğu ne güzel başarıyor” veya “Senden adam olmaz” denildiğinde neler oluyor?

Örneğin sömester karneleri neyi anlatıyor? Çocuk öğretmeni mutlu etmek için uğraşıyor. “İsterse elinden daha da iyisi gelebilir, ” diyor öğretmen. “İsterse başarılı olabilir, ” diyor. Bu söz motivasyon yaratmıyor. Çocuk “yaptığımın sonucu buysa denemeyeyim” diye düşünüyor.

Daha kelimesi bir yerde takıyor insanı. Hepimiz yarışa çıktığımızda bir terslik oluyor. Hepimizin ayrı bir kaabiliyeti var esasında. Aynı şey olamayız. Çocuğumuzun 1. olmasını istiyoruz. Sınıf 40 kişi. Kaç kişi birinci olabilir? Çocuk dersten not olarak 8 alıyor ve anne babaya 8 yetmiyor. 10 olmazsa yetmiyor. Oysa başarıyı ne ölçüyor? Belki başka konuda başarılıyız, veya belki çekindim derste soramadım, ve anlamadığım konular oldu. Bu nedenle başaramadım.

Kendi motivasyonumu yitirmişim, beklentiler büyük, hayal et…

ZK: Bu anlattıklarınız okul yıllarımı düşündürdü. Bana “Ders çalış, şu notu al bu notu al” diye bir ailem olmadı. Hatta daha çok “Bu kadar çalışmana gerek yok, ” dediklerini hatırlıyorum. Ama ben de danışanlarım ile çalışmalarımda ve koçluk çalışmalarımda ailenin baskısı altında olan çocuklar görüyorum. Bazen de kendi öğrencilik yıllarımda yaşadığım gibi çocuğun ailesinden kaynaklanmayan, belki çevreden, basından gözlemleyerek kendi kendine oluşturduğu baskılar var.

MA: Gel bir örneğe bakalım. Bir ailenin 2 çocuğu var. Biri okulda başarılı ve imtihanda en iyi okula girdi. Diğeri giremedi. O sınavı geçemedi diye olumsuz mu oldu? Yaramaz demek işe yaramaz demek oluyor. Bir çocuğa afacan demek başka bir şey.

2 çocuktan bahsediyorduk. Biri başarılı, diğeri sınavı geçemedi. Biri övülüyor, diğeri ne oluyor?

Bir yandan anne diplomayı göstermek istiyor. Komşulara, teyzelere göstermek istiyor. Sınavı geçemeyenden bahsederken “Tabii o da iyi ama....” diye konuşmalar yapışıyor.

Sonra bakıyorsun diploma almayan hayatta daha başarılı oluyor.

Başarı karnede hep 10 aldı mı demek?

Ezberleyen başarılı, ezberleyemeyen başarısız mı demek?

Kalıba giren, annesinin babasının sözünden çıkmayan başarılı mı demek?

Kalıplardan çıkmak isteyen yaramaz ve başarısız mı oluyor?

Çocuk odasını düzeltmedi diye ne kıyametler kopuyor ailelerde. Komşu ne diyecek? Sanki komşunun çocuğu gerçekten toplu. “Hadi odanı topla”. “İstemiyorum.” “Topla, bak yoksa…” İki tarafı da mutlu etmeyecek ve sonuç getirmeyecek diyaloglar bunlar.

Kaygı varsa, senin kaygın var mıydı bilmiyorum, ama bir kıyaslama söz konusudur. Ya ailenin ya da çevrenin.

ZK: Sanırım başarıdan keyif alma noktası daha fazla iyi benim yaşadıklarımda. Yani beni engelleyen kaygılarım olmadı. Belki yordu. Ailem de kaygı doğuracak şeyler yapmadılar galiba.

MA: “Koşma düşersin” diyoruz ve nasıl da yaratıyoruz düşüncelerimiz ile. Ve gerçekten düşer o çocuk. Neden yaratıyorsun bu düşünceyi? Yüzüstü bam diye düşer gerçekten. Nasıl bir şey oluyor bu? Düşünceler ile neler yaratıyoruz? Yaşamın her alanında?



Kuantum fiziği ve deneyleri hakkında birçok kitap yazıldı. Bunlar enteresan.

Ben de bir deneyi paylaşmak istiyorum. Bir deney için bir insanı aldılar. Ve ağzından, balgamdan beyaz hücre aldılar ve tüp içinde monitör sistemine bağladılar. Ve adamı da başka bir yere aldılar ve onu da monitör sistemine bağladılar. Korku filmi seyrettirdiler. Adamın o filmi seyrederken yaşadığı heyecan monitörde kendini belirle şekilde gösteriyor. Ayrı bir mekânda olan hücreye bakıldığında, aynı frekanslar hücrenin bağlı olduğu monitörlerde de görünüyor – hem de korku filmine seçilen insanın verdiği reaksiyonlar ile tam eş zamanlı olarak. Yani hücre fiziken ayrılmış olsa da bedenin yaşadıklarını hissetmeye devam ediyor. Biliyor.

