Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '18

 
Kategori
Öykü
 

Kadir Abi (.)

Kadir Abi (.)
 

Tekstil sektörü, çok zordur. Sabır işidir, sinir harbidir, her kesime hitap eder, herkese ekmek yedirir. Bu işi kendine meslek edinen herkes, sektörün içinde çok şey yaşamıştır. Çok insan tanımıştır. Çünkü bu sektörde okullusu da vardır, okuması yazması olmayanı da vardır. Yoldan geçeni tutup testilci yapanı da gördüm, mühendisliğini okuyanı da gördüm. Bu işte gecen gündüzün yoktur. Hatta lafı da vardır, “Terzi ceketi sabah diker, akşama söker,” diye. Puzzle gibidir, dikersin, sökersin, sökersin, dikersin... Bu böyle devam edip gider. Piyasa büyüktür ama planlamadaysan, ya da üst düzey yöneticiysen birden piyasa küçülür. Piyasadaki herkesi tanırsın, onlar da seni tanır.

Bu işe senelerini verenler herkes tarafından çok sevilir, tanınır, saygı görür. Kadir Abi de böyleydi. Yıllarını bu işe vermiş bir abimizdi. Bugün yanımdaydı. Elinde bilgisayara girdiği kumaşların listesiyle yanıma geldi. Her zamanki gibi masanın önündeki siyah sandalyeyi çekti, yanıma oturdu. İlk önce işimi bitirmemi bekledi. Sessizce, dakikalarca, dikkatimi bozmadan bekledi durdu.

İşimi bitirdiğimi görünce de yüzüne kocaman bir gülümseme yayarak, “Hadi bi demli çay söyle de içelim,” dedi. İki çay çok geçmeden geldi. İki tane kesme şekerini attı, 5 dakika boyunca karıştırdı. Şıngır şıngır ses sinirlerimi bozunca yandan yandan yüzüne baktım. Hemen lafı yapıştırdı, “Çok karıştırmayınca erimiyor meret!” Küçücük bardağa iki şeker atmayıver o zaman diyeceğim, tam dilimin ucuna kadar geliyor ama susuyorum.

“Buyur abi.”

Her zaman böyledir, işimi bitirir bitirmez önce ufaktan bir fabrika dedikodusu yapılmaya başlanır. Kadir Abi’nin kulaklar hep deliktir. Kimin derdi varsa soluğu Kadir Abi’nin yanında alır. Kadir abi herkese akıl verir, onları gerçek bir abi gibi dinler. O da içini dökmek için en son bana gelip, “Bak nooldu biliyor musun?” diye başlar ve planlama müdürü içeriye girene kadar 7 departmanın dedikodusunu bir çırpıda anlatır. Geçenlerde bana, “İnsan hep sahip olamadığı şeyleri ister, iyi ya da kötü, sahip olamadığı şeyleri,” demişti. 35 yılını bu işe verdiğini, bir arpa boyu yol kat edemediğini iddia etmişti. “Yine iyi kötü geldik bir yerlere de...” diyor, tekstile ilk başladığı yılları anlatır, sonra da bu zamanına bin şükürler ederdi. Bir ara babasından bahsetmişti, “Bütün hayatını başkalarının öğrettiği gibi yaşadı garibim. Son nefesini verirken fark etti. Ölümü kendi bildiği gibi oldu, tıpkı doğumu gibi,” demişti.  

Kadir abinin tuhaf bir içtenliği vardı. Bazen çay paydoslarında işim olduğu zaman yanına giderdim. Hep bir peynirli poğaça, bir de zeytinli açma alırdı. Ne zaman yanına gitsem, “Al zeytinliyi ye tok tutar,” derdi. İstemezdim, ısrar kıyamet yapar zorla bir lokma yedirirdi. Bilirdim çünkü, yemek paydoslarına çıkmaz, depoda oturur, demli çayıyla açmasını yerdi.

Akşam eve gitme vaktimiz geldiğinde bahçede servisi beklerken, bizi deponun kapısından sigara içerek izlerdi. 50’li yaşlarda olmasına rağmen bir güne bir gün erken evine gittiğini ne gördüm, ne de duydum. Bu yaşta, gecelere kadar çalışıp dururdu. Biz onun yarı yaşında bile değildik, masa başında çalışmamıza rağmen yorulur eve gitmek için can atardık. Servise binerken onu hep deponun bahçeye bakan kapısında dururken görürdüm. Bir omuzunu kapının sivesine dayar, derin derin içine sigara dumanı çekip evine gidenlere şakayla laf atardı. Servisler kalktığı zamanda rast gele elini boşluğa sallar, aslında hepimizi evlerimize gönderirdi.

Hafta sonu bir telefon geldi. Saat 11.35’di ve ben daha uyanmamıştım. Korkudan ve heyecandan titreyen bir ses, resmen çığlık çığlığa bağırıyordu. “Fabrika yanıyor, koşşşş!”

Yataktan nasıl kalktığımı bilmiyorum. Pazar günü. Daha kahvaltımı yapmadan taksiye atladım. Normalde yarım saatlik yolu 15 dakikada bitirdik. Alel acele fabrikanın uzun ince yolundan koşturmaya başlamıştım. Kafamı kaldırdığımda tek gördüğüm şey, 10 tane itfaiye aracı, her yerden oluk oluk sular akıyor, fabrikadan kara kara dumanlar çıkıyordu. Hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Fabrika neredeyse kül olmak üzereydi. Taş gibi olduğum yerde kalakaldım. Boğazıma bir yumru oturdu. Kendimi ne kadar sıksam da yapamadım. Gözlerimden yaşlar sel gibi akıyordu. Biraz daha ilerleyebildim, daha fazla gitmeye izin vermiyorlardı. Etrafta çalışanları gördüm. Herkes canla başla itfaiye memurlarına yardım ediyorlardı. Kimisi kenarda iki büklüm çömelmiş, içli içli fabrikaya bakıp ağlıyordu. Bazıları kendini yere atmış, çırpınıp duruyordu. Hemen hemen yakın oturan herkes oraya gelmişti.

Etrafıma bakındım. Bana haber veren Nazmiye ablayı gördüm. Koştu yanıma geldi, sımsıkı sarıldı, birlikte ağlaşıp durduk. Ağlamaktan şişmiş gözleriyle yüzüme baktı, “Kadir’i içeriden az önce çıkardılarrrrr, küle dönmüştü küleeee!” diye feryatlar kopardı. Bir anda kalbim sıkıştı. İnanmak istemedim, şoka girmiştim.

“Nasıl? Kadir abi içeride miymiş? Kadir abi öldü mü?”

Nazmiye abla, firmamızın çaycısıydı. Evi fabrikaya beş dakikalık yürüme yoluyla buraya çok yakındı. Dumanları ilk onun oğlu görmüş, hemen itfaiyeye haber vermişler. İtfaiye gelmeden onlar etraftaki herkese haber vermiş. Fabrikanın sahipleri İstanbul dışında olduğu için ilk önce Kadir abiyi aramışlar. Kadir abi telefonunu açmayınca, evini aramışlar. Karısı çıkmış, o gece fabrikada kaldığını söyleyince Nazmiye de hemen beni aramış. Ben gelene kadar, Kadir abinin yanmış vücudunu dışarı çıkarmışlar.

Ne söylenir ki bu durumda? “Bütün hayatını başkalarının öğrettiği gibi yaşadı adam. Son nefesini verirken fark etti, ölümü kendi bildiği gibi olacaktı, tıpkı doğduğu gibi...”

 

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..