Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '09

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Kadıköy'ün köşkleri yıkılırken

Kadıköy'ün köşkleri yıkılırken
 

Düşsel bir Kadıköy sokağı.


Biz, Ziverbey'de otururken çevremizdeki binalar dört beş katlıydı. Bir gün caddenin karşısına bir bina yapılmaya başlandı. Bir zaman sonra o bina bitti ve dokuz on katlı bir apartman oldu. Hepimiz bu devasa binaya şaşırmıştık. O zaman bize gökdelen gibi gelmişti o bina. O apartmanda oturanlardan biri de tiyatro sanatçısı Levent Kırca idi.

Ziveybey'den bugün de geçenler bahçe içinde beyaz bir köşk görürler. Şimdi geniş bahçesinde dört bloktan oluşan dev binalar var. Fakat, biz Ziveybey'de otururken bu beyaz köşkün çevresi yüksek duvarlarla çevrilmişti. Ara sıra bu bahçe içindeki köşke girip çıkanları görürdük. Fakat, Bülent Ecevit başbakan olduğunda bu köşke gelip giden yakışıklı bir gazetecinin İsmail Cem olduğunu öğrendik. Ziverbey'deki bu beyaz köşk bir zamanların TRT Genel Müdürü olan İsmail Cem'in hanımının anne ve babasına aitmiş. İsmail Cem, TRT Genel Müdürü olarak ünlenince onu daha bir görür olmuştuk o köşkte.

Yadırganacak bir şey yok. Bir zamanlar Ziverbey, Göztepe ve Erenköy köşkleriyle ünlüymüş. Çetin Altan'ın dededen kalma bir köşkünün Göztepe'de olduğunu ve bu köşkü bir zaman sonra müteahhite verdiğini biliyoruz. Zaten, bütün köşklerin başına gelen de buydu. Güzel bir apartman dairesinde, kaloriferle ısınmak o zamanlar büyük özentiydi.

Şimdi, Göztepe'de ve minibüs caddesinin üzerinde, Göztepe benzincisinin karşısında bulunan Fahrettin Kerim Gökay köşkü o zamanların Göztepe köşkleri hakkında bize bilgi vermektedir. Ziverbey'de bulunan beyaz köşk ise arkasındaki devasa blogların gölgesinde kalmış olmakla birlikte, yine de o zamanın Ziverbey köşkleri hakkında bize bilgi verir. Ziverbey'de bulunan ve bugün Müjdat Gezen vakfının sanat eğitim merkesi olarak kullanılan bina da aslında ahşap bir köşktü. II. derece tarihi eser sayılan bu bina yeniden yapıldığında aslına uygun restore edilmek zorunda olduğundan ancak bugünkü durumuyla yapılabildi. Şekil olarak belki o yılların Ziverbey köşklerine örnek olmaktadır fakat dış cephe kaplaması ile klâsik köşklerden oldukça uzaklaşmıştır.

Kadıköy köşkleri içinde bir de Troçki'nin İstanbul'a kaçtığında oturduğu köşk vardır ki Şifa Çıkmazı'ndaydı. Bütün köşklerin başına gelen yıkım faciası ne yazık ki bu köşkün de başına gelmiş ve tarihi bir şahsiyetin kaldığı ve belki de önemli hatırası olacağı bu köşk yıkılmış yerine apartman yapılmıştır.

Minibüs yolundan Kadıköy'e doğru inerken SSK Hastanesinin bahçesinde yola çok yakın konumda bir su terazisi görülür. Bu su terazisi aslında V. Sultan Murat'ın şehzadeliği sırasında yazlarını geçirdiği geniş arazide kurulu V. Sultan Murat Köşkü'ne su sağlayan su terazisidir.

