Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '09

 
Kategori
Tarih
 

Kadının Toplumsal Statüsüne Tarihten bir Bakış

Kadının Toplumsal Statüsüne Tarihten bir Bakış
 

16. yüzyılda Karamanlı bir kadın...



Osmanlı İmparatorluğunun bir unsurunu teşkil eden ve Karamanlı Türkçesi kullanan Anadolu Rumlarının 1913’lerde kadına bakış açılarını ve kadının toplumsal statüsünün anlatıldığı ve Nevşehirli I. Mübayacıoğlu tarafından kaleme alınan bir yazıyı dönemin diyalektiği ile aşağıda veriyorum. 1913’lerde kadınların hal-i pür mealinin, özelde karamanlı türkçesi konuşan ve yazan bir bölgenin insanının gözüyle anlatımı ilgi çekici bulacağınızı umuyorum. Kadınların toplumsal statüsü halen çağımızda da en güncek konu olmaya devam ediyor. Bu yazıda bu durumun tarih pencerisinden bir görünümünü yakalamak, sorunun ivmesini günümüzle karşılaştırmada önemli bir ölçü sağlayacaktır. Kadının toplumsal statüsüne karşılaştırmalı tarih açısından bakacak olanlar için tarihten birkaç yaprağın yararlı olması dileğiyle…

Fehmi Dinçer



KADININ MEVKİ-İ İÇTİMAİSİ

Beşeriyetin mühim temellerinden birini teşkil eden, mevcudiyetin devamında ehemmiyetli bir vazifeyi haiz olan kadının mevki-i içtimaisi uzun müddetler tenzil edilmiş, insanlık asırlarca kadının ve kadınlığın güzel hasletlerinden vezaif-i hakikiyesinin kıymet-ü ehemmiyetinden gafil kalmış iken hali hazırdaki kadınların terakkiyatı (ilerlemesi – f.d.) kendilerinde bu güzel hasletlerin mevcudiyetini ispat ediyor. Bu hakikati erkeklerde anladıkları halde, hala kadına mevki-i hakikisini vermiyorlar, fakat herhalde erkekler bu hodbinliklerinin (bencillikleri –lendini beğenmişlikleri –f.d.) cezalarını medeniyette hayli müddet geri kalmakla çekmişler ve hala tebdil-i fikr (fikir değişiklikleri f.d.) edilmeyipte yine kadına eski nazarla bakılırsa bu ceza-i maneviden insanlığın kurtulamayacağı tabidir.


Şimdi erkeklerin daima kadınlara kendilerinden aşağı bir mahluk nazarı ile bakmalarının sebebine ve muhtelif memleketlerdeki kadının vaziyet-i hukukiyesini malumatımız derecesinde tetkik edelim.


Erkeklerin kadınları kendilerinden daha az muktedir ve daha az muhakemeli telakki etmelerinde bir dereceye kadar hakları vardır, fakat bu kaziyeyi (önerme f.d.) umumileştirmemeli. Filvaki (gerçekten, hakikaten - f.d.) aklın tekemmülü nokta-i nazarından, kadın erkekten herhalde daha aşağı basamaktadır. Bu husus fennende gayr-i kabili itirazdır. Vücutcada kadının bir dereceye kadar erkeğin erkeğin aşağısında bulunması şüphesizdir. Çünkü ekser mütefenninlerin (fen alimlerinin – f.d.) dediklerine göre kadınların hem sinirleri hemde damarları erkeğinkinden eksik ve geridir. Burası kadınlarının (Kapadokya bölgesi kadınlarının –f.d.) bilhassa Anatoli kadınlarının yekdiğerine “eksikli” demeleride teyit eder. Bununla beraber, kadına saçı uzun, aklı kısa nazarı ile bakmamalı, kadın aklınında erkek aklına yaklaşmasının mümkün olduğunu yine fen ispat ediyor ve bir kadının güzel bir terbiye-i fikriye ve ahlakiye neticesi bu süfliyatı (aşağılığını – f.d.) dimağiye (beyin, akıl, şuur – f.d.) mertebesinden çıkacağını söylüyor. Ez cümle kadının fikren ve ahlaken erkekten geri kalmasına sebep olanlarda yine erkeklerdir. Hakikatende Gkaite’nin (Goethe – f.d.) dediği gibi: “Kadın erkek tarafından cebren kabul ettirilen terbiye neticesi kadınlığını gösteriyor.” Filvaki, esas itibariyle bu fikir bütün Avrupa memalikinde, bilhassa memleketimizin her köşesinde harfi harfine tatbik ediliyor.


