Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '09

 
Kategori
Aile
 

Kadınların dayanılmaz çaresizliği

Kadınların dayanılmaz çaresizliği
 

Kadın, hiç bir zaman çaresiz değildir. İnsani yömden hep veren taraf olmuştur. Bunu anlamak gerek.


Kadın erkek eşitliği dendiğinde nedense hiç inanasım gelmez. İnsan yaşamadığı ve de görmediği bir şey’e inanabilir mi? Bence kadın olmak, hele hele Türkiye’de kadın olmak en büyük şansızlık… Tanıdığım nice yetenekli kadınlar var ki, salt kadın olduklarından dolayı, ne hak ettikleri yere gelebilmiş, ne de erkeklerin baskısı altından kurtulabilmiş. Bu erkekler önce baba, varsa ağabey olur, sonra da koca… Bir de toplum baskısı vardır ki, onu anlatmaya sözcükler yetmez…


Belki sözünü ettiğimiz eşitliği, hakkıyla yaşayan kadınlarımız vardır ama bunlar kalburun üzerinde kalan birkaç taneyi geçmez. Kanunlar önünde belki eşitiz ama kanunları uygularken bizlere haksız davranılmıyor mu? Kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmıyor mu? Erkek hegemonyası altında sokaklarda bile özgürce yürüyemiyoruz. Giyimimiz kuşamımız eleştiriliyor, çoğu kadınlarımız, çarşaf, peçe yahut da türban taktırılarak, erkeğinin beş adım gerisinde yürütülüyor.


Durun beyler! Kadını arkanızdan değil, sizlerle yan yana, omuz omuza yürütün. İstiklâl Savaşı’nı böyle kazanmadık mı? Kadın meşale gibidir. Gerektiğinde önde gitmelidir ki,

göremediğiniz yolunuzu aydınlatsın.


Mitoloji’de, antik çağlarda kadınlar hep ön planda değil miydi? Anadolu’nun en büyük Tanrılarından biri sayılan Bereket Tanrısı Kibele’nin bir kadın olduğunu, eğitim görmüş her erkek bilir. Destanlarda, şiirlerde, şarkılarda, filmlerde hep kadının güzelliği, duygusallığı, dostluğu, analığı işlenmedi mi? Ya eski Orta Asya steplerinde yaşamış olan Hanlarımızın Hakanlarımızın kadınlarına verdiği değere ne dersiniz? O zamanki fermanların ‘Hakan ve Hatun emrediyor ki…’ ifadeleri ile başlayıp, Hakan ve Hatun’un imzaları ile bittiğini, Hakan’ın imzaladığı hiçbir fermanın tek başına geçerli olmadığını günümüze kalan belgeler açıkça ortaya koymuyor mu? Türk Hakan’ı barış meclislerinde, savaş meclislerinde, şölenlerde ve ayinlerde hatununu yanında bulundurmak zorundaydı. Hatta ve hatta yanında eşi olmadan elçi dahi kabul edemezdi.


Hele hele Cengiz Han yasalarına göre, Türk erkekleri yalnızca bir kere evlenebilir, karısını boşadığı takdirde de ölüm cezasına mahkum edilirdi.. Açıkçası o zamanki Türk kadını, mülkiyet ve çocukları konusunda erkekle aynı haklara sahip olduğundan, tüm insani hakları mevcuttu.


Orta Asya’da ki Türk kadınlarının konumu bu iken, şimdi de Orta Doğu’da ki kadınların durumuna bir bakalım: Arap bir baba için, en utanç duyulacak şey, bir kız çocuğuna sahip olmaktı. Bu nedenle kız çocukları, doğar doğmaz kızgın çöllerin kumlarına diri diri gömülerek öldürülür, erkekler istedikleri kadar kadınla evlilik yapabilirdi. Kadın esir pazarlarında alınıp satılabilen bir mal konumundaydı.