Kadıköy'ün özellikle Ziverbey, Göztepe ve Erenköy köşkleri önemlidir ve içlerinde önemli şahsiyetleri barındırmıştır. Zaman içinde bu köşkler müteahhitlere verilmiş ve yerlerine dört beş katlı, geniş salonlu, büyük pencereli apartmanlar yapılmıştır. Fakat, İstanbul'un gelişen nüfusuna yetmeyen bu apartmanlar da zamanla yeniden müteahhite verilmiş ve yerlerine onbeş yirmi katlı apartmanlar yapılmıştır. 1950'lilere kadar Kadıköy'ün köşklerinin büyük bir kısmı ayakta kalmayı başarmıştır. Fakat, 1950'den sonra büyük kentlere başlayan göç genelde İstanbul'un ama bir ilçe olarak da Kadıköy'ün nüfusunu arttırmaya başlamıştır. Bir de dönemin inşaat çalışmaları ve müteahhit kültürü bir köstepek gibi bütün köşklere girmiş ve onlara cazip paralar teklif ederek sahiplerinin elinden almıştır. Bildiğimiz bir şey varsa bu köşklerde ömürlerinin büyük kısmını geçiren kişiler, köşkün yerine yapılan apartmanlardaki yeni komşularıyla uyumsuzluğa düşüp zamanla İstanbul'u terk etmek zorunda kalmışlar ve onların yerine Anadolu'dan göç etmek zorunda kalan yeni insanlar gelmeye başlamıştır. Özellikle Menderes dönemi olarak adlandırlan dönemde İstanbul'a göç etmeye özendirilen Anadolu insanları ellerindeki paraları ticarete yapırmaya başladıklarında zengin ama kent görgüsünden uzak insanlar olarak Kadıköy'ü doldurmaya başlamışlardır. Daha sonra gelen kuşaklar ise onlardan önce gelen hemşehrilerinin sayesinde çeşitli apartmanlarda kapıcılık görevi yapmaya başlamışlardır.

Köşkler yıkılırken ve yerlerine apartmanlar yapılırken, aslında değişen yıkılanın yalnızca köşler olmadığını uzun zaman geçmeden herkes anlayacaktı. Bu köşklerde yaşayan insanların hemen hepsi devletin üst düzey görevlileriydi. Bir kısmı tanınmış edebiyatçı, ressam ya da sanatın diğer dallarında ürün veren kişilerdi. Geleneksel bir aile kültürünü özümsemişler, İstanbul'un yaşam tarzını ise kendilerine ilke edinmişlerdi. Bir İstanbul beyfendisi, İstanbul hanımefendisi gibi giyinip, gezer, davranırlardı. Köşkünden çıkan bir kimse komşusunu gördüğünde kibarca durur ve eğer sabah ise "Sabah şerifler hayırlı olsun efendim" der ve karşılığında "Sizlerinde efendim"i aldıktan sonra yolluna devam ederdi.

İşte bu köşklerin yıkılıp yerlerine apartman yapılmasından sonra her daireye değişik bölgelerden insanlar gelmeye başladı. Hiç kimsenin hiç kimseye saygısının olmadığı apartman daireleri doldurdu her yanı. Bu apartman dailerinde oturan insanlar Menderes döneminden bu yana neredeyse 60 yıl geçmesine rağmen hâlâ kentlileşemediler. Bunu çok değişik davranışlardan anladığımız gibi özellikle araba park kavgalarından daha da iyi anlıyoruz. Düşünün, gecenin bir saatine apartman girişindeki park yerine bir başka araba park edip de o apartmanın park girişini engellediyse yandınız! O apartmanda oturan araç sahibi gecenin kaçı olmuş, çevrede uyuyan bebek ya da hasta var mı diye düşünmeden saatlerce arabasının kornasını çalıp park girişini tıkıyan araç sahibini arıyor. Bırakın çevredeki insanların rahatsız olmasını, çevredeki köpeklar bile bu durumdan rahatsız olup havlamaya başlıyorlar. Sıkıysa o kornayı çalan komşunuza bir şey deyin. Vallahi cinayet çıkar. Çünkü, köşklerin yıkılmasıyla birlikte biz komşuluğumuzu da yıktık.

Menderes döneminde başlayan ve sonraki bütün sağcı-kapitalist partilerin desteklemesiyle yalnız paraya tapan insanlar insanı sevme özelliklerini yitirdiler. İşte görüyorsunuz, kızına tecavüz babaları, töre diye gencecik kızlarını öldüren aileler, sokak ortasında insanları öldürenler... Sabahın köründe yolcu almak için evinden çıkan bir kişiyi dakikalarca korna çalarak bekleyen minibüs sürücüleri.

