Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Kadın ile erkeğin arasına giren "şey" ne?

Kadın ile erkeğin arasına giren "şey" ne?
 

Okumakta olduğunuz yazıyı yaklaşık iki aydır kafamda taşıyorum. Eviriyor, çeviriyor, nereden gireceğime bir türlü karar veremiyordum. Sonra üst üste izlediğim iki film, sonra aldığım bir boşanma haberi düşüncelerimin biraz daha yerine oturmasına neden oldu.

Filmlerden biri bu hafta başında Oscar ödülü alan Kate Winslet ile Leonardo DiCaprio'nun başrolünde olduğu Revolutionary Road - Hayallerin Peşinde'ydi.

"...Frank Wheeler rutin bir işi olduğu için sinirleri günden güne bozulan yetişkin bir erkeğe dönüşürken, April de istek ve tutkularını bastırmaya çalışan mutsuz bir ev kadını olup çıkar. Sonuç ise tıpkı diğerleri gibi hayallerini kaybetmiş tipik bir Amerikan ailesidir." Hayallerin Peşinde

İkincisi biraz daha eski bir tarih taşıyor. Başrollerinde Naomi Watts ve Edward Norton'ın oynadığı orijinal adı The Painted Veil - Duvak olan bir film.

"Somerset Maugham’ın klasik romanı The Painted Veil’e dayanan film 1920’lerde genç bir İngiliz çift arasında geçen bir aşk hikayesini konu alıyor: Üst sınıfa mensup bir kadın olan Kitty, orta sınıfa mensup bir doktor olan Walter’la yanlış nedenlerden ötürü evlenmiştir. Çift Şanghay’a gider ve genç kadın burada bir başkasıyla aşk yaşar. Walter karısının bu sadakatsizliğini öğrenince, intikam almak amacıyla, Çin’in ölümcül bir salgının kol gezdiği, ücra bir kasabasından gelen iş teklifini kabul eder ve karısını da beraberinde götürür. Yaptıkları bu yolculuk sayesinde ilişkileri bir anlam kazanır ve dünyanın bu en uzak ama en güzel köşelerinden birinde ortak bir amaç edinirler." http://sinema.milliyet.com.tr/Film.aspx?FilmNo=1549

Her iki filmi de evli çiftlerin izlemesini öneririm. http://www.dailymotion.com/video/x1w5s6_the-painted-veil-trailer_shortfilms?from=rss

Başlangıçta güzel bir aşk hikâyesi gibi başlayan evliliklerin giderek birbirine yabancılaşmaya dönmesi; çiftlerin birbirlerinde zaten hiçbir zaman aramadıkları şeyleri dışarıda bulma gayretleri, hayal kırıklıkları ve sonu mutsuzlukla biten evlilikler.

Duvak'ın öyküsü benim düşüncelerimde yarattığım imgeye çok daha yakın bir eser.

Şehir hayatının yarattığı karmaşa eşleri birbirlerinden kopartıyor. Bir kere aynı amaç için bir araya gelmiyor çiftler. Önemli bir bölümünün evlilik yapmasının arkasında yatan gerçek toplumsal baskıdır..

Kadın ve erkeğin birbirlerini ne güçlü şekilde çekebildikleri ve yine aynı kuvvetle itebildikleri yaşayanların çok yakından tecrübe etmiş oldukları bir gerçekliktir. Cinsel tutku, arayış, merak, ihtiyaç zaman zaman kişilerin yaşamlarını romantik bir illüzyonla örter.

Yaz aşkları çok meşhurdur. Ancak yine o aşkların uzun soluklu olmadıkları da bir gerçektir. Her ikisinin de sorumluluktan uzak bir tatil ortamında birbirlerine kolayca odaklandıktan kısa bir süre sonra normal hayata geri dönmeleriyle yaşam bütün ağırlığıyla üzerlerine çöker; aslında aynı şeyleri istemediklerini de fark ettiklerinde geç kalınmıştır. Birinin hayatı diğeri için sıkıcı olabilir ya da beklentiler, hedefler öylesine farklıdır ki, kısa süreli konuşmalar bile çekilmez olabilir, sonu gelmeyen tartışmaların içinde her iki taraf da yıpranır.

Yaz aşkları gibi başlayan birçok ilişkinin de sonu benzer bir yol izleyebilir.

Farklı kültürlerden gelen ve yaşam tarzları olan insanların de uzun soluklu ilişkilerinde çok derin çelişkiler yaşayabilirler.

Kafka, Milana'ya delicesine aşıktır; tutku dolu mektuplar yazar. Milana da yaşadığı evliliğinin çıkmazlarını Kafka'ya açılarak gidermeye çalışır. Bugün "msn" yoluyla yaşanan sanal ilişkilerin çok klasik bir versiyonudur bu tarihin unutulmaz iki ismi arasında yaşananlar. Ancak, bir araya geldiklerinde hiç de iyi bir çift olmadıklarını anlarlar.

Bugün ekran arkasında birbirlerine koşulsuzca açılan insanların da bir araya geldiklerinde yaşayabilecekleri bir gerçekliktir bu.