ZK: Bruce Lipton’un çalışmalarına gitti aklım. Hücrenin hafızası ve zekâsı ile ilgili.

MA: Evet herkesin okumasını öneririm. Yaşama bakış açımız her yönden genişliyor ve değişiyor.

Ve bazen korkular öbür hayatlarımızdan gelir. Aklıma bir kadın geliyor. Boğazına kadar teni pembe renkte, boğazdan yukarı bembeyaz.

Bu anlatacağım olayda yaptığım şeye hipnoz demek istemiyorum. Hipnoz değil yaptığım. Nasıl diyelim buna? Seans, bir nevi farklı bir meditasyon ile yapılan bir enerji çalışması diyelim. Hipnozda kişiyi bitince uyandırmak gerekiyor, bunda uyandırmak gerekmiyor.

Ve bu kadını geriye aldım. Neden bu hale geldiğini – 4-5 yaşına aldım hatırladığım kadarı ile. Ve enteresan bu kadın - tesadüf dediğimiz şey – radyoda bir programa konuk olarak çıkmıştı. Programı dinlerken hanımın sesi bana çok tuhaf geldi, frekansında beni çok rahatsız eden bir şey vardı. Programı dinlemeye devam ettim. Sanki ciyak ciyak bağırıyordu. Sonuna kadar dinledim. Yaptığı şeyleri anlatıyordu, oldukça da bilgili ve tecrübeli bir hanımdı ama sesinde büyük bir terslik vardı. Programın sonunda hanımın telefon numarasını verdiler, yazdım.

Ve ertesi gün telefon ile aradım, “Sizi görmek isterim, ” dedim. Neden aradım bilmiyorum. Ancak hanımı görünce anladım. Kafası, yüzü ile bedeni arasında çok biraz renk farkını gördüm. Sanki baş kesilmiş ve başka bir baş takılmıştı.

Bir çalışma yaptık, meditasyonla başladık ve 4-5 yaşlarına götürdüm. Sordum “Sıkıntın var mı?” “Aile bireylerinden biriyle? Annenle? Seviliyor musun, sevilmiyor musun?” Problem kaynağı annesi görünüyordu.

O zaman o hanımı meditasyonda kendi annesinin yerine koydum. Onu annesi olarak annesinin 5 yaşına götürdüm. Orada annenin kendi annesi, yani hanımın anneannesi ile, problemi olduğunu gördüm. Bu defa o hanıma anneannesinin kılıfını giydirdim. Anneannesi 5 yaşında.

“Anneannen 5 yaşında” dediğim anda hanım bağırmaya başladı. “Evde dedemleyim, yalnızım” diye anneannesi olarak anlatmaya başladı. Anneannenin 5 yaşındayken kendi dedesi ile olduğu noktadan bahsediyoruz. “Dedemleyim. Dedem beni ağzım ile istemediğim şeyleri yapmaya zorluyor. Ne yapacağımı bilemiyorum…” Derin bir travma yaşanmış, ve çocuk olayı yaşayan bedenin baş kısmı ile bağlantısını koparıyor. O anda hemen bu yıllar önce yaşanmış olay ile ilgili formu değiştirmeye başladım.

Çalışmayı yaptığım hanımın gözleri yaş doldu. Boyunda kesilen pembe renk yavaş yavaş kafasına, yüzüne yansımaya başladı. Bembeyaz olan yüz ve kafa rengi kısa zamanda normale döndü. Anlatmak kolay, izah etmek biraz daha zor. O zamanki travma bugüne kadar nasıl geliyor?

O kadının çalışmasında hücrelerde taşınan travmayı çözdük. Anneanneden anneye, oradan kendisine. Bu nasıl taşındı bu üç nesil arasında? Enteresan değil mi?

Hücre ile insanın enerji alanları arasında bağ var. Anne ve çocuk arasında bağ var. O anneanne büyüdü ve çocuk doğurdu. O çocuk çocuk doğurdu. Torun ve anneanne aynı bedenin parçası. Önce yumurta vardı. Tek hücre vardı. Sonra anne karnında tek hücre bölünmeye başlıyor ve insan oluşuyor.

ZK: Oldukça kuvvetli bir örnek oldu bu. …

MA: Devam edelim. Her hücre neye bölüneceğini nasıl biliyor? Her hücrenin kendi bilgisi var. Biri karaciğer oluyor, diğeri akciğer veya mide. Vücut çok iyi bir eczacı, çok iyi bir doktor. Yediğimiz gıda ile berbat oluyoruz. Endüstriyel gıda diyoruz, rafta durması için hazırlanmış gıda. Evde yaptığımız mayonezi iki gün bıraksam yenmez. Markette rafta nasıl dayanıyor? Üreyen bakteriyi öldürüyor olmalı. Tabii herkesin evde mayonez yapacak vakti yok.

