Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Kadının toplumsal durumunun edebiyata yansımaları

Kadının toplumsal durumunun edebiyata yansımaları
 

KADININ TOPLUMSAL DURUMUNUN EDEBİYATA YANSIMALARI Hülya SOYŞEKERCİ Tarihin eski dönemlerinden bu yana, kadının toplumsal durumunun -bazı istisnalar dışında- genel anlamda çok büyük bir değişikliğe uğramadığını söylemek, sanırım abartılı bir yorum olmaz. Yüzyıllar boyunca kadın, iktidarı elinde bulunduran sınıfların yanı sıra erkeğin dayatmaları ve sınırlandırmaları nedeniyle de ezilmiştir. Toplumlardaki mülkiyet ilişkileri, savaşlar yoluyla toprak kazanımının artması gibi olgular erkeği ön plana çıkarmış; kadın ev ortamına kapatılarak toplumsal yaşamın dışına çıkarılmış; güçsüz bir konuma indirgenmiştir. Mülkiyet ilişkilerine karşı sürdürülen savaşım içinde kadın da kendi kurtuluşunun çözüm yollarını üretmeye başlamıştır. Sosyal mücadeleler tarihi, kadının toplumsal mücadeleler tarihiyle koşut olarak sürmüş, kadınlar haklarını bu sosyal mücadeleler içinden geçerek elde etmeyi başarmışlar; toplumsal yaşamda daha aktif roller almışlardır. Bütün kazanımlara karşın, dünyada ‘erkek egemen düzen’ sürüp gitmektedir. Bunun en güçlü kanıtı savaşların, silah ticaretinin, şiddetin sürmesidir. Kadın doğurandır, yaratandır, üretendir; kadın yok edici ve ölümsever olmadığı için yapıcı ve yaratıcı bakışı önceler. Yaşamın kadınca yorumu şiddet karşıtlığının ve barışın üzerine temellenir. Bu temellendirmede asıl unsur sevgidir ve bu duygu kadının özündeki kaynaklardan durmaksızın yükselir, dünyayı, yaşamı kuşatır… Toplum içinde kadının durumu, toplumsal yaşamın çeşitli katmanlarına, kurumlarına ve bu arada birer üstyapı kurumu olan sanat ve edebiyata da çeşitli biçimlerde yansımıştır. Ülkemiz ve dünya edebiyatı içinde tarihsel bir yolculuğa çıkarsak, kadın sorunlarını etkili biçimde yansıtan pek çok yazarın olduğu dikkati çekmektedir. Bu konuda kadın yazarlar kadar, duyarlı erkek yazarların da, kadının durumunu ve toplumdaki konumunu anlatan, eleştirel bir gözle bakan edebiyat yapıtları ortaya koydukları görülmektedir. Çünkü yaşanmışlıktan süzülüp gelen deneyimler edebiyat yapıtının satırlarında, yaratılan karakterlerde kendini ortaya koymakta; yazarlar, kadın sorunlarını ve tanıklıklarını karakterlerine yükleyerek, onlar üzerinden kendi bakış açılarını dile getirmeye çalışmaktadırlar. Ülkemiz yazınında kadın edebiyatçıların yarattıkları kadın karakterler, çoğu zaman kendi izdüşümleri gibidirler. Halide Edib Adıvar’ın kadın roman karakterleri güçlü duruşları, yaşam olayları karşısındaki mücadeleleri ile yazarın birer gölgesiymiş izlenimi bırakırlar. Halide Edib’in ilk romanına adını veren Handan, yazarın öteki güçlü karakterlerinden farklı bir kadın olarak dikkati çeker. İyi bir eğitim görmüş, yabancı dil bilen, modern görüşlere sahip, aydın bir kadın olan Handan, yanlış bir evlilik yapmış; kendisini asla anlayamayan ve ruhunun inceliklerine nüfuz edemeyen kocası yüzünden bütün yaşamı altüst olmuş, bir trajediye dönüşen evliliğini