Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '15

 
Kategori
Yoga / Meditasyon
 

Kadın egemen bir dünya?

Kadın egemen bir dünya?
 

Ülkemizde kadınların hor görüldüğü ve ezildiği şu günlerde bir kadınlar günü daha geldi çattı. Türkiye'de kadın olmak? Dünyada kadın olmak? Erkek egemen toplumlarda kadın olmak? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün kutlandığı bu hafta bu sorularla doluydu zihnim. Yoga derslerimde ise içimizdeki kadın enerjisini açığa çıkarmaya yönelmiştim. Çağlar boyunca erkek enerjisi hâkim bir dünyada yaşamaktayız. Bu kadınlar gününde "dünyada kadın enerjisi bastırılmasaydı ve kadın egemen, anaerkil bir dünyada yaşasaydık nasıl olurdu" diye düşünmeden edemedim.

Eski çağlarda kadın, erkek ve çocukların birlikte çalıştığı eşitlikçi (egalitaryan) bir toplum vardı. O dönemlerde, kadın-erkek omuz omuza hatta aynı işlerde çalışmışlardı. Kadınlar, her işten anlamak üzere yetiştiriliyordu çünkü erkeklerin olmadığı zamanlarda her işe onlar koşturacaktı. Kızlar, evlendikleri zaman aile servetinden eşit pay alırlardı.

Grek, Pers ve Romalılara ait pek çok rivayete göre, bir kağan öldükten sonra yeni kağan seçilene kadar, ölen kağanın dul eşi toplumu yönetirdi. Avrasya'da yürütülen birçok kazıda, ana soyluluk izlerine rastlanmıştır. "Ana soyluluk", aile soy ağacının anne tarafından ilerletilmesidir. Yani anneden büyükanneye ve büyük büyükanneye... Eski Avrasya toplumlarında, beşik sallayan eller, günü geldiğinde kılıç kuşanıp cenk etmişlerdi.

Yani eski toplumlarda, kadın sadece günlük yaşamın devamını sağlayan ve çocuk doğurup büyüten kişi değil aynı zamanda eşinin yanında olan ve onun kadar haklara sahip olan bir kişiydi. Bunlara ek olarak, kadın çocuk doğuran yaratıcı bir kişilikti. Bu nedenle, doğanın, insanların ve bitkilerin yaratıcısı, "ana tanrıça" olarak nitelendirilmişti. Günümüze ulaşan tanrıça heykellerine baktığımızda çoğunlukla kadının üretkenliğine ve bereketine vurgu yapılmaktadır. Tanrıçalar doğurgan, üretken ve verimlidir. Bitkilerin ve hayvanların koruyucusudur. Üretkenliğin, verimliliğin, evliliğin, doğurganlığın ve analığın sembolü olmuşlardır ve bereket göstergesi olarak geniş kalçalı ve büyük göğüslü resmedilmişlerdir. Bunlara ek olarak, verimli toprağın, birçok toplumda toprak ana diye nitelendirilmesi bir tesadüf olmasa gerek.

Eski Türk toplumları anaerkil bir yapıya sahipti. Kadınlar, miras, boşanma ve şahitlik gibi konularda erkekler ile aynı haklara sahipti. Kadınlar devlet yönetimine de katılıyordu. Hükümdarın eşi, mecliste hükümdarın yanında yer alır ve söz sahibi olurdu. Kadınlar gerektiğinde devleti yönetirdi.

Anaerkil düzen, kadının topluluk için vazgeçilmez rolleri üstlenmesi temelinde şekillenmişti. Tarımın gelişmesi ve hayvanların evcilleştirilmesiyle erkeğin avcılığı bırakıp yerleşik düzene geçmesiyle birlikte anaerkil toplumlar yerini ataerkilliğe bırakmaya başladı. Erkek, evde ve toplum yaşamında kadını geri plana iterek lider pozisyonunu aldı.

Bunlar anaerkilliğin yerini ataerkilliğe bırakmasının sadece toplumsal sebepleri... Bu değişimin bir de psikolojik sebepleri olmuştu. Yoga üstatlarından Osho'ya göre, kadınlar gibi yaratıcı olmadıkları için erkeklerin aşağılık kompleksi var. Kadınların yaratıcığını çocuk doğurma kapasitesine bağlayan Osho, erkeklerin kadınların kendilerinden daha yüksek olduklarını bildiklerini ifade etmekte. Yine üstada göre, erkekler bu aşağılık kompleksini yenmek için tüm toplumlarda, tüm dinlerde ve dünyanın dört bir yanında kadınları bastırma, haklarını ellerinden alma ve onları ikinci sınıf vatandaş yerine koyma eğilimi göstermekte. Ayrıca erkekler, kadınları kendilerine bağlamak için çalışmalarını istememekte, çocuk üstüne çocuk doğurtarak kadını eve bağlamakta ve maddi bağımsızlıklarını ellerine almalarına karşı çıkmakta.