Bir örnek daha geldi aklıma. Bunu da paylaşmak istiyorum. Anne baba çocuk odasına dev peluş oyuncak alır koyarlar. Bunun öyle ters etkileri olabiliyor ki.

ZK: Bildiğimiz kumaş, hayvan şeklindeki oyuncaklardan bahsediyorsunuz değil mi? Çocuk olarak hepimizin böyle oyuncakları oluyor.

MA: Büyük olanlarından bahsediyorum. Bir çocuğa göre büyük olanlarından. Bir defasında 25-26 yaşlarında bir kız annesi ile bana geldi. Kızın korkuları var. Göz doktoru olmuş ama korkularından bir türlü kurtulamamış, ve yaşamını belli ki çok aksatıyor. Ve bana bile annesi getirdi, çalıştım. Geriye doğru problemin kaynağını araştırmak üzere bakmaya başladım. 3, 5 - 4 yaşlarında takıldı. Bunlar olurken annesi odada yanımızda oturuyor. Kız annesinin varlığı ile çalışmada güvende hissediyor.

Sordum “Ne oluyor 4 yaşında?”

Cevap vermeye başladı: “Odamdayım. Duvarda duvar boyunda dev bir kedi resmi var. Korkudan ölüyorum.” Kız bunları söylerken annesi sapsarı oldu. Kız devam etti “Ağzı o kadar büyük ki sanki beni yutacak.”

Kırmızı şapkalı kız hikâyesini hatırlar mısın Zeynep?

Biraz çalışmadan sonra o kalıbı değiştirdik, o görüntüyü ve korkulacak bir şey olmadığını fark ettirdik. Geçmişin izlerinden arındırdık. Yatarken bembeyaz olan yüze renk geldi. Cildin rengi sıkıntılar hakkında çok şey söylüyor.

Anne kediyi büyük olarak sevmişti. Ama çocuk aylarca, senelerce o kedi ile yaşadı, korkuyu içinde tuttu!

ZK: Çocuk zihni ile algılarımızın bizi nerelere taşındığını kestirmek mümkün mü diye düşünmeden edemiyorum siz anlattıkça. Sözün gücünün her an farkında olmak kolay değil.

MA: Sözün gücü kadar, neye kulak verdiğimiz de önemli. Neleri duymayı seçiyoruz? Her şey bir. Tüm bilgi her zaman her yer de var. Duyabilmek için duymayı istemek gerekiyor. Seçmek gerekiyor. Yani dünyada müzik kanalları yüzlerce. Örneğin İstanbul’da 100.6 radyo frekansında pop müzik çıkıyor, 88.2’de başka bir şey. Tüm bilgi var, her zaman, ve var olandan biz seçiyoruz.

Olaylara farklı açıdan, kuantum fiziği açısından bakmak da mümkün.

Newton fiziği gördüğümüz şeyler için doğru.

Ama ya fotonlar? Foton bakanın niyetine göre yapı değişikliği gösteriyor, dalga oluyor. Fotona bakanın niyetine göre aynı fotona bakan başkalarının gördükleri de değişiyor.

Niyetin gücü harekete nasıl geçiyor?

ZK: Konular konuştukça yenilerini getiriyor. Yerimiz daraldığı için iz sürmeye ileride devam etmek arzusu ile, son bir söz ile noktalamak için ne söylersiniz?

MA: Diyelim bakkala, markete gittim ve poğaça yapmak için un aldım. Koydum mutfağa, sonra aradan zaman geçti bir baktım ki yanında karıncalar. Tesadüf. … Çiftçi buğdayı ekti, biçti. Satıldı. Bakkala, markete kadar geldi. O un neler geçirdi?

Benim poğaça yapmak isteğim nereden geldi?

Benim o isteğim karıncanın açlığından olabilir mi?

Yaşamdaki tesadüfler halkalar değildir. Biz birbirini takip eden bir zincirin halkaları gibi görüyor olabiliriz. Ama bir dokuma kumaş gibi farklı yönlerde çift yönlü ipler, örgüler var. Tek yönlü değil. Sen sık sık Fethiye’ye gidiyorsun. Belki seni her gidişinde seni uçak götürüyor, ama esasında birçok farklı örgüler getiriyor. Farklı yönlere birçok halka.

ZK: Tekrar çok teşekkür ediyorum zaman ayırdığınız için.

MA: Sana da kolaylıklar dilerim. Niyetinin gücünün hep farkında ol.

 
Toplam blog
: 132
: 1125
Kayıt tarihi
: 04.11.07
 
 

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ni birincilikle bitirdi. Amerika Birleşik Devletleri'nde Cornell Üniv..