Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '06

 
Kategori
Psikoloji
 

Kadınlar birbiriyle rekabeti sever

Kadınlar birbiriyle rekabeti sever
 

http://www.istockphoto.com/file_closeup/business/business-people/4791880-businesswoman-with-an-empty


Kadınlar aslında pek göstermeseler de birbirleriyle rekabeti severler. Bu giderek daha da böyledir zira sürekli medyada, orda burda pompalanan tüketim endüstrisi "tüm zamanların en tüketicileri, kadınları" hedefler ve onlar arası rekabeti kızıştırmak için uğraşır durur. Kadının çelişkileri bu noktada başlamakta. Hem kadın olup hem uzlaşmacı, hem iş hayatında rekabetçi, hem koruyucu, hem acımasız, hem anne, hem çekici eş nasıl olunur diye bir kılavuz olsa alacağız hepimiz.

Aşk konularında rekabet aslında kadınlar arasında, erkekler arasında olduğundan daha fazladır. Zira rekabet edilecek bir durum doğduğunda paylaşılamayan erkek sendromunu uzun zaman yaşayan kadındır. Çünkü kadının paylaşılamama gibi bir durumu olamaz. İki erkekten biri işin başında mücadeleye girer ve ya kaybeder ya kazanır olay biter. Oysa kadınlar bu mücadeleyi çaktırmadan, hatta erkeği sahiplendiğini bile ona belli etmeden yürütmeye çalışır. Bu yüzden de erkeklerin birden çok kadını idare ederek çok eşli bir hayatı sürdürmeleri kolaylaşır.

Öte yandan iş hayatında da kadın, mücadelesini hep ince politikalar üzerine inşa eder. Bu nedenle bazen saldırması gereken yerde pasif kalır, sesini yükseltmesi gereken yerde kimbilir neyin neyini düşündüğünden birileri ondan önce davranmıştır zaten. Erkekler iş yaşamında bir kadın rakip ya da bir kadın yöneticiyle karşılaştıklarında aslında ilk önce cinsellik silahını kullanmayı düşünür. Aynı silahı kadın kullandığında ise eninde sonunda kadına dair aşağılayıcı tanımlar hazırdır. Bu nedenlerle her konuda açıktan açığa mücadeleye giren erkeklerin yanı sıra kadınlar, rekabeti çok daha ince stratejilerle ve örtük olarak yürütmeyi tercih ederler.

Kadınların genelde iş yaşamında "rekabetten korktukları", ve mümkünse rakipleriyle "dostane" ilişkiler kurarak rekabet etmeleri gereken yerde "işbirliğini" tercih ettikleri, ya da örtük rekabete girdikleri konusunda makale ve araştırmalar mevcut. Üstüne üstlük kadınlar bir işin başına geldiklerinde yani yönetici pozisyonunda olduklarında alt pozisyonlardaki diğer çalışanların da ondan beklentileri, otoriter disiplinli liderden ziyade " koruyucu kollayıcı lider" tavrı sergilemeleri. Erkek liderden beklenilen ise tam tersi. Bu Türkiye ve Japonya'da böyleymiş araştırmalara göre.

Kadın, erkekle rekabeti zorlu bulduğundan daha dişine göre bulduğu dişileri tercih ediyor aslında işin özü bu. Zira erkeklerle rekabette erkek dünyasının sertliği acımasızlığı doğrudan ve bencil bir tutum gerektiğinden kadın kendisine öğretilen "karşısındakiyle empati kurup onun yerine kendisini koyarak düşünme" alışkanlığında olmayı bir tarafa bırakamıyor sanırım.

Hatta bizimki gibi erkek egemen değerlerin süregeldiği toplumlardaki genel kanı, kadınların şefkatli, koruyucu, uzlaşmacı ve çatışmadan kaçınan" özellikler sergilemeleri gerektiği yönünde. Ancak öte yandan erkek hakim toplumdaki rekabetçi, gerektiğinde çatışmacı ya da tartışmacı ortamda liderlik etme becerisi için iki yüzlü bir tavır doğurur bu durum kadınlarda.