Tüm bunlara ek olarak, dişil enerji insanlığın varoluşundan bu yana birçok toplumun önem verdiği bir enerji. Ancak belirli çağlarda hor görülmüş ve bir o kadar da bastırılıp yok edilmeye çalışılmış. Orta Çağ Avrupası'nda kadınlara cadı damgası vurulması buna sadece bir örnek olabilir. Kadınların "cadı" olarak nitelendirildiği ve öldürüldüğünden bahsederken bir noktayı da hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum. Şaşaalı ve ayrıntılı biçimde süslenmiş başlıklar, en eski zamanlardan beri süregelen kültürel bir tezahür biçimidir. "Savaşçı Kadınlar: Amazonlar" kitabına göre, Çin'deki Kangjiashimenzi mağarasının duvarlarındaki sahnelerde, Pazırık (Altay Dağları) ve Issık (Kırgızistan'ın kuzeydoğusu) kazılarından çıkan savaşçı-rahibe mezarlarında ve Sincan'daki (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) mumyalarda hep bu tarz başlık kullanıldığı görülmüştür. Huni biçimindeki şapka, 15. yüzyıl Avrupası'nda bir anda kara renge büründürülmüş ve cadılıkla suçlanan kadınların simgesi haline gelmiştir.

Anaerkil toplumların yok olması ve yerini ataerkilliğe bırakması ile birlikte dünyamızda erkek enerjisi hâkim hale geldi. Kadın enerjisi yok olmaya başladı. Kadın enerjisi ve erkek enerjisini yoga ile anlatmaya çalışayım. Yoga inanışlarına göre, insan bedeni iki enerjiden oluşur. Eril ve dişil enerji. Eril enerji, kuyruksokumumuzdan başlayıp sağ burun deliğimizde sona erer. Dişil enerji ise yine kuyruksokumundan başlar ancak sol burun deliğinde sonlanır. Erkek tarafımız sıcak ve hareketlidir. Buna karşın, kadın tarafımız soğuk ve durağandır. Eril taraf güneş enerjisidir, dişil taraf ay enerjisidir. İşte hatha yoga da buradan çıkmıştır. Ha kelime anlamıyla güneş, tha da ay demektir. İki zıt enerjinin birleşmesinden bedenimiz ortaya çıkar. Amacımız eril ve dişil enerjimizi dengelemek ve kök çakramızda bulunduğu düşünülen ilahi gücün uyanmasını, çakralar aracılığıyla yükselmesini, üçüncü göz denilen çakrada (yani kaşlarımızın arasında) eril ve dişil enerjinin birleşmesi ve taç çakramızdan yükselerek aydınlanmaya ulaşmaktır.

Erkek enerjisi dediğimizde, erkeklerin hareketli ve etkin olmasından bahsediyoruz. Erkek egemen toplumların ne yazık ki kavgacı ve savaşçı olduğunu da söylememiz gerekir. İnsanlığın doğuşundan bu yana, erkeklerin avlanır ve avcılık yapabilmeleri için de duygularını geri plana atıp güçlü olmaya çalışır. Ne yazık ki günümüzde dünyamıza erkek enerjisi egemen olduğu için tüm bu enerjiyi savaş aletleri üretmeye ve savaşmaya harcamaktayız. Bu enerji yüzünden dünya gitgide daha saldırgan ve acımasız hale gelmekte…

Tekrar yogaya dönersek, ay enerjisi, nam-ı diğer tha ya da yin, hepsi dişil enerjilerdir. Dişilik, durağandır, alıcıdır, kabullenicidir, sakindir ve yaratıcıdır. Bereketlidir, yumuşaktır, şefkatlidir. Teslim olmaktır.

Peki, dünyada kadın enerjisi bastırılmasaydı ve kadın egemen, anaerkil bir dünyada yaşasaydık nasıl olurdu? Böyle bir dünya nasıl bir dünya olurdu? Savaşların olmadığı, huzurun ve mutluluğun egemen olduğu, daha sakin ve üretken... Hayatı olduğu gibi kabul ettiğimiz, hayatı akışına bıraktığımız, teslim olduğumuz...

Ne yazık ki, ataerkil toplumlarda erkeklere sadece erkek oldukları söylendi. Erkekler, bedenlerinin yarısının annelerinden yarısının da babalarından geldiğini unuttu. Sen "erkek adamsın" denildi. "Erkekler ağlamaz" denildi. Tüm bu kodlamalar, çocukluktan başlayarak erkeklerin zihinlerine yerleştirildi. Yaratıcılıkları ellerinden alındı. Sadece yapmaya ve elde etmeye odaklı yaşamayı öğrendiler. Kadınsı nitelikler ayıp sayıldı. Kadınsı niteliklerden bir bir uzaklaştırıldılar. Duygularını göstermek, ifade etmek, ağlamak, sevgi ve duygudaşlık göstermek, anlayışlı olmak, kibar olmak... Erkekler, tüm bu nitelikleri zaaflık sayarak hepsinden uzak durdular. Gün gittikçe daha katı hale geldiler. Esneklikten uzak, daha katı ve sadece sonuca ve elde etmeye odaklı...