Erkekler kadının güzelliğine, servetine dikkat edeceklerine, anın (onun – f.d.) malumatına, evsaf-ı ruhiye ve kalbiyesine ehemmiyet verselerdi, tabi kadında boş ve gülünç şeylere ehemmiyet vermeyerek bu güzel imtiyazları elde etmeye uğraşacak, bu suretle bütün ciddiyeti ile, vefası ile kadınlığını gösterecekti.


Esasen bir kadından beklenilen fazailinde (fazilet, erdem f.d.) başlıcası terbiye-i fikriye ve ahlakiyesinin mükemmel olmasıdır. Kadın altınla donanacağına bu meziyetlerle süslenmeliki, o da evladını bunlarla teçhiz ederek, millete devlete tam bir kadın, mükemmel bir erkek yetiştirsin. Zira erkek terbiyesinin esası ana elindedir. “Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder.” derler. Halbuki ne erkekler kadınların böyle bir terbiye iktisap etmelerine müsaade ediyorlar, ne de onlar tam bir terbiyeli evlat yetiştirebiliyorlar. Anın (onun – f.d.) için kadınlara ekser cihet layık oldukları hukuk verilmelidir.

Böyle bir takım hukukun kadınlara bahş edilmesinin sebebi de, güya anlerin (onların – f.d.) adem-i kabiliğinden (türlerinin yok kabul edilmesi – f.d.) bahs olunarak, herhalde onları suistimal ederler deniyor. Halbuki bu yanlıştır. Şimdiki halde kadınlar bazı işlerde muvaffak olamıyorlarsa bunun sebebi istidatlarının noksanı değil, o işlerde mümarese (yatkınlık - f.d.) ve terbiyelerinin olmadığıdır. Yoksa iyi bir terbiye gören kadın istidad-ı fikrisi (düşünce yeteneği – f.d.) sayesinde her şeyi yapmayı kudrety-gab olur. Eğer kadında fıtri (yaradılıştan - f.d.) bir istidad olmamılş olsa idi, bir çok erkekleri gölgede bırakacak derecede edebiyatta, ulum-u fünundai siyasette şöhret bulmuş Aikateriniler, cesareti harikulade ve icraatı mühimmesi ile kesb-i şöhret etmiş Jean D’arc’lar, “memalikim üzerinden güneş eksilmez” diyen İspanya kralı (II. Felippe - f.d.) gibi bir hükümdar-ı azamı her teşebbüsünde aciz bırakan Elisabet’ler (İngiltere Kraliçesi I. Elisabeth - f.d.), meydana gelmezdi.


Velhasıl, umumiyet itibarı ile kadın, hiçbir vechle (yönden – f.d.) erkekten aşağı bir mevkide değildir. Erkek kadına nisbetle ne ise kadında erkeğe nazaran odur. Bununla beraber sonraları zamanın mururu (geçmesi, aşımı – f.d.) ile kadının mevkii yavaş yavaş tenezül (alçalma, aşağılama – f.d.) etmeye, nihayet büsbütün düşüp, biçareleri “arabalara bile koşmak” adet olmuştu.


Halbuki milattan evvelki zamanlarda bile Mısır’da bir müddet kadın erkeğin erkeğin mevkiinde bulunmuş, fakat çok geçmeden Firavunun bir idaresi kadının hukukunu lağv ile ani (onu – f.d.) esaret derecesine tenzil etmiştir.