ağır bir yük gibi sırtında uzun süre taşımak zorunda kalmış; sonunda sağlığını yitirerek ölüme doğru sürüklenmiştir. O yıllarda, eş seçimi konusunda genç kızlara gerekli/yeterli bilincin ve özellikle iradenin tanınmaması dikkati çeken bir toplumsal durumdur. İdealist bir kadın olarak tarih ve edebiyat sahnesinde yerini alan Halide Edib, Handan’da asıl olarak bu sorunsalı irdelemeye çalışır. Daha önceki yıllara dönersek, 19. yüzyıl sonunda yapıtlarını yazmaya başlayan ve romancılığımızın babası olarak nitelendirilen Halit Ziya Uşaklıgil’in yapıtlarında kadınlar önemli ve etkin bir rol oynarlar. İlk romanı Sefile’de, sokağa düşmüş genç bir kadını, onun fuhuşa yönelme nedenleriyle birlikte anlatan bu usta realist yazar, döneminde yapıtının müstehcen olduğu suçlamasıyla karşılaşır. Ustalık dönemi romanı olan Aşk-ı Memnu’daki Nihal ve Bihter, kadın karakterler olarak farklı yerlerde dursalar da aslında toplumda kadının durumunu net biçimde ortaya koyarlar. Bihter, daha iyi ve zengin bir yaşam için orta yaşlı Adnan Bey’le evlenir, ama yaşam olayları onun istediği gibi gitmez; düşleri alt üst olan Bihter, Madame Bovary ya da Anna Karenina misali trajik bir sonla yaşamına son verecektir. Nihal ise, romanımızda güçsüz, solgun, zarif ve duygusal genç kızların prototipidir. Nihal’in devamı olan kadınlara Cumhuriyet Devrinde yazılmış pek çok roman ve hikâye içinde karşılaşmak mümkündür. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’nda duygusal, içli, çocuksu bir karakter olan İstanbul kızı Feride, nişanlısı tarafından aldatılmayı içine sindiremeyince Anadolu’ya, o coğrafya insanının dürüst dünyasına doğru yönelir, Anadolu’ya sığınır adeta. Yazarın Yaprak Dökümü romanında dikkati çeken durum ise, toplumsal ilişkiler sistemine tüketim ve lükse yönelme biçiminde dâhil olan bir ailenin bireylerinin yapraklar misali savrulmalarına tanık olmamızdır. Burada kuşak çatışması, tüketim, modernliğin doğru algılanmaması, israf ve borç yüzünden hapse ve metresliğe düşme… gibi sosyal olguların içinde, topluma ve kadınlara özgü sorunlarından, bilinçsizlik, moda ve tüketim tutkusu anlatılır. Kitap okuyan, eleştirel bakan, sorgulayıcı, aydın genç kız Fikret, ailesindeki boğucu ortamdan kurtulmak için alelacele kötü bir evlilik yapar ve eşinden her gün şiddet görür ne yazık ki. Daha sonraları -özellikle 1950 ve 1960’lardan sonra- Leylâ Erbil, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Ayla Kutlu, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Tomris Uyar, Erendiz Atasü gibi yazarlar, kadın sorunlarına daha fazla eğilmişler ve bu sorunları kendi gözlem, bilgi ve yaşantı zenginlikleriyle ele alarak edebiyatımızda kadın sorunlarına, kadın gözüyle, kadın diliyle bakan bir tarzın ve tavrın öncüsü olmuşlardır. Bu örnekler, kadın sorunlarını yalnızca kadın yazarların daha etkili ele aldığı savını doğrulamaz yine de. Selim İleri’nin bütün romanlarında anlattığı kadınlar, duygusallıkları ve varoluş sıkıntılarıyla kadınların dünyasına apayrı bir ışık tutarlar. Hakan Akdoğan’ın Nü Peride’si