İstanbul'un Kadıköy'ü bütün zamanlarda sayfiye yeriydi. Elit insanların oturduğu bir semtti. Zaman herşeyi değiştiriyor. Hiçbirimiz bu değişime dur diyemeyiz. Ancak, kent yaşamı bir kent kültürünü gerektirir. Kent kültürüne sahip olmak da kitap okumakla olmaz, kentte yaşamakla olur. Büyük kentlere göçün özendirildiği ve kültürsüz, eğitimsiz zenginlerin müteahhit olarak çalışmaya başladığı yıllarda Kadıköy çok kötü bir değişime uğradı. Zamanla bu müteahhitlerin apartman dairelerini alan yine kültürsüz ve eğitimsiz tüccarlar oldu. Apartman dairelerine inek bile besleyen nice insan gördük yakın tarihimizde. Apartman komşusunu balkonunda beslediği inek kadar sevmeyen komşular... Büyük bir değişim yaşanmaya başlandı. Bırakın kitabı, bir gazetenin girmediği evlerle doldu çevremiz. Bu bir tusunamiydi. Yıllardır Anadolu'nun en ucra köşelerine çekilmiş insanlar büyük bir hızla büyük kentlere ama özellikle İstanbul'a akmaya başladı. Bu dalga büyük bir hızla gelirken tıpkı tusunami gibi önüne ne geldiyse yıkıp geçti. Yıkılan yerlere yeni bir şeyler kondu sanıldı ama herkes yanılıyordu. İstanbul ve Kadıköy büyük bir değişim gösteriyordu. Bu değişim olumsuzluğa doğru idi. Şimdi bir çok "entel" yazar çizer takımı "Anadolu insanı küçümseniyor" diye akılları sıra kendi duygularını bastırarak doğruyu yazanlara, söyleyenlere kızıyor. Oysa, kızılacak bir şey yok. Anadolu'nun köyünden, mezrasında gelen insanlar İstanbul'un ve Kadıköy'ün yaşam tarzına dünde alışamamışlardı bugün de alışmış gözükmemektedirler. Şimdi yaşları ellinin üzerinde olanlar bir düşünsünler bakalım eskiden çevreleri böyle miydi?

Köşklerden başladık söze. O köşklerin yerinde şimdi kavak yelleri esiyor. O köşklerde oturan kentliler de yok artık. İstanbul ve tabi ki Kadıköy büyük bir Anadolu kasabası görünümünde yaşantısını sürdürüyor. Bu kent kültürünün çökmesi Türkiye'de bir türlü varolamayan burjuva sınıfının doğmasını da engellemiştir. Burjuva sınıfının olmadığı yerde proletarya varlığını ortaya koymamıştır. Burjuva kültürünün olmadığı yerde ise aşiret kültürü yerleşmiştir. Bu nedenle 1950'li yıllardan sonra devlet aşiret gibi yönetilmeye başlanmış ve bugün din devleti haline gelmiştir.

Konuyu dağıttığımı sanmayın, hiç bir plan ve programı olmayan iktidarlar büyük kentlerdeki yapısal değişimin zamanla insani değişime nasıl etki yapacağını düşünmeden koskoca bir kent kültürünü belki de bilerek yıkıp attılar. Büyük kentlere gelen bu insanlar ne ticareti ticaret gibi yaptılar, ne de sanyiyi sanayici gibi yaptılar ve ne yazık ki ne de siyaseti siyaset gibi yaptılar. Köşklerden, apartmanlara; köşk insanlarından apartman insanlarına... Şimdi apartman insanları da yerlerini yeni tip insanlara bırakıyor. Bu yeni tipler tarikat mensubu tesettürlü bayanlar, çember sakallı, şalvarlı beyler. Çağdaş Cumhuriyet'ten, radikal İslâm Cumhuriyet'ine... Bir kentte, kent kültürü kalmayınca olur böyle şeyler.

Siz hâlâ "Ne âlaka mı" diye soruyorsunuz?

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..