Peki nedir bu bütün çelişkileri yaratan şey?

Nesnel dünyanın gerçekliğidir.

<ımg src="http://www.lebjournal.com/newz/wp-content/painted_veil_21.jpg">

Duvak filminde Kitty, çok büyük idealleri olan kocasının çalışmaları sırasında; Rahşan Ecevit'in, Bülent Ecevit'in yanında durduğu o kusursuz örnek gibi, ona yardımcı olacakken; sıkılır. Çünkü zengin bir aileden gelen, bugüne kadar hiçbir sorumluluk üstlenmemiş, şımarık bir kızdır. Hayatın gerçekleri onun için eğlenceden ibarettir. Bu nedenle kısa süre içinde kocası Walter'dan sıkılır ve kendisine kadınlarla yatmayı, eğlenmeyi amaç edinmiş evli bir erkeği sevgili edinir. Kocasının bedeninde bıraktığı boşlukları bu adam fantezi dolu dünyasıyla fazlasıyla doldurur. Ancak konu sorumluluklar, gerçek bir hayata dönüştüğünde sevgisi ona sırtını döner. Aynen Anna Karenina öyküsünde olduğu gibi. O zaman Kitty mecburen, ihanetin farkına varmış ve kadınlardan umudunu keserek, daha büyük bir ideali gerçekleştirmek üzere salgın hastalıkla boğuşan kırsala gitmeye karar veren kocasının peşinden gerçek hayatın içine girer. Başlarda yine sorumluluktan uzak ve neredeyse boğulacakmış gibi sıkıntılı günler yaşayan Kitty, bir süre sonra kocasının ideallerinin farkına vararak, onunla aynı safta savaşmaya ve hayat sürmeye başlar. İşte kırılma anı budur.

<ımg id="albumpw" src="http://www.intersinema.com/film/resimler/14/1426_a_5181.jpg" align="center" border="0">

Evliliklerde, ilişkilerde de kırılma anı budur. Zıt yönlerden gelen ve bir istasyonda rastlaşması şeklinde başlayan ve kondüktörün düdüğü ile hareket ederek, birbirinden hızla uzaklaşan iki trenin dramatik öyküsüdür kadın ile erkeğin arasında yaşananlar. Her iki trenin içinde de farklı bir hayat vardır; çok kısa bir süre yan yana gelmişler aynı yeri paylaşmışlar; sonra da herkes kendi dünyasının yönüne gitmiştir.

Çok avami bir fıkra vardır; ancak bir cümle her şeyi özetler.

Kadına spiker sorar.

"Hangi takımı tutuyorsunuz?"

"Ben, kocamın takımını tutuyorum."

Şimdi burada mor rengine tutkun feminel arkadaşlarımız sanki kadını ikinci sınıf varlıkmış gibi gösteren bu fıkrayı uygun görmemiş olabilirler; ancak teşbihte hata olmaz; aslında ne demek istediğimizin ayırtına varmak çok daha önemlidir.

Kendileri uzaktan akrabam olan neredeyse otuz yıllık evli bir çiftin ben çocukken yine buna benzer bir konuşmalarına şahit olmuştum, hiç unutmam.

Uzaktan akrabamız olan ablamız, araba kullanmakta olan eniştemize; "ben kullanmayı de öğrenmek istiyorum" diye kocasına takıldı. Kocası da çok samimi bir ifadeyle "olur hayatım; ancak kucağıma oturman lazım" diyerek ortama tam bir bomba attı. Ablamız da hemen cevabını yapıştırdı, "seve seve hayatım."

<ımg src="http://bp3.blogger.com/_6jiuFhifXfA/SJaQO1xQ7WI/AAAAAAAACMI/oC1PACgG2mw/s400/THe+Painted+Veil.jpg">

Arabanın içinde üç çocuk olmasına rağmen bu konuşma oldu. Bu çiftin bir gün olsun kavga ettiklerini duymadım. İlk gün nasıllarsa bugün de hala onların birbirlerine aynı şekilde baktıklarına şahidim.

Bu aynı tarafta olmak, aynı takımı tutmak zaten başlı başına bir güçtür. Gol anında birbirine sarılıp kucaklaşarak o golün coşkusunu doyasıya karşılıklı yaşamak, paylaşmak...

Kadın ve erkeğin arasına giren şeyin ne olduğunu iyi bilmek gerekiyor.

İlişkinin “Yaradılışı”ndan gelen ayrılmanın ne olduğunu biliyoruz. Ancak bir türlü o çekirdek ailenin içindeki yuvaya gerekli özeni gösteremiyoruz.

Formül çok açıktır.

Aynı tarafta olmak, aynı takımı tutmak ve kadın ile erkeğin arasında olması gereken şeyden başkasına izin vermemek.

Uzay Gökerman

İlk kitabım, "Adalar ve Kıtalar" çıktı.

<ımg height="265" hspace="0" src="http://www.indigodergisi.com/adalar_ve_kitalar_uzay_gokerman_indigo_dergisi.jpg" width="170" border="0">
 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..