Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '19

 
Kategori
Öykü
 

Kahvedeki Telve…

Neşe’nin aklında Asım'ın telefon numarası, sehpanın üzerinde ise telefonu vardı.

Telefon edip “gel” diyeceğim.

Düşündü, gel sözcüğü çoktandır anlamını yitirmişti oysa Neşe için.

Gel, hiçbir şey istemeyeceğim, hiçbir şey vermeyeceğim. Yalnızca gel…

Çare kaçışta değil ki sonumuzun ucuna da gelmişiz zaten,  tek çaresi var.  O da, yüzleşmek, kendimizle, birbirimizle, sevgimizle yüzleşmek…

İçimizde bir bebeği büyütür gibi büyüttüğümüz sevgimizle yüzleşelim diyeceğim Asım'a ve hiçbir şey istemeyeceğim, yeter ki gel diyeceğim...

Nasıl ki ateş demiri eritirse, sevgi de kızgınlıkları, kırılmışlıkları eritir, iyi eder, yok eder. Yok etmelidir de! Bu gerçeği yok sayamayız gel diyeceğim.

Evet, dağ dağa kavuşmuyor, doğrudur, zira dağlar yürüyemez, bir yerden başka bir yere gidemez ama biz dağ değiliz ki insanız, yürümeli hatta koşmalıyız birbirimize, hadi gel diyeceğim hatta haykıracağım…

Biliyor musun Asım?

Zaman zaman karaltıları bile sana benzetiyorum ve onlara sesleniyorum. Dünya, dünyasız nasıl yaşanırsa bende hayatı sensiz öyle yaşıyorum ama artık bitsin, gel…

Nasıl poyraz estiğinde hava soğursa, kızgınlıklar da hatırlandıkça kavileşiyor, hadi “gel” diyemiyor işte insan o zaman…

Unutalım mı tüm olanları, unutabilecek miyiz gerçekten de!

Unutmak zorunda mıyız ki?

Neşe tüm bunları düşünürken istemsizce telefonunu eline aldığını fark etti. Sanki elinde kor bir ateş tutuyormuşçasına fırlattı birden. Hayır, aramam/arayamam, gel demem/diyemem. Hem neden ben arayacakmışım ki? Neden ben gel diyeyim ki? Üstelik ben onu kaç kere de affetmiştim!

İşte, yine poyraz esiyor.

Şeytan yine mesaisine başladı.

Nefs kabardı, benlik yine zirveye koşar adım ilerliyor. Kendini temize çıkarma dürtüsü, karşısındakini suçlama telaşı ağır basmaya çoktan başlamıştı bile…

Ve gel, hadi gel hiçbir şey istemeyeceğim, hiçbir şey vermeyeceğim. Yalnızca gel düşüncesi de yok olmaya yüz tutmuştu çoktan…

Oysa Asım "Sevemeyenler ölülerdir ancak” derdi hep…

“Peki, sevip te yanında olamayanlara ne demeli?” diye sorduğunda ise;

“Sevgiyi aşan nefretlerdir buna sebep olan ya da olası kırılmaların önünü almaktır yanında olmaktan alıkoyan” diye cevap vermişti…

Bu kadar mı?

Neşe, bu kadar mı çok bezdirdim seni, bu kadar mı çok ürküttüm, kıracağımdan bu kadar mı korktu” diye sorup duruyordu her aklına geldikçe…

“Yanında olmak, sarıp sarmalamak istemiştim oysa hep, onu hiç kırmak istememiştim aslında” diye geçirdi içinden...

Şimdi anımsayamıyordu ama bir gün, bir yerde okuduğu “Oysa insan en çokta birbirini sarıp sarmalamak isterken yıpratıp, parçalarmış” sözü geldi aklına, buğulanmış camın kenarında, elindeki boş fincanın dibindeki telveye dalmış halde iken…

 

 
Toplam blog
: 108
: 2366
Kayıt tarihi
: 05.04.08
 
 

1972 Haziranında  Eskişehir'de doğdum. Edirne'de ikamet ediyorum. Duygu ve düşüncelerimi yazıya d..