Mısırilerden sonra gelen Acemlerde, medeniyet biraz daha ileri bulunduğundan kadının mevkii bilnisbe yükselmiş. Eski Yunanistan’da kadının mevkii pek yüksek değil gibidir. Burasında teyit eden mesele, evvela Yunanistan’da “gunaikeion” denilen şimdiki haremlikler gibi dairelerin mevcudiyeti, birde bir Yunanlıya kadın demenin en büyük tahkir addedilmesidir.


Hali hazırda kadının en aşağı bir mahluk mertebesinde bulunduğu yerler Çin ve Hindistan’dır. Feministlerden birinin kavline (sözüne –f.d.) göre, Çin’de kadınların asla şahsiyetleri yoktur, bunlar insandan addedilmezler, hatta isimleri bile okunmuyorda numero (numara –f.d.) ile 1, 2, 3 diye çağırılıyor.


Hindistan’a gelince, oradada Mano (Manu - f.d.) kanunu mucibince kadının mevkii pek alçak bir dereceye düşüyor. Hintliler kadın için kendi haline bırakıldığında insanın mucibi felaketi olur derler. Hatta rivayete göre Hindistan’da zevci ölür ölmez dul kalan bir kadın, bir küme odun üzerine konulup yakılır imiş ki, bu vahşi adeti İngilizlerin mümanaatına (engel olma – f.d.) rağmen hala terk edememişler. Memalik-i şarkiyedede, kadın fazla bir imtiyaza haiz değildir. Mesela Çerkezlerde kızlar babaları tarafından satılıyor. Arnavutlukta ve Anatolinin bazı yerlerinde kadınlar erkeklerden ayrı oturur ve kocalarını isimleri ile çağıramazmışlar. Ufak bir iş için evden çıkmaz lazım gelse herhalde zevcinin rızasını tahsil etmek lazım imiş. Bu türlü adetler bilhassa islamlar indinde pek münteşirdir (duyulmuş, işitilniş – f.d.). Anın (onun –f.d.) için hali hazırda hristiyanlıkta kadının mevkii, İslam islam kadınlarının haline nazaran pek çok şükr edilecek derecededir.


Arap ulemasından biri İslam kadınları hakkında şu sözleri söylüyor: “Bir kadın ömründe üç defa evden çıkabilmeli. Birincisi, gelin olduğu gün kocasının evine gitmek için, ikincisi babasının cenaze alayında bulunmak için, üçüncüsüde mezara gitmek için..” diyorki kadınlara iyi bir serbestiyet bahş ediyor!...


Şimdiki halde umumiyet itibarı ile kadınların ekserisi, elden geldiği kadar say-ü gayretleri ile kuvve-i fikriyeleri ile hayata karıştıklarından, cemiyetten haklarını kendilerine düşen vazifeyi şiddetle talep edebilirler. Erkeklerde bu hususu nazarı itibara alarak hiç olmazsa kadınlara kendileri ile rekabet edecek bir dereceye gelmelerine müsaade etmelidirler. Zira ancak kadının bu rekabet sayesinde mesail-i hayatiyeye (yaşam sorunları – f.d.) girmesi ile insanlık kesb-i necat (kurtuluşunu kazanma – f.d.) edecek, beşeriyet bir kat daha teali edecek (yükselecek –f.d.), çünkü udebadan birinini dediği gibi:


Elbet değil nasibi kadınlığın mezellet,

Elbet değil melekliğin ümidi zulmü şer,

Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.


I.Mubayacıoğlu
Nevşehirli


Fehmi DİNÇER

Ankara 2009

(x)Resim Nicolas de Nicolay'ın kitabından.

 
Toplam blog
: 109
: 5832
Kayıt tarihi
: 23.03.07
 
 

1959 yılında Fertek - Niğde'de doğdum. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültes..