Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kadınlarımız ve töre

Kadınlarımız ve töre
 

Kadınlarımızın şiddete uğramaması dileğimle...


Ülkemizde de, dünyada olduğu olduğu gibi, 8 Mart ‘ta “Dünya Kadınlar Günü” kutlandı. Kadınlarımızın sorunları
gündeme getirildiyse de; temel sorunların üzerine gidilmeyerek, yüzeysel konuşmalarla geçiştirildiği görüldü.

Oysa, AB’ye girmekten “sözde” bahseden hükümetimizin aklına kadınlar, sadece ”türban” konusu gündeme gel-
diğinde geliyor. Ve iktidar, kadınlarımızın haklarını genişletmek bir yana; ulu önder Atatürk döneminde verilmiş olan hakları bile, adım adım geri almaya çalışmaktadır. Onların “türban” ve “çarşaf” gibi örtülerle örtülmesini teş-vik ederek, kadınlarımızı toplumda ikinci sınıf bir statüye sokmaya çalışmaktadır. Bugün, ortalıkta geçmişte olmadığı kadar çarşaflı kadın dolaşmaktadır.

Burada, şu anda ki iktidara da haksızlık yapmamak gerekiyor. Çünkü, bu olay gelmiş-geçmiş çoğu iktidar döne-
minde yapıldığı gibi, son zamanlarda-seçim nedeniyle-ana muhalefet partisi tarafından da, ”çarşaf açılımı” adı altında ne yazık ki, kullanılmaya çalışılmaktadır…

Yazımın asıl konusu “çarşaf” değildi ama, bu konuya girmişken; “kapkara” ve “öcü” görüntüsü veren, çağdaş-
lıktan uzak bu örtünün, ülkemize ne zaman ve nereden geldiğine de değinmekte yarar var. Tarihsel kaynaklar bu konuda şu bilgileri vermektedir:

Hicaz ve diğer Ortadoğu bölgelerine giden ailelerin Arap kadınlarının giydikleri "torba", "dolma" diye adlandırılan çarşafları Tanzimat'tan sonra İstanbul'a getirmeleri bu örtünün İstanbul'da ve taşrada da yaygınlaşmasına neden olmuştur. Eskiden Suriye'de, hristiyan ve yahudi kadınları; Rumeli'nin bazı yerlerinde de hristiyan kadınları sokağa çıkarlarken çarşaf giyerlermiş.

Osmanlı döneminde; kaynaklara göre (1854) yıllarında topraklarımıza giren bu “garip” örtü daha sonra, Sultan Abdülhamit tarafından (1892) yılında, yasaklanmıştır.

Gerekçe de; bu örtünün “Müslüman kadınlara uygun olmadığı“ ve “bir fesat ve melanet perdesi ola-
rak kullanıldığı”yönünde bazı olayların yaşanması idi. Çünkü, bazı artniyetli insanlar, bu “per
deye” bürünerek, suç işliyorlardı.

Ne yazık ki, cumhuriyetin ilk yıllarında büyük bir özveri ile atılan çağdaşlaşma yönünde ki temeller, bazı güçler tarafından yıkılmaya çalışılırken, siyasetçilerde-özellikle iktidar partisi-buna zemin yaratmakla kalmayıp, destek olmaktadır.

Türban, çarşaf v.s.gibi göstermelik konular, kıyasıya konuşulup, tartışılırken; başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, hükümet tarafından; asıl konuşulması gereken ve günümüzde artık kangren haline gelmiş olan kadınların gerçek sorunlarına değinilmemektedir!

Oysa, gelişmiş bir ülkede “toplumsal ayıp” sayılacak bir konuda; yani okul çağına gelmiş çocukları okula gönderme yönünden, bugün bile bırakın AB’yi, Asya ülkelerinin içinde dahi, durumumuz içler acısıdır…

Şubat ayı istatistiklerine göre; ülkemizde ocak ayında (326.000) çocuğun okul çağına girdiği halde kaydı yaptırıla-
mamış ve şubat ayında da, bu rakamın ancak (% 22) sinin kaydının yaptırıldığı bildirilmiştir...

Bu sayının, tahmin edileceği gibi, ne yazık ki (% 62) si kız, (% 38) i erkektir
Devletin eğitemediği bu çocuklar; yarının anne yada baba adaylarıdır.Özellikle de, çocuğa en temel eğitimi vermesi gereken kişinin anne olduğu düşünüldüğünde; tablonun ne kadar vahim olduğu görülecektir...

Ben bu görüntüden, hiç suçum olmadığı halde utanıyorum!..Oysa, asıl utanması gerekenler;geçmiş iktidarlar başta olmak üzere, bugün bile bu gerçeği görmezden gelerek, halkımıza “en az üç çocuk yapın” diyebilen Başbakan'ımız ve hükümetidir!

Halkını, gereği gibi eğitemeyen bir devletin, toplumda huzur ve güveni sağlaması mümkün olamamaktadır. Eğitim;
toplumsal yaşamın, sağlıklı ve barış içinde olabilmesi için, en başta gelen temel bir faktördür.

Zaten, bu kadar sorunlu bir toplum olmamızın altında ki temel faktör; cehalet ve geçim sıkıntısı olmaktadır. Gaze-
telerde gün geçmiyor ki; bir vahşet haberi, bir soygun yada cinnet haberi olmasın...

Kadın denilince, ilk aklıma gelen ve kangren haline gelmiş sorunlardan birisi de ;”töre” cinayetleridir!..

Bu öyle bir yaradır ki; konunun çözümü sadece “yargıya” bırakılarak, sanki adi bir vakaymış gibi kabul edilmiş ve devletin bu konuda ciddi adımlar atmasına ihtiyaç duyulmamıştır.

Oysa, körpecik genç fidanların, birer birer katledilmesi nasıl adi bir vaka olabilir!? Böyle olayların, bu çağda yaşan-
ması, utanç verici bir toplumsal sorundur. Araplar, Müslümanlıktan önce “cahiliye devrinde” doğan kız çocuklarını “kuma” gömerlermiş, ancak Müslümanlıktan sonra, bu olay da sona ermiş.

Bu çağda, hala bu tür insanın vicdanını yaralayan, kanını donduran olaylar oluyorsa; o ülkede eğitimden, gelişmiş-
likten ve refahtan bahsedilemez!

Töre cinayetleri , sadece öğretmenlerin okullarda ders vermesi yada bazı gönüllü kurum yada kuruluşlar ve bazı aydın insanların, özverili çalışmalarıyla çözülecek kadar basit bir olay değildir...

Cehaletin, insanların beyinlerini karartmasıyla; bir takım insanların ne yazık ki, vicdanları da kararmakta ve bu denli insanlıktan uzak cinayetler işlenebilmektedir… Cinayetleri işleyenler de, çoğunlukla aile bireyleri-ağabey, kardeş, amca yada baba- olmaktadır. Son olayda ise; inanması güç ama “kurban”ın yaşamına son veren, annesi olmuştur.

Bir “erkek müsveddesi” tarafından kandırılarak, kirli emellerine alet edilen körpecik kızına, annesi önce zehir içirt-
miş ve ölmediğini görünce de; yastıkla boğmuştur!..

Peki, bu olaylar tek taraflı olmadığına göre; çoğunlukla kandırdıkları kız çocuklarını kirleten “erkek müsvedde-
lerine” ne olmaktadır?!

İnanması güç ama, onların toplumda itibarları hiç eksilmemekte, eşleri, çocukları ve yakınları tarafından affedil-
mekte; ne şereflerinden nede namuslarından hiç bir şey eksilmemektedir!..

Sadece, yargı tarafından haklarında bir yargılama yapılır da, ceza alırlarsa, bu cezayı çekmektedirler…

İnsanın hem vicdanı ve hemde mantığı isyan ediyor değil mi?! Böyle bir çifte standart, böylesi bir cehalet ve böylesi bir “vahşet” nasıl olabilir? Acaba, toplumun bir kısmı bilgi çağında yaşarken; diğer bir kısmı da "mağara" devrinde mi yaşıyor?

Bütün bunlardan sonra yazılabilecek tek bir şey kalıyor: Allah’ın verdiği canı almak, ne gerekçe olursa olsun, ne insanlığa sığar, ne hakka ne de adalete!..İnsan yaşamına, özellikle de körpecik yavrulara, zalimce kıymaya yönelik ne kadar töreniz varsa; TÖRENİZ BATSIN!..

Kadınlarımızı, Nazım HİKMET’in şu nefis şiiri , çok güzel anlatmaktadır.

KADIN

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.

Nazım HİKMET

 
Toplam blog
: 52
: 1892
Kayıt tarihi
: 05.03.09
 
 

Okumayı seviyorum ve okumanın, insanın içindeki havuza taze suların katılmasını sağladığına inanı..