Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '14

 
Kategori
Deneme
 

Kadınlar Kenti "Feminizm"

Kadınlar Kenti "Feminizm"
 

Frida Kahlo


İstanbul’u kadına benzetir yazarlar, şairler, ressamlar, bilim insanları. Toprağını, havasını, suyunu, kokusunu, insanını hatta gemisini… Herkesin kadına benzetmek için sebebi hazırdır. Çok kişilikli, romantik, bazen asi, bazen hırçın… Diğer yandan pis, kokuyor, pahalı, kalabalık, karışık, yalan, hırsızlık, korkuluyor İstanbul’dan ama seviliyor. Gelen gitmiyor. Çünkü ne olursa olsun hep güneş açar. İstanbul umuttur. Yenidir. Başlangıç ya da sondur. Tarihtir.  Herkesin gözü vardır. Büyük savaşlardan geçmiştir. Göbektir. Uğruna mücadeleler verilen İstanbul’u çok seviyoruz madem neden kirletiyoruz. Hırpalıyoruz. İki kuruşa satıyoruz. Şiddet uyguluyoruz. Başkası gözünü diktiğinde mi kıymeti biliniyor. Sahip çıkılıyor. Mal mı?

 Kadınlar binlerce yıldır ötekileştirilmiş, erkek ise aile reisi olarak kabul görülmüştür. Neden? Çünkü çalışarak eve para getiren ailesinin geçimini sağlayan “erkektir” den yola çıkılmış. Kadının emeği halen görünmezdir. Kadın çocuk yapar, çocuğa bakar, kocaya bakar, babaya bakar, dedeye bakar, evde yemek yapar, bulaşık yıkar, çamaşır yıkar, ütü yapar, akşamda kocasına kur yapar. Ohhhh. Ücretli olarak dışarıda çalışsa dahi evde yine her şeyi kadın yapar. Evet, meslek sahibi olmak kadına itibar kazandırdı. Ancak hala erkek egemen sektörlerde çalışamıyorlar. Çalışanlar ise bezdiriliyor. Örneğin, hizmet sektöründe 10 kişilik kadın kadro çalışıyor başlarındaki erkek. Kas gücünden dolayı erkeğe güçlü diyorlar. Peki beyin gücü. Erkekler kaslarıyla düşünürken kadınlar plan yapar, bekler, sızar mantıklı davranır duygusal gibi gözükse de her konuda. Erkek ben düşündüm sanır. Birde kadınların sürekli evlerinde yaptığı işlere sahip çıkanlar var. En iyi aşçılar erkeklerden çıkarmışmış ya pişkin pişkin anlatırlar; evde yemekleri karım yapar. Yahu evinde de yemek yap o zaman. Birde şu aralar evlenmek isteyen erkeklere tavsiye;  İllaki kadın çalışıyorsa öğretmen olsun. Çalışma saatleri ideal. Eve gelince çocukta yapar, yemekte hem yorgunluktan dırdırda edemez. Hiç hoş bir düşünce değil. Kadınlarda osu olsun  busu olsun şunu da isterim bunu da. Heyhat. İşletmeciler ise kadın hırsını, azmini, sabrını, rekabet duygularını keşfederek kurumlarında ücretli köle olarak çalıştırıyorlar. Bu aşamalardan geçmiş kadın yöneticiler ise tekrar ezilmemek adına altlarında kim varsa ezmekten çekinmiyor. O zaman da  annelik duygularından yoksun hırslarının kölesi oluyorlar. Erkeğin kadına işlediği şiddet değil, kadının kadına şiddeti de cabası. Diğer yandan erkekte ” kadın kadını yiyiyor “diyerek kıskıs gülüyor. Maskara olunuyor. Arkadan entrikalar, yalanlar, düzenbazlar yok ya bunun kadınla erkekle alakası yok insanla alakalı. Ahlaklı, vicdanlı, vefalı, iyi yürekli insanla. Ne zaman yer değiştirdi onur, gurur, şeref ile enayilik sıfatı. Kibir tehlikeli. Amaca giden her yol mubahtan kasıt bu olmasa gerek. Saygı önemli. Haaa bu arada rant sağlayanlar revaçta; madem kadında çalışıyor maaşlar yarı yarıya. Hatta bazı sektörlerde kadın erkekle aynı işi yapsa bile erkeğin ücreti daha dolgun. Neyse öyle ya da böyle kadınlar zamanla haklarını söke söke alıyor. Ancak bu haklar cinsiyet eşitsizlikleri için. Erkeklerinde hakları için. Erkekler gibi düşünmek kadınları eşit yapmaz. Kadın kadınlığını, erkek erkekliğini bilsin. Özgüveni, cesaretle karıştırmayın.  Tamam, kadın olarak koruyucu kollayıcı anaerkil bir duygu var. Ama yüzyıllarca ataerkil toplumlarda yaşadık. Ders almadık mı? Hayat müşterektir. Burada amaç anaerkil olmak değil, ataerkil olmamak.

Ataerkil sistem bütün toplumlarda görülmüştür. Peki Ataerkil (patriarki) nedir? Bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesi sonucunu doğuran kurulsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir. Genel olarak erkek iktidarını ifade eder. Kadın emeğinin, kadın cinselliğinin, bedeninin ve doğurganlığının denetlendiği bir toplumsal sistem kastedilmektedir. Bu sistemde korunan erkek çıkarları ile erkeklerin iradesinden bağımsız bir gerçeklik olarak var olur. Ataerkil aile biçimi de, baba/erkek otoritesine ve soyuna dayalı, mülkiyetin babadan oğla geçmesini güvence altına alan aile biçimidir. Buna karşılık kadınlar bağımsız bir biçimde düşünebilmek, yazabilmek, eyleyebilmek için kendilerine ve birbirlerine Tanrı karşısında eşit insan varlıkları olduklarını kanıtlamak durumundaydılar. O nedenle “kadın ruhu var mıdır, yok mudur” diye tartışan kilise kurullarının, din adamlarının ve filozofların karşısına “kadın insandır” sloganıyla çıkıyorlardı. Din içinden yürütülen tartışmada Batı Hıristiyan Orta Çağ’ında Azize Theresa gibi kadın mistiklerin işlevi, kadınların Tanrıyla erkek dolayımı olmaksızın, kendi adlarına konuşabileceklerini, kutsal olanı kendi bildiklerince kavramsallaştırabileceklerini ve böylece kadınlarında özerk varlıkları olduğunu kanıtlamak oldu. O dönemde din dışında başka bir grup kadında annelik otoritesine sığınarak aynı talebe sahip çıktı. Toplumdaki annelik rolü, kadınları güçlendiriyor ve ataerkil uygulama ve düşüncenin an azından bir bölümüne direnme cesareti veriyordu. “Meryem Ana kült”ünün yaygınlaşması, her iki kadın grubunun da talerine ve özlemlerine yanıt niteliğindeydi.  Hayatını kelemiyle kazanan ilk kadın yazar olarak bilinen Chiristine de Pizan daha 14. yy’da Kadınlar Kenti (La cité des Dames) adlı kitabıyla kadınların duygularını dile getirmiştir. “ Hiçbir günah kadınınki kadar büyük değildir diyorlar ama kadınlar adam öldürmezler, kentleri yakıp yıkmazlar, halkı ezmezler, toprakları yağmalamazlar, kundakçılık yapmazlar, sahte sözleşmeler düzenlemezler. Kadınlar şefkatli, nazik, yardımsever, alçak gönüllü, sağduyulu varlıklardır. ”Ancak anneliğin yüceltilmesi ataerkil çerçeve içinde kalıyor ve ona meydan okuma niteliği taşımıyordu. Nitekim bu yaklaşım 19.yy’ da “evdeki melek” imgesinin yaygınlaşmasına kadının evdeki rolünün daha da pekiştirilmesine yol açtı. Giderek daha fazla kadın, değişen ekonomik koşulların ve eğitimin artmasıyla kolektif bir grup olarak kadınların “annelik” ve aile ile değil, “kişilik”leri ile tanımlanması gerektiğini düşünmeye başladı.  Aydınlanma Çağı’nın “özerk birey” kavramının yükseldiği zamanlar.Feminist bilinç 19.yy’ dan itibaren şekillenmiştir.  Mary Wollstonecraft gibi feminist öncüler, kadınların bağımlılığının biyolojiden yani doğadan değil toplumdan kaynaklandığını ve toplumsal/ kültürel/ eğitimsel engeller aşıldığı zaman kadınların özerk bireylere dönüşmelerinin mümkün olacağını savunuyorlardı. Feminist bilinç kadınların toplumda, eğitim, bireysel benlik, iş gücüne katılım, ekonomik özgürlük, cinsiyete dayalı haklar özellikle oy hakkı gibi girişimlerin önünü açmıştır. Batı’da kadınların oy hakkına kavuşması özellikle 1. Dünya Savaşı sonrasında ve savaştaki fedakarlıklarından ötürü “rüştlerini ispat” ettiklerini gösterdiği gerekçesiyle mümkün oldu. Ama bir Fransa ‘da veya İsviçre’de kadınların bunun için daha da beklemesi  gerekti.  Oy hakkının ardından Yeni Feminizm veya İkinci Dalga Feminizm adlı yeni bir dönem geldi.  1960’larda Beden, cinsellik, toplumsal cinsiyet rolleri, iş bölümü gibi kavramlar üzerinde duruldu ve sorgulandı. Hedefleri için ortak mücadele politikalarına zemin hazırlanmış oldu. Ve “kişisel olan politiktir” sloganı döneme damgasını vurdu. 1970’lerin kadın hareketi, egemen kültürde kadınların kaderi “doğal” olarak kabul edilen kalıp yargıları sorgulamakla işe koyuldu. “Kız kardeşlik” kavramı da bu döneme aittir. Bilinç yükseltme amacıyla küçük kişisel kadın grupları oluşturma  yöntemi.  Kolektif sorumluluk anlayışı. Post- Modern  dönemde 1990’larda ise kadınlar arası deneyimlerin, konumların, çıkarların farklığı üzerine durulmaya ve bu alanda yeni bilgiler üretilmeye başlandı. Feminizm uzunca bir süre, kadınların ortak deneyimine ve maruz kaldıkları “genel ezilme”ye odaklanmıştı. Ancak bu vurgu kadınlar arasındaki pek çok farklılığın daha fazla algılanmasına yol açarak tekçi ve bütünleştirici “kadın” kavramının sarsılmasına neden oldu. Artık “kız kardeşlik” kavramına inanmak kolay değildi. Daha radikal feminizm, liberal feminizm, marksist feminizm, sosyalist feminizm, maddeci feminizm, toplumsal inşa feminizmi var; sanayide, modern hayatta, devlet tekelinde kadının olduğu her yerde... “Feminizm, kadın ile erkek arasında (biyolojik değil) toplumsal ilişkilerde bir çelişme olduğunu savunur. Bu çelişme hiçbir zaman bir biyolojik karşıtlık gibi sabit değildir; tersine bu çelişme değişir, başka şeyleri harekete geçirir ya da onlar tarafından harekete geçirilir ve dolayısıyla toplumsal değişimi ve insanlık tarihinin akışını etkileyen bir güç olur.” (Mitchel ve Oakley,1984:21-22). Sonuçta kadınlar arasında farklılıklar ne kadar da belirgin olsa birlikten kuvvet doğar mantığı her daim geçerlidir.

Günümüzde kadınlar çalıştıkça güçlendi. Küreselleşme ile insanların bilinç seviyesi arttı ve daha da artacak. İnsanlar farkında; ailenin önemi, eğitimin gerekliliği, özgürlüğün anlamının. Ama yinede Türk kadınını her şeyden ayrı tutuyorum. Bu arada dünyada ve ülkemizde online kadın müzeleri de var. Türkiye’nin ilk kadın müzesi; İzmir Konak’ta... İstanbul  Kadın Müzesi online aramızda, kalıcı mekanı ise yolda. İnternet üzerinden sanal gezintiler yapabilirsiniz. Öncü kadınlara dikkat! Tavsiye ederim. Sevgiler… Deniz Şahin

Kaynakça: Berktay, Fatmagül /Toplumsal Cinsiyet  Çalışmaları, (sa.3-9) /T.C. Anadolu Üniversitesi Aöf yayını 2013

 
Toplam blog
: 93
: 565
Kayıt tarihi
: 01.07.06
 
 

Sanatla ilgileniyorum. Işık olan yerde zaten beyaz vardır. Karanlıkta kalanlar siyahtır. Renkler ..