kadın bakışıyla yaşama yepyeni açılardan ve şiir dolu bir kadın dilinden bakmamızı sağlar. Latife Tekin’in Muinar’ında, zaman ve mekânın dışına çıkıp söylencelerin izini süren, sonra yine günümüze göndermelerle kadının durumunu irdeleyen yeni bir bakış tarzı dikkat çeker. Tomris Uyar, yazan bir kadının sancılarını, yaratmak için gereksindiği yalnızlığı şöyle anlatıyor 12 Haziran 1976 tarihli güncesinde: “TV’de Gauguin’in yaşamı üstüne bir film. Gauguin’in bir sözü çok etkileyiciydi: ‘Karımı başka bir kadın uğruna bırakmıyorum; yalnız kalmak, resim yapmak istiyorum ben.’ (…) Kişinin özlediği, çoğu kere yabancı bir beden değil, iki santimetrekarelik bir özgürlük alanıdır. Daha önce de birkaç kere, ev işlerine, yazıya ayırdığım zamanın birkaç katını ayırdığımı yazmış ya da sezdirmiştim. Aslına bakılırsa, ev kadınlığından, analıktan kaytarılarak, ev zamanından çalınarak yaratılan ürünleri ille de saygın bulamıyorum. Gelgelelim, tavaların yağlarını sıyırıp tıkalı muslukları açarken yitirdiğimiz zaman hiç de az değil. Hem elinizi kurular kurulamaz masanın başına oturamıyorsunuz, otursanız bile yazma havasına kolaylıkla giremiyorsunuz. Fazlası değil, ama o iki santimetrekarelik özgürlük alanı şart. Özgürlüklerin boğulduğu şu 1976’da, Türkiye’de, özellikle sanat çevrelerinde boşanmalar, ayrılmalar, kopmalar hızla arttı. Anlaşmazlıkların çoğu mutlu bir sonla virgüllendi, sorunlar askıya alındı, çözüm ertelendi: evli evine, köylü köyüne.(…)Belki de çoğumuz nasıl bir özgürlüğün peşinde olduğumuzu kavrayamamıştık, bir bölüğümüz, alıştığımız düzen bozulunca özgürlüğümüzü de kullanamıyorduk belki, bir bölüğümüz, rahatı özgürlüğün üstünde tutuyorduk belki; toplumun eleştirileriyle karşılaşmaktan çekiniyorduk(…)Peki, yerleşmiş bir düzeni iki santimetrekarelik bir özgürlük uğruna hangi yiğit tepebilir?Kim mi? Şimdi iki santimetrekareye sahip çıkamadıkları için ilerde bir milimetrekarenin ceremesiyle uğraşacak yiğitler.” Günümüzde birçok kadın yazarın temel çelişkisidir bu. Günlükleri edebiyatın bir türü olarak çok önemsiyorum; özellikle yazar günlüklerini. Çünkü günlükler yaşanmışlıklardır; kurmacanın değil gerçeğin içinden süzülen canlı ayrıntıları, duygu ve düşünceleri net olarak görmek olasıdır sayfalarında. “Edebiyatta kadın bakışı” birkaç sayfaya sığmayacak denli derinlikli ve özel bir konudur. Yaşamın ve toplumun dil estetiği içindeki birer yansıması olan edebiyat yapıtlarında, önemli ve kadim bir toplumsal olgu olarak kadın sorunlarının da yer bulması, bu sorunların karakterler ya da durum ve olaylar üzerinden dillendirilmesi, doğal ve gerçeğe uygun bir süreçtir bence. Bu sürece katkıda bulunan ve destek veren sanatçıların kadın ya da erkek olmalarından çok, onların taşıdıkları duyarlılık ve içsel derinlik büyük bir önem ve değer taşımaktadır. Edebiyatta aslolan “insani duyarlılık” ve yazınsal-estetik söylemdir çünkü. 

 
Toplam blog
: 14
: 1534
Kayıt tarihi
: 31.01.11
 
 

1957 yılında dünyaya geldim. 1975’te Üsküdar Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversites..