- Kategori
- Öykü
Kadın ve orkide
Orkidem: N.Kurular
Aralarında dağlar var. Dağ dediğin nedir ki! Ferhat zamanı değil ya mesafeler aşılmaz, dağlar geçilmez olsun.
“Olsun” demekle olmuyor!...
Bir kadın oturduğu bankta “bir ses”,” bir nefes” e hasretiyle İçi’ni yakıyordu.
Yangın dediğin nedir ki; ateşe su, acıya zaman.
Su yerine bağrına buz dağları basıyor, takvime bakıyor, bİr bir sayıyordu yıllarını...
Yıl dediği neydi ki!
İki elin parmaklarında kayıyordu parmak uçları.
Ya da aradığı neydi ki kadının.
Hep bir günün akşamına dalıyordu.
Kaldığı, daldığı neresiydi, beklediği kimdi;
O'da bilmiyor ya da “o” biliyor kimse bilmiyordu.
Bitmiş bir akşamın gecesi başlarken, kalabalık bir bulvar kadının yanından geçiyordu.
Bulvar sapağındaki caddenin en kuytu karanlığına sinmiş, bank’ta sessiz sessiz ağlıyordu kadın. Onca renkli ışığı gözyaşlarından akıtırken, dipsiz kuyu yolcusu gibiydi .
Çevresini; türkü evlerinden türkü sesleri, dönercilerden döner, çiçekçilerden çiçek kokuları sarmıştı, ancak fark etmiyordu. Telaşla koşuşan, aheste yürüyen insanlarıyla her gün ki hayat yaşıyordu o yerde. O’ise yalnızlığı yalnızca kendinin sanırken, kaç dakika ya da saattir izlendiğini bilmiyordu kadın.
Oysa; hemen yanı başındaki duvar dibinde yalnızlığı elinde tuttuğu bir saksı çiçekle paylaşan bir adam vardı kadının görmediği.
Adam uzun bir zaman sonra kadına yaklaşıp ve cesarini toplayıp.
“ Hanımefendi sizi tanımıyorum, lakin bu çiçeği size vermek istiyorum. Kabul edin lütfen” dedi.
Kadın kirpiklerinde ışıldayan gözyaşından adamın yüzünü seçemiyor, yalnızca, puslu bir cüssenin kendisine uzattığı saksıyı fark ediyordu. uzatılan saksıya bakarak ” çok anlamsız “diyebildi.
Adam “anlıyorum sizi elbet anlamsız. Tanımadığınız birinden çiçek almak normal olmayabilir” dedi ve devam etti.. “Fakat, biraz evvel anladım ki ;çok sevdiğim o insana bu çiçeği verme şansım kalmadı. Bu nedenle lütfen reddetmeyin.”
“Üzüldüm sizin adınıza ancak sevdiğinize vereceklerinizden hemen vazgeçmeniz hiç doğru değil. Belki, o’nun da haklı nedeni vardır. bugün değilse de yarın anlaşılabilir.”
“Elbette var” dedi adam,. “Ancak, Hayatı hiçe sayacak kadar geçerli değil”
Kadın bu söz karşısında irkildi. Birkaç dakikadır başucunda dikilen adamın yüzüne ve gözlerine ilk defa başını kaldırıp baktı. Adamın ses tonuna yansıtmadığı gözyaşları vardı. Gözü yaşlı adam elindeki saksıyı bir kez daha uzatıp “Yanlış anlamayın lütfen ve kabul edin” diye arzusunu yineledi.
Kadın o’nun sözcüklerinden ve gözlerindeki yaştan samimiyetini anlamıştı. Uzatılmış saksıyı iki eliyle aldı ve teşekkür etti.
Adam uzaklaşırken kadın jelâtin içindeki Orkideyi ve kırmızı saksına yansıyan ışıklar arasından bir yazı fark etti. orada “ Hayat en güzel Hediyedir” yazıyordu.
Birkaç dakika. öncesine kadar hayatın ne anlamsız olduğunu ve yaşamın; tahammülsüz bir ızdırıp haline geldiğini düşünen ve ölümün sıcak yüzünü kendi yüzüne yakıştıran kadın, bir anda ;orkidenin beyaz çiçeklerini, türkü evinden sızan türkü sesini ve neon ışıklarını ve “hayat en güzel hediyedir” in anlamını fark etti.
Evine döndü ,salonun başucuna yerleştirdi saksıyı. Her gün bir bardak sudan, ışıktan başka hiçbir şey istemiyordu.
Orkide, sevgisiz bir zamanda gelmiş bir sevgili gibiydi, umutsuz bir anda gelmiş umut. Ölüm özenine indirilmiş beyaz bir kalkan gibiydi ve hayat güzelliklerle güzelleştirilmeliydi.
O günden sonra Orkide’sine hep “Can” dedi ve bir bardak can suyu verirken kendisi de bir yudum içti. Aralarında ,”hayat”ı besleme ve yine o’ndan beslenme bağı oluşmuştu.
Altı çiçekli Orkide her yıl hep üç kez açtı. Her çiçek açtığında kadın sevdiğini ve dağlar aşıp gelen hislerden de sevildiğini hissetti. Aradan yıllar geçti… o açtıkça kadın sevindi.
Madem; “Hayat en güzel Hediye” idi .Öyleyse bu; adamın verdiği değil Tanrının hediyesiydi.
Nevin KURULAR
Şubat /2013