Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '10

 
Kategori
Felsefe
 

Kadınların hak ve mutluluğa kavuşmasının yolu İslam hukuku mu Medeni Hukuk mu?

Kadınların hak ve mutluluğa kavuşmasının yolu İslam hukuku mu Medeni Hukuk mu?
 

İnsanlığın başlangıç noktasını ister evrimle, ister tek bir çiftten geldiğiyle, ister Adem ve Havva’larla açıklayalım; sonuçta insanoğlu bu aleme hakim olmuştu ve gerçekten bu alemin üstündeydi.

İnsanlığın varlığının ve devamının iki gerekli unsuru vardı: Kadın ve Erkek. Ancak bu iki unsurdan daha egemen olanlarsa erkeklerdi.

Kadınlar siyasette/devlet yönetmede erkekler kadar ihtiraslı değildir, iş hayatında disiplinli ancak doyumludurlar. Mülkiyet ilişkileri sürekli onların aleyhine işlemiştir. Bir sürü sayılabilecek nedenlerle onlar sürekli olarak bu egemen gücün ikincil unsuru haline getirilmişlerdir.

“İnsanoğlu” söylemi bile ataerkil bir söylemdir. “İnsan kızı” diye bir sözcük kelime hazinemizde bile yoktur.

Teolojik yaklaşımlara göre bile önce Adem yaratılmıştı, ona yardımcı olsun diye Havva yaratılmıştı. Oysa insanlığın devamlılığının iki gerekli/zorunlu unsuruydu dişi ve erkek kavramı. Adem, Havva ile işlediği suçtan dolayı aşağı indirilmişti. Birlikte suç işleyip birlikte yeryüzüne gönderilmesi bu kader birliğinin başlangıcıydı. Allah, orada bir süre yaşadıktan sonra bana döndüreceksiniz demişti. Alemlere üstün kıldığı insanların atası cennette bir zaafa yenik düşmüştü ve cezalandırılmalıydı. Onların cezaevi de “aşağısı” yani yeryüzüydü. Bu cezadan sonra öteki alemin de üstün varlığı insan olacaktı.

Bu dünyada insanların kadın ve erkek şeklinde ayrışmasının nedeni elbette ki üremektir. Kadın ve erkek birbirini beğenir, çünkü ilkel olarak cinsel bir etkileşim içindedirler. Oysa cennette erkeklere vaat edilen huri kadınların erkekleri çekeceğini sanmıyorum. Çünkü üremek diye bir olgunun olmadığı yerde erkekler kadınları neden istesindi ki? Üremek diye bir içgüdüsü olmayan yaratıkları karşı cins genetik olarak çekmez. Bu konuya sadece cennette kadınların konumu ne olacak sorusuna cevap verilmediği için değindim. Eğer böyle bir şey kadınlara da sunulacaksa, bu dünyadaki karılarımız cennette başka birileriyle birlikte olacak demektir. Aynı şey kadınların eşleri açısından da geçerlidir. Neyse konumuz bu değil zaten.

İnsanlığın başlangıç noktasına ister genetik olarak yaklaşalım, ister teolojik; galiba bu dünyadaki cezanın çoğunu çekenler hep kadınlar oldu.

İnsan kendini yeniden üretmek ve insanların varlığının devamı için bu iki unsuru yaşatmak zorundaydı. Bu “Kendini Yeniden Üretme Süreci “ yani üremek çok maddeci ve duygusuz bir söylem gibi duruyor, bu doğal gerçekliğin ifadesi olmakla birlikte çok kaba görünüyordu.

Bu iki unsurdan erkekler, çok eşli bir eğilime sahipti. Aşkı pek göz önüne almadan cinsel birleşme eğilimine sahip olan erkeklerin karşısında aşkı önemseyen ve özel ilişki isteyen bir kadınlar topluluğu vardı. Kadınlar, genetik olarak çok eşli eğilime sahip olan erkekleri aşkı icat ederek tek eşliliğe ikna etmişlerdi.

Kadının fendi erkekleri yenmişti. Erkekler de aşkla ilişkinin daha duygu dolu, temiz ve onurlu olmasının tadını almışlardı. Kadınlar kuralını koymuştu: Aşk olmadan üremek yok. Gerçekten aşkla yapılan çocuklar da sevgiyle büyüyor ve daha güzel oluyorlardı.

Alemlere üstün yaratılan insanlar, üremek için hayvani ilişki sisteminin içine duyguyu ve aşkı da katmış ve tek eşliliğin ve mülkiyetin mirasla usul- füruğ şeklinde devamını sağlayan aileyi kutsal hale getirmişti.

Aşk ve aile kadınların istediği şekle girmişti. Ama bir sorun daha vardı. Biz erkekler olarak, aşka ikna etmek için taklalar attığımız kadınlarla evlenince veya onları aşkımızın boyunduruğu altına alınca ve kendimize yüzde yüz bağımlı hale getirince onlara büyük değersel travmalar yaşatıp duruyorduk.

Erkeklerin bu şekilde egolarını tatmin etmelerinin yanında onları ezmelerinin nedenlerinden biri mülkiyet ilişkileriydi. Şimdi kadınlar erkeklerle eşit olmak için bunu da aşmalıydı. Ama bunu asla günümüze kadar yaşanmış hiçbir üretim ilişkisiyle başaramamışlardı. Çünkü önlerinde aşılamaz duvarlar vardı: Mülkiyet ilişkileri ve dinler.

Kadınların toplumun içinde bulunduğu bu asimetrik konumun nedenlerinden biri de dinlerdir. Örneğin Kuran format olarak kadına hitaben yazılmamıştır. Cinslerden sadece erkeğe hitap etmektedir. Kadınlar ikincil unsur ve arka planda olarak gösterilmiştir.

Sürekli olarak erkeğin korumasına bırakılan kadınlar da genetik olarak bu doğrultudaki eğilimlere sahip olmuştur. Ama geçen binlerce yıllık insanlık tarihinde kadınlar her türlü baskı ve dinsel emirlere rağmen kendini ortaya koymuş ve erkeklerle eşit olduklarını herkese kabul ettirmiştir.

Çağdaş dünya kadınla erkeğin eşitliği hatta kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapmayı konuşurken İslam’ın kadına bakışı çok gerilerde kalmıştır. Köleliğe karşı başkaldıramamış bir din, kadınları erkeklere nasıl eşitleyebilirdi ki?

Bu sürgün gezegeninde kanımca kadınlar, erkeklerden daha çok ceza çekmek zorunda kalmıştır. Çünkü kadına gerekli bir malzeme ve ihtiyaç gözüyle bakılmış, sürekli olarak mülksüzleştirilmişlerdir. İslam miras hukukunda kadının asimetrik konumlandırılmasına neden olabilecek net birçok ayet bulunmaktadır. Bunlardan en göze batanı Nisa süresi 11. ayettir.

" Nisa 11. Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir."

Bu ayetten anlaşılacağı gibi erkeğe iki, kıza bir pay verilmiştir. Atatürk’ün istediğiyle çağdaş medeni hukukun getirilmesi kadınla erkeği miras açısından bir nebze eşitlemiştir. Bu yanında Atatürk’ün kadınlara verdiği diğer hakları da göz önüne alırsak, kadınların erkeklerden çok Atatürkçü olması gerekir.

Kuran’daki bu miras paylaşımı belki o zamanın Arap yarımadasında bir devrimdir. Ama bunu daha ileri götüren insanlara Allah’ın ceza vermesi saçma olurdu. Atatürk’ün getirdiği bu devrim Allah’ın asla itiraz etmeyeceği bir kanundur. Çünkü insanlara haksızlığı haram sayan ve insanların birbirine yardımcı olmayı emreden Allah’ın emirlerine daha uygundur bu uygulama. Bu kanunları gerekçe göstererek şeriat hukuku isteyen insanlar da Allah yolundan uzaklaşmış olurlar.

İslam’daki hukuk içeren ayetleri inceledim. Bugünkü güncel toplumları yönetmeye yetecek kadar hukuki maddeler yoktur. İnsanlar aslına bakılırsa İslam’daki çoğu maddeyi de daha insanileştirmiştir. Dolayısıyla insanlık mutlaka kendi hukuk kurallarını çağın gereklerine göre koymak zorundadırlar. Bu Allah'a ortak koşmak gibi algılanması saçmalıktır. Çünkü binlerce sayfa süren hukuki metinlerin Kuran'da yazılması olanaksızdır.

İnsanlara doğru yolu göstermek, şiddete başvurmamak, haksızlık yapmamak ve onları iyiliğe sevk etmek için mesajlar, elçiler ve kitaplar gönderen Allah’ın gerçek yolu, aslında insanlara insanca yaklaşım gösteren, barış ve eşitlik öneren demokrasiyle çok özdeştir. Allah da insanların böyle yaşamasını isterdi zaten.

Bunun yanında kapitalist üretim biçiminin ve bu sosyal etkilerle kadınlar hala toplumlarda asimetrik bir konumda kalmışlardır. Kapitalist sistemde var olan sınıfsal hiyerarşiyi açısından bakarsak:

1-) Kapitalist sistemin en başına kapital beylerini koyduğumuzda, bu sınıfın içinde kadın oranı çok azdır. % 5 kadın. % 95 erkek vardır.

2-) Daha aşağıdaki beyaz yakalılar ve yarı patron kesimin içinde de kadınlar, erkeklerden çok azdır. Belki bu oran % 25 kadın, yüzde 75 erkek denilebilir.

3-) Her an işsiz olabilecek emekçi ve küçük esnaf kesiminde erkeklerle eşit olduğu söylenebilir. % 40 kadın, % 60 erkek..

4-) Ama işi olmayan ve iş aramayan kesimde ise kadınlar çoğunluktadır. Çünkü evinde çocuk bakan ve ev işlerini yapan kadın reel olarak işsizdir ve parasal kazanca sahip değildir. % 80 kadın, % 20 erkek. Para kazanacak işleri yapan erkekler de sonuç olarak mülklerin de sahibi olmuştur.

Henüz yaşadığımız yıllarda elde edilmiş olan evlilik birliği kavramı ve “evlilikten sonra edinilen mülklerin ortak olacağı” nın yasalaşması kadın erkek eşitliği için gerçek bir devrim olmuştur.

Dünyayı yöneten ve mülklere sahip olan erkekler olduğu sürece kadın - erkek eşitliği ütopyadan öte gidemez.

 
Toplam blog
: 105
: 3914
Kayıt tarihi
: 05.11.08
 
 

İ. Ü. İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler 1989 mezunuyum. 1993'ten beri uluslararası fındık ..