Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '10

 
Kategori
Blog
 

Kahve gelir Yemen'den, müşterisi de Tayvan'dan...

Kahve gelir Yemen'den, müşterisi de Tayvan'dan...
 

Dayanıklı fincan, ızgaraya oturtulmuş. Altından ısıtılıyor ağı ağır. Fincan, çatlamıyor. Özel yapım


Güney Doğuda kahve olarak “mırra” içerler. Sadedir. Bir yudumluktur. Saatlerce sizi kahve denizinde yüzdürür. Ağız tadı, gün boyu devam eder. Ağzınızın tavanı ile gönlünüzün örtüsü, hep şenlikler ve mutluluklar içinde kalır bu “Mırra” sayesinde..

Yine birisi, Urfa’da mırra içmiş, yola koyulmuş. Ertesi günü sabah İstanbula yaklaşılırken, otobüste herkese sorulduğu gibi ona da sormuşlar “ Ne içersiniz?” diye Urfalı, mütebessim ve mutlu.” Bi şey içmiyem. Kahveliyem” demiş. Oruçluyum der gibi. Adam, kahve ile hemhâl olmuş. Karşı taraf bunu ne bilsin?! Onun için “ istemiyem” demiş. Ağız tadı, Urfa’dan beri devam ediyormuş anlayacağınız.

Nerden hatırladık? Bizim rahmetli Mumcu, özel misafirimsin diye diye bir hal olduydu da, davetine gidemedimdi. Hep sitem ederdi.

Ara yerde dil kursları açar, insanları inceden haşlar, sonra, kahve içmeğe çağırırdı. Mumcu’ya ayıp olmasın diye bu sefer gidip buldum o yeri. “ geldim” der gibi. İçim burkulmadı değil. Blog toplantılarının olduğu yerdi orası. Duvarlarında blogcular dizi dizi sıralanmışlar, pano olmuşlar. Vardık Şükrü Beyle tanıştık.

Evde pişirdiğimiz kahve, burada başka pişiyor. Kahveniz bittiği halde, telve diye bir şey kalmıyor. Sütün kaymağı gibi bir kat köpük, dibe serilip kalıyor. Her yudumda dolu dulu köpük içinize çekiyorsunuz.

Ateşe dayanıklı malzeme ile özel yapılmış fincanlarda, kısık ateşte ızgara üzerinde, fincan içinde pişirip getiriyorlar. Ben kahve sevmem. Ama, bayıldım.

En çok Yunan ve Rumlar seviyormuş bu tarz kahve içmeyi. Uzak Doğu ve Amerika da dahil, her taraftan müşterisi var. Şükrü Berivan usta icat eylemiş bu usulü. Cezvede kahve, pişerken köpüğünü dağıtıyormuş. Fincanda olmuyormuş. Herkese, aynı kalitede köpüklü servis ediliyormuş kahve böylelikle. 12 yıldır bu işi yapmakta. 7 düvelin insanı tanıyor. Biz bu blog’larda, ancak birbirimizi tanıyabildik. O, kestirmeden gitmiş.

Anı defteri tutmuş. Orada inciler var. Diyorki birisi “ Bu kahvenin 40 yıl değil, yüz yıl hatırı olmalı! Ayrıca dostluklar da çabucak kuruluyor burada. Yer yokluğundan sıkıştık bir halı kaplı sedire. Biraz fazla oflamışız ki, yanımdaki bayan “ Rahattır burası” dedi. İsmi Ebru imiş. “Dostluklar anında kurulur buralarda” diyor. Yeğenini bekliyormuş. Beraber kahve içmeyeceklermiş. Henüz iki yaşındaymış. Ablasıyle yeğeni, çıkıp geldiler. Ayakta kaldılar bir müddet.