Oysaki her kadın içinde erkek özellikleri her erkek ise içinde kadın özellikleri taşımakta... Bedenlerimizin yarısı erkek, yarısı kadın enerjisinden oluşuyor. Eğer daha iyi bir dünyada yaşamak istiyorsak, kadınların ve erkeklerin hem dişil hem eril enerjisi barındırdığını aklımızdan çıkarmamalıyız. Kimi zaman, erkek kadınsı nitelikleri de ortaya koyabilmeli ya da tam tersi kadın erkeksi nitelikleri sergileyebilmeli. Zaman zaman, erkek daha yumuşak olabilmeli, duygularını ifade edebilmeli, esnek davranabilmeli, teslim olabilmeli, kabul edebilmeli, kendini akışa bırakabilmeli... Sadece ve sadece "yapan", "eden" ve "etken" biri olmamalı. Gerektiğinde "teslim olan", "edilgen" ve "yaratıcı" olabilmeli... Kimi zaman, kadın erkek nitelikleri sergilemeli... Öfkesini gösterebilmeli, kendini koruyabilmeli ve isyan edebilmeli. Kadın, hep teslim olursa ve edilgen davranırsa, o zaman erkeğin kölesi olur. Hâlbuki erkek ve kadın eşittir. Birbirlerini tamamlarlar... Tıpkı gecenin gündüzü, kışın yazı, karanlığın aydınlığı tamamladığı gibi... Erkek hep saldırgan, yapan ve etken bir kişi olursa, sürekli kavga yaratır, savaş çıkarır ve dünyayı şiddet dolu bir yer haline getirir. Bu nedenle, kadın biraz daha "etken" bir kişi haline gelirken erkek biraz daha "edilgen" bir hale gelmeli. Kadın biraz daha "yapan" özelliğini eline alırken, erkek biraz daha "teslim olmaya" başlamalı. Ve erkek ile kadın, birbirinin özelliklerini paylaşarak ortak paydalarda buluşabilmeli. O zaman, dünyada ne sadece kadın enerjisi ne de sadece erkek enerjisi egemen olur. O zaman dünya eril ve dişil enerjinin eşit olduğu bir yer haline gelir. O zaman dünyada ne sadece "teslimiyet" ne de sadece "saldırganlık" egemen olur.

Kadın olmak? Eğilmek, bükülmek, esnemek, yaratmak, kabullenmek ve teslim olmak... Hayatın akışına bırakmak kendini... Gelenleri olduğu gibi kabul etmek, gidenleri de öyle keza... Hayatla bir olmak, onunla birlikte akmak... Eril enerjinin katılığını, dişil enerjinin sevecenliği ve şefkati içinde eritmek ve yok etmek...

Dişil enerjiyi ortaya çıkarmak? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü... Tüm kadınlar, içinizdeki bu muhteşem enerjiyi açığa çıkarın. Bunun için size ne mi tavsiye edebilirim? Tabi ki, yoga ve özellikle de yin yoga. İkinci çakrayı, svadisthana (cinsel/sakral) çakramızı, uyaran bir yoga çalışması ya da dersi... Yani kalça açıcılara odaklanmış bir yoga çalışması. İkinci çakra, cinsel organlarımızın içinde bulunduğu çakra... Tatlılık ve yaratıcılık ile özdeşleşmesi hiç de yadsınabilecek bir şey değil. Yaratıcı olmak için kırgınlık ve kızgınlıkları bir kenara bırakmalı; kendimizi suçlu hissediyorsak kendimizi affetmeliyiz. Başkalarıyla paylaşmak, ikinci çakranın enerjisi ile ilgili. Yaratıcılık bizi diğer insanlarla kaynaştırır. Su elementiyle anılan bir çakra... Su, yumuşak ve esnek... Kadınların bedenlerinin yüzde 50-60'ının sudan oluştuğunu ve erkeklerin bedenlerinde de bu oranın yüzde 60-65 civarında olduğunu göz önünde bulundurursak, neden su gibi yumuşak ve esnek olmayalım? Lao Tzu'nun dediği gibi “Su gibi olmalısın... Kırılmamak için bükül, düz olmak için eğril, dolmak için boşal, parçalan ki yenilen...” Dünyada yeniden dişil enerjinin yükselebilmesi, saldırganlığın yerini anlayışın savaşın yerini barışın alması, daha çok kabullenebilme ve teslim olabilme umuduyla...

 
Toplam blog
: 201
: 432
Kayıt tarihi
: 08.05.13
 
 

Uluslararası Yoga Alliance onaylı hatha, vinyasa, yin ve prenatal yoga eğitmeni... Hayata bambaşk..