Türkler İslâm dinini kabul edince, şeriat yasaları kadını çok ayrı bir konuma soktu. Zaman içinde de İslâm dininin yanlış yorumları sayesinde kadınlarımız Arap kültürünün ve İslâm yasalarının arasında sıkışıp kaldı. .Faal, çalışkan ve de sosyal yaşamda statü sahibi olan Türk kadını, asalak, kapalı ve gizli bir yaşamın içinde yalnızca erkeğini memnun edebilmek zorunda kalarak aşağılandı. Kısacası İslâm dini dejenere edilmeden Arap kültüründen uzak tutularak yaşamımıza alınamadığı için Türk erkekleri, güç ve zenginliğin de etkisi ile çok evliliklere yöneldi. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun erkekleri, kadınlar üzerinde baskıcı bir egemenlik kurdular. Araplar için kız çocuğu ne ifade ediyorsa, Türkler içinde kız çocuğu küçük düşürücü unsur olarak görüldü. Kadınlar giderek kültürsüz, bilgisiz ve ezik yaşamaya alışarak, kafes arkasında gölge bir yaşam sürmeye mahkum edildiler.


Ama güçlü ve zengin Osmanlı İmparatorluğu zamanla gücünü ve zenginliklerini yitirdi ve askerleri olan erkekler, giderek fakirleşti. Ekonomik sıkıntıları nedeniyle de çok karılılık azalmaya başladı. Hele hele I. Dünya Savaşı, yenilgi, işgâl ve yokluk getirdi. Erkekler cephelere koştuğundan, kadınlar ev işlerinin yanı sıra, hayvanlara bakan, tarlaları ekip biçen, mahsulü satan, ihtiyaçları satın alan, en önemlisi de cephelerin destek ihtiyacını sağlayan, yoğun bir yaşamın içine girdi ve sayısız kahramanlar çıkarttı. Sonra da dünya’da hiçbir millete nasip olmayan bir kurtarıcı sayesinde belli haklara kavuştu. Ulu önderimiz Atatürk, dünya kadınlarının hiçbirisinin mücadele ederek kazanamadığını, Türk kadınlarına mücadeleye gerek bırakmadan verdi ve 31.01.1923 tarihinde İzmir’de halka hitaben yaptığı bir konuşmada aynen şunları söyledi:


‘Bizim toplumun başarısızlığının nedeni kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizliktir. İnsanlar dünya’ya yaşamak için gelir. Yaşamak demek, faaliyet demektir. Bir toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer organı işlemezse, o toplum felçlidir. Bundan dolayı toplumumuz için ilim ve fen gerekliyse bunları hem erkek hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekir. Sosyal yaşamda iş bölümü vardır. Kadının ev vazifesi en ufak ve en önemsiz vazifesidir.’


Ulu önder Atatürk’ün söyledikleri, ne yazık ki onu kaybettikten sonra önemini yitirdi. Bugünün kadını tekrar yoksulluğa, cahilliğe ve çaresizliğe itildi. Aslında sorunumuz ekonomik, sosyal ve kültürel nedenlere bağlı değil. Sorun erkeklerin kendilerini bir fatihlik sembolü olarak görmelerinde. Tamam, biyolojik olarak bizden güçlüler ama zaaflarına ne demeli? Hangi erkek herhangi bir kadındaki güçlü iradeye sahip? Bir anne on çocuğu ile yalnız kalsa, çalışır çabalar, evlatlarını okutup topluma kazandırır ama bir baba tek çocukla bile bu işi beceremez.


Onun için kadınlarımızı ‘karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin’ zihniyeti ile horlamayalım. Aslında bu düşünceyi taşıyan bir erkek, önce onu doğurup büyüten fedakâr anasını, sonra da sıpa yerine koyarak kendini aşağıladığını fark etmiyor mu acaba? Kadınların yaşamlarına renk katan bir çiçek, karanlık dehlizlerde yol gösteren bir ışık, çözemedikleri denklemlerde danışılması gereken bir fikir olduğunu neden kabul edemiyorlar acaba?. Bakın Kâinatın efendisi Peygamberimiz bile ne demiş? ‘Dünyamızda bana üç şey sevdirildi; ‘namaz kılmak, güzel koku ve kadın.