Kadınlar herhangi bir ortamda, iş ya da başka rekabet gerektiren ortamlarda şefkatli ve koruyucu anne sterotipinden farklı sert, açıksözlü, ya da biraz "acımasız" olduklarında önce hemcinslerince dışlanırlar. Ardından karşı cinsin "lezbiyen" tabirinden çeşitli yakıştırmalarına maruz kalırlar. Bu nedenle eninde sonunda yönetici kadın, "koruyucu otoriter baba ve cinselliği bastırılmış ana tipli" lider imajını benimsemek zorunda kalır. Kadınsı özelliklerini koruyabilen kadın lider pek göremeyiz bu yüzden de. Bu özellikle erkeklerin yoğun olduğu iş ortamlarında daha bi böyledir kanımca.

Şimdilerde "çocuk da yaparım kariyer de" ya da "tek taşımı kendim aldım taktım" şeklinde gelişen son dönem kadın ideolojisinde ise hakim olan da şu düşüncedir : "kimseye ihtiyacım yok kimseye etmem şikayet ve her bi şeyimi kendim halledebilirm ve de kendime yeterim." Bu ideoloji aslında kentli, eğitimli, iş sahibi kadının giderek bireyselliğinin güçlendiğinin göstergesi. Kadının ekonomik özgürlüğü kesinkes hala kilit rolünde bence. Zira gerçekten de ekonomik olarak bir erkeğe bağımlı olmanın külfeti toplumun egemen erkek bakışını kabul etmekten ibaret değildir yalnızca. Giderek kadının genleriyle getirdiği ama çevre şartlarıyla da bilenmiş özü, kişiliği değişime uğrar bastırılır ve ortaya biraz da sakat bir eşitlik istemiyle bumerang gibi geri döner.

Bu sakat eşitlik istemi, kadın olmaktan ileri gelen, diğer cinse nazaran "daha bi özellikli daha bi korunması gereken harikulade bir şahsiyet" olduğuna olan tam inancından kaynaklanır, ki bu da pek tabii ki kişiliği bastırılmış kadında gelişen aşağılık kompleksinden başka bir şey değildir. Bu kompleksle kadın aşağılanmakta olduğu duygusuyla durmadan "istemeye başlar durumu eşitlemek adına" ki erkek egemenliğini kurmak da bu noktadan sonra neredeyse şart olur.

Bu, iktidarın psiko-sosyolojik yapısının ta kendisidir. İkincil olana hükmetmek için öncelikle onun rızası gerekir. Ama daha da öncelikle bu rızanın "oluşturulması" gerekir. İlgilenenlere Gramsci'nin Hegemonya" üzerine yazdıklarını önerebilirm.

Toplumdaki ikincil kimlikler arasında, örneğin, çalışan ya da kadın ya da azınlık gibi ikincil kimlikler arasında daha fazla rekabet vardır ve iktidarın kurulması bu ikincil kimlikler arası yaratılan çatışma üzerinedir. Ama aynı zamanda ikincil kimlikler olan baskın olmayan bu kültür kendi içinde bir dayanışma miti oluşturur. Kendi içinde rekabeti engelleyen de bu dayanışma arzusudur. Oysa iktidarın yapısı yönetilen toplumun -burada örneğin kadınlar- bu dayanışması sayesinde egemenliğin devamı için yönetenlere rızasını "ekonomik ve kültürel olarak inşa eder".

Öte yandan "her bi şeyimi kendim halledebilirim hem kariyeri hem çocuğu da yaparım" felsefesi de 3. ayak topalladığından sallantıdadır . Bu 3. ayağın sallantısı ise kadının aslında akıllıca davranıp gerektiğinde erkekle ve kadınlarla girmesi gereken stratejik işbirliklerine "erkeğe de ihtiyacım yok" cümlesiyle nokta koyduğundan ve "bir kadının hayatta yapması gerekenler" sıralamasından vazgeçememesindedir.