Bir başka inci. Yonca diye biri yazmış: ”Kayınvalide adaylarının beklentilerini yükselttiğinin farkında mısınız? Hangi gelin sizin, kahvenizi tatmış kayınvalidenize, Türk kahvesi yapmayı cesaret edebilir?! Ben sırf bu yüzden İtalya’ya yerleştim. (Abartılı bir sebep de olsa, kahvenize ayrı bir iltifat olur.” Ben bu kızın alnından öperim! Abartsa da!

Bir diğer inci “ Amma iş ha! Kahve Yemen’den gelir, müşterisi de Tayvan’dan...” Ört ki, ölem hani! Dünyanın her yerinden insan burada kahve içmiş. Anı defterinde yazıları var.

Resimde görülen Alman Heidi Rehm’ de, hem Türk oryantalliği hem de burada kahve nasıl yapılır seminerine katılmış birisi. Hangisinden dolgun not aldı, bilinmiyor. Ama, her yıl, kahve içmeğe İzmir’e geliyor. Burasını komşu kapısı yapmış. Bir kahve için ha!

Şükrü Usta, bu işin patentini alacak. Müracaat etmiş. Biz Kızlar Hanına girip, kendisini buluncaya kadar tünellerden geçtikce, karşımıza fincanda kahve satıcıları boy boy diziliydi. İllaki Şükrü Ustanın kahvesi, bir başkaydı. Bunu da öğrendik. Böylelikle de, blogcuların karargâhına girmiş olduk. Ama, Mumcu’dan sonra kimse gitmiyormuş oraya.

Bu arada Mumcunun meşhur Blog Yazarları Derneği’ konu edildi. Telefonla Blogcu Adem Çalışkan arandı. Ben konuştum. “Mumcu, bu işi, polemiğe yatkın bir hava içinde takdim etti. Bir sunuş hatası vardı. Bu da agresif bir tavır içinde olduğu için, insanlar kendilerini geri çektiler ve mesele tam olarak aydınlığa kavuşamadı. Adem Bey de söylemlerimi tasdikledi o gün. Olsaydı, bu mümtaz yerde bir lokal de olurdu. Hem de dernekle iç içe.

Bu gün hem blogcumuz, hem dernek üyesi Pınar Zora’dan öğreniyoruz ki, dernek, resmen kapatılacakmış. Mahkemeye çıkacaklarmış bu hafta içinde. Ne denir?

Burası İstanbul Çiçek Pasajı gibi çalışıyor. Yalnız burada bol kahve, çok çeşitli çaydan başka bir şey yok. Tavla’dır, içkidir, fal bakmaktır yok bunlar.

Burada, kültürel bir görev de yapılıyor tanıtım olarak. “Türk kültürünün bir sembolü sayılan Türk kahvesi, farklı bir açıdan lezzet sunumuyla beyinlere işleniyor.

Buraya ilkokuldan beri devam eden bir fotoğrafçı var. Tülin Şaşmaz. 21 yıllık müşteri. Halâ geliyor aynı yere.. Bir Emine Ürkmez var. Bu yerin “Çilek annesi” oluyor. Çilek desenli torba satıyor. Bir Uzun Ömer misali adam var, hala daha Manisa mesir macunları dağıtıyor. Bitirememiş anlaşılan bahardan beri.. Bunlar çarşının renkli simaları.

Hey gidi hey. Bir zamanlar buralarda her vesile ile blog toplantıları olurdu. Evinden ızgarasını getirirdi Mumcu, etleri kendisi pişirirdi. Yine de kimseye yaranamadı. Öldüğü halde, arkasından laf edenler oldu. Halbuki Türk an’anelerine göre ölünün ardından lâf edilmez. O mevtadır ve şeytan bile bu mevtadan elini çekmiştir. İki ayaklı insanoğluna lâf düşmez.!” Dinen de, ahlaken de caiz değildir.

Onunla hiç tanışmadık. Buluşmadık. Atışmadık. Çok olmasa da yazıştık. Bana kırgın öldü. Allah rahmet etsin.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..