Bu haftaki köşemde bu konuyu işlememin nedeni, çok yakın bir arkadaşımın gözlerimin önünde başından geçen bir olay oldu. Şimdi sizlere yaşanan bu çirkin davranışı anlatarak yazımı noktalamak istiyorum. Yorum sizin.


Sözünü ettiğim arkadaşım emekli bir memur. Eşi de herkesin önünde düğme iliklediği üst düzeyde bir kamu görevlisi ama bakıma muhtaç. İlaçları saatinde verilmezse, yaşaması zor. Oturdukları evin tapusu eşinin üzerine ama eşyalar hanımefendinin.. Beyefendinin ilk eşlerinden bir oğlu ve dört kızı var ve hepsi arkadaşıma babaları ile evlendiği için düşman. Babasını hiç aramadığı halde nedense geçenlerde oğlu yanlarına geldi ve arkadaşımla devamlı kavga etti. Kavgaya eşi de karışınca kadıncağız korkarak bana sığındı. Ortalık yatışınca da evine dönmek istedi ama kapı açılmadı. Uzun zaman kapıyı açmaları için yalvaran arkadaşım, kısa bir süre sonra cümle kapısından iki polis memurunun girdiğini görünce çok şaşırdı. Aynı anda da eşinin kapıyı hafifçe aralayarak, memurlara, ‘bu kadın beni ve oğlumu taciz ediyor, ev benim, lütfen bunu buradan götürün’ dediğini duyunca heyecandan kekeleyerek, o evde oturduğunu söylese de kocası istemediği için memurlar tarafından dışarıya çıkarıldı. Gözlerimin önünde cereyan eden bu olay karşısında, kendimi tutamayarak polislere sordum: ‘bu kadıncağız, gecenin bu vakti nereye gidecek?’ Memurların birinden aldığım cevap çok ilginçti: ‘Bana ne, nereye giderse gitsin. Bize mi götüreyim yani?

Bu olaydan iki gün sonra oğlu babasıyla da kavga ederek gitti. Birkaç gün sonra arkadaşım yalnız kalan, eşinin hasta olduğunu duyunca çok üzüldü ve evine dönmek istedi ama kapıyı açamadı. Çünkü anahtar değiştirilmişti. Beraberce uzun zaman kapıyı çaldığımız halde ses çıkmayınca çilingirci çağırdık. İçerideki manzara dehşet vericiydi. Her yer darmadağınıktı ve ev leş gibi kokuyordu. Eşi de yatak odasında baygın yatıyordu.. Sonra hastane ve yoğun bakım serüveni başladı. Arkadaşım tam iki ay kapısının önünde nöbet bekledi. Eğer üç dört saat daha bulunmasaymış, doktorlar müdahale dahi etmeyeceklerdi. Oğluna ve kızlarına haber verildiği halde işleri yoğun olduğundan, ancak kısa sürelerle iki üç kere gelebildiler.


İşte böyle beyler! Bir ana on çocuğuna aslanlar gibi çalışır didinir bakar ama on tane çocuk bir babaya bakamaz. O baba çocuklarına güvenip, karısını kapı dışarı etse bile… Ayrıca buradan bugüne kadar Türkiye Cumhuriyet’ini yönetenlere de aynen şunları sormak istiyorum; Kapı dışarı edilen, kocasından her gün dayak yiyen, sokaklarda ne idüğü belirsiz erkekler tarafından taciz ve tecavüz edilerek öldürülen, elleri kolları bağlanarak kafası canlı canlı kesilen kadınlarınıza, bu sorunlarını çoktan çözmüş olan Avrupa Birliği mi sahip çıkacak? Çünkü yanlış hatırlamıyorsam, Avrupa Birliği kriterleri’nin hepsini uygulamaya çalışıyorsunuz ama bu kriterlerin içinde ne yazık ki kadının adını halen göremiyorum. Kadının olmadığı yerde de Avrupa Birliği’nin adından söz edilemez. Bunu sakın unutmayın beyler…

 
Toplam blog
: 7
: 835
Kayıt tarihi
: 07.06.09
 
 

Erenköy Kız Lisesini bitirdikten sonra Üniversite için Almanya' ya gittim. İngilizce, Almanca, İspan..