Bu durumda çalışan kadın kıyasıya rekabette yine 2 adım geriden başlamaktadır sırtına aldığı yeni yüklerinden dolayı. Eskiden hiç olmazsa çocuk yüzünden kariyer derdine düşmeyen ve başarısızlığı hoşgörülen kadın, şimdi bir de hem kariyer hem çocuk yapabilme hem de ince ve güzel kalabilme becerisi göstererek başarı basamaklarını çıkmak zorundadır. Bu durum gelişen tüketim toplumlarında yeni tür bir başarı tanımı ile gelen yeni bir kadın sömürü düzenidir.

Aşk konusunda durum daha da ilginçleşir. Kadınlara öğretilen "potansiyel rakibiyle uzlaşmacı ve dostane tavırlar" aslında sanki tüm kadınları çokeşliliğe hazırlamak için uydurulmuş gibidir. Zira neredeyse hemcinsiyle rakip yerine dost olmayı öğretileyen bu baskın görüş, bireyselliklerini ve ekonomik özgürlüğünü kazanmış olan kadınlarda bir tür çift kişilik yaratmakta neredeyse. Bir yandan dostane ve arkadaş canlısı görünüp, öte yandan her türlü gizli, örtük ve sinsi planlarla süregiden bir rekabet vardır ortamda. Tıpkı haremler için anlatılan kadınlar arası gizlice dönen dolaplar gibi. Kadın kendisine belletilen bu anti-rekabetçi öğretiler kafasında uçuşurken gerçekten de kendisini ortaya koyması gereken yerde açıkça tepki koyamaz, düşüncesini söyleyemez ve sonunda rakibiyle dost-düşman bir ilişkiye girer.

Öte yandan açık sözlülüğü, doğrudan tavırları ve gerektiğinde açık rekabeti tercih eden kendine gayet güvenli kadınlar da az değil bizim toplumumuzda. Genellikle bu tür kadınların da sömürülmesi kendi hemcinslerinden geliyor ne yazık ki. İkincil rollerine alışkın ve bunları benimsemiş türden kadınların aslında "erkek gibi dobra" diye bir şekilde övdükleri bu kadınları, ilk önce bir siyah kuğu olarak görülmekle başlayan ve sonrasında "öğretilmiş ve bastırılmış kimlikli kadınsal muhabbetlerden" dışlanmayla devam ederken bu kimliğin kendilerine kabul ettirilmesi için bizzat hemcinsi arkadaşları tarafından uğraş verildiği ve bu noktadan sonra da erkeklerle daha rahat anlaştıkları bir hayat beklemektedir.

Konuyu elbette ki "kadın olmak da çok zor be kardeşim" diye bitirecek değilim. Aslında kadın olmak insanın içinden gelen sesi dinlediğinde zor değil. Zor olan kendisi hakkında yapılan tanımlara kapıldığında ve özümsediğinde başlıyor. Arada bir çocukkenki kendisini anımsayabildiğinde "gerçekte ben kimim" sorusuna en yakın cevabı verebilir belki de.

Kendi kalabilmenin her iki cins için de giderek zor olduğu günümüzde kadınların önündeki tek gerçek kendilerini gerçekleştirebilmek için önlerine kendileri için uygun hedefler koymak ve olabildiğince dürüst ve doğrudan, gerekiyorsa da rekabetten korkmadan bu hedeflere ulaşmaya çalışmaktır. Bir tüketim endüstrisi dolduruşudur ki kadını kendi hemcinsiyle hem daha fazla rekabete zorlar hem erkeklere karşı cinselliği silah olarak kullanmaya. ve tabii ki hedefe giden her yol mübah değildir. Kadın için illa ki dişiliğini kullanmadan da düzgün ya da akıllıca manevralar yapma imkanları vardır her zaman, ama her ortamda değil. Kadınların biraz da sadece birbiriyle değil erkeklerle rekabete girmekten korkmamayı öğrenmeleri gerekiyor bana kalırsa.

Gerçek, gerektiğinde her türlü mücadeleye girme ve bedelini ödeme cesaretini de göstermek ve başarısızlığını kadın oluşuna bağlama mazeretine sığınmamak noktasında duruyor.

 
Toplam blog
: 121
: 2834
Kayıt tarihi
: 09.07.06
 
 

Başkentte doğmuşum ve orada gidilecek tüm okullara gitmişim: ODTÜ-Psikoloji ve Ankara Üni. İletiş..