Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '06

 
Kategori
Fotoğraf
 

Kamera ne kadar doğru söyler?

Kamera ne kadar doğru söyler?
 

Bir nehirde sadece bir kere yıkanabilirmiş insan. Akan nehirden farkı yok anların da. Birbiri ardına ekleniyor, akıp gidiyorlar geride iz bırakmaksızın. Zaman içinde yolculuk ve geçmişe dönüş gibi ‘zamanı elde tutma, ona hakim olma’ temalarının bugüne dek sayısız romana ve filme konu olmasına rağmen, bilim zamanı durdurmanın yolunu bulabilmiş değil hala... 

Yaşanmış olana dair izler, hafızada yer eden görüntüler, ağızdan ağza aktarılan hikayeler ve ressamların fırçalarından çıkma tablolardan ibaretti çok da uzak sayılamayacak bir geçmişe kadar. Tek bir kez olmuş ve yinelenmesi mümkün olmayanı yakalamayı düşünmek bile hayaldi fotoğrafın icadına kadar. İcatlar çağı 19.yy, günümüz kitle iletişim araçları arasında yadsınamaz öneme sahip olan fotoğraf makinesinin de icadına tanık oldu ve bu araç, 20.yy’a damgasını vurarak gündelik hayatlarımız içinde vazgeçilmez yer edindi kendisine. 

Her geçen gün gelişen dijital olanaklar, küçüldükçe küçülen, uçanı kaçanı havada yakalayan fotoğraf makineleri, mesaj alma ve iletme amaçlarının çok ötesine giderek, hareketli / hareketsiz her çeşit görüntüyü kaydeden, yanımızdan bir an olsun ayırmadığımız 'en vazgeçilmez sevgililerimiz' cep telefonlarımızın da etkisiyle, bu yerini her geçen gün sağlamlaştırdığına da şüphe yok!.. 

Haydi, bir an gözlerimizi kapatıp fotoğrafın -ve görüntüyü kaydeden diğer araçların- varolmadığı bir dünya düşünmeye çalışalım bulunduğumuz andan. Bunu becerebileniniz var mı bilemiyorum ama bunun beni aşan bir çaba olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Dünyaya dair bilgimin neredeyse tümünden vazgeçmek anlamına geliyor bu. 

Hayallerimi süsleyen bembeyaz evleri ve sardunyalarıyla Santorini'nin eğri büğrü sokakları, dev gökdelenleriyle bir New York silüeti, Paris'in orta yerinde yükselen Eifel Kulesi, İshak Paşa Sarayı'nın büyüleyici görüntüsü... 

Irak'ta birbiri ardına patlayan bombalar, işkencecilerin pis pis gülen suratları, toplama kamplarının dehşeti, aç çocukların simsiyah iri gözleri... 

Magazin dünyasının her geçen gün aralarına yenileri eklenen simaları, hayatımızın her alanına her an dahil oluveren reklam görüntüleri - en sevdiğimiz filmi izlerken, metroda balık gözlerimizi açık tutmaya çalışıp işe yine mi geç kalacağım diye endişelenirken, deniz kenarında yürüyüş yaparken, otobüs duraklarında beklerken gördüğümüz... 

Annemle babamın evlilik günlerinde yüzlerindeki şaşkın ve mutlu ifade, 2-3 yaşımda ablamla birlikte deniz kıyısında oynayışım, 5-6 yaşlarındaki babamın elinden tutmuş, köy meydanında gülümseyen gencecik babaannem, aile albümlerinden tanıdığım, belki bir kez bile karşılaşmadığım hısım akraba... 

Tek bir kez bile gerçekten karşı karşıya gelmemiş olmama rağmen ezberimden bildiğim tüm o görüntüleri bir anda silivermek hiç de kolay iş değil... 

Anları içine hapseden küçük karanlık kutu, günümüzde insan yaşamının tam orta yerine yerleşmiş, tüm hayatlara nüfuz etmiş durumda. 

Fotoğrafçı da elindeki gücün farkında elbette. Kendisini bir nevi tanrı gibi görmekte, gerçeğe hakim olduğuna, elindeki ‘silah’ ile onu zaptettiğine inanmakta; bu ‘tanrısal’ amaç doğrultusunda her çeşit hakka sahip olduğundan emin, insanların özel yaşamlarına izinsiz girmekten en ufak rahatsızlık duymamakta. Kamera yalan söylemediğine göre, gerçek avcısı olan belge fotoğrafçısı da kamerasının dürüstlüğünden emin, dünyaya gerçekliğin kayıtlarını sunmaya devam ediyor. 

“Bireyler bir fotoğrafı ellerine aldıkları zaman, fotoğrafın gerçeğin bir kesitini aktardığını – gösterdiğini düşünür. Çoğu kez fotoğrafın 'gerçek'i yansıttığı düşüncesi önem kazanır. Fotoğraf karşısında pek şüphe duyulmaz. Hemen kabul ediliverir.” diye yazıyor Ertuğrul Algan, "Fotoğraf Okuma- Görüntü Çözümlemesine Giriş" isimli kitabında. 

Gerçekten de “fotoğraf = belge” denklemi çok uzun yıllar geçerliliğini korumuş, bugün bile pek çok insan tarafından sorgulanmadan kabul edilen bir denklem. Oysa bu denklemin sağlamasını yapmaya başladığımızda, farklı bir resim çıkıyor ortaya. 

Biricik bir gerçekliğin dondurulmuş hali olan her fotoğraf, sayısız farklı okumalara açık. Bir tek fotoğrafa bakarak yüzlerce farklı öykü kurulabilir ve bu öykülerin tek biri bile o an orada yaşanan an’la alakalı olmayabilir. "Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler" diyen John Berger, yıllar önce bu konuyla ilişkili bir çalışma yaparak 8-10 fotoğrafı toplumun farklı kesimlerinden insanlara göstermiş, onlara fotoğrafta ne gördüklerini sormuş. Soruya verilen cevaplarının hepsi birbirinden farklı olmasının ötesinde, gerçekte o an orada olup biten olaydan da tümüyle uzakmış… 

İşin ‘son ürün’ haline gelmiş fotoğrafa bakma yanını bir yana bırakıp denklemi fotoğrafçı tarafından ele aldığımızda da fotoğrafçının “bakış açısı”nı gözardı edemiyoruz. Edouard Boubat “Fotoğraf Sanatı” isimli eserinde “Yaratıcısına bağlı olmayan iş yoktur; her şeyi bir makine yapıyormuş gibi gelir, oysa aynı konu karşısında, aynı makine fotoğrafa sayısızca değişik anlam verecektir” diyor. 

Gerçekten de fotoğraf çekmek, bir "seçme ve reddetme" edimi. "Fotoğrafçı en başta kadraj yaparak bir görüntüyü seçer, böylece dışında kalanları reddetmiş olur. Dolayısıyla her fotoğrafta bütünden koparılan bir parça vardır. Ayrıca fotoğrafçının kurduğu kompozisyon, onun bakış açısına göre değişir. Ki bu bakış açısı da içinde bulunduğu toplumsal-kültürel koşullarla ve ideolojiyle oluşur. Bu nedenle fotoğraf gerçekliğin temsilinden ziyade gerçekliğin yeniden kurulmasıdır.” (Cem Arsalcı) 

Öyle ise kameranın 'anahtar deliği'nin çerçevelediği görüntü, gerçeğe ne derece yaklaşabilir, önünde olup biten ana ne derece ışık tutabilir? Deliğin arka tarafındaki göz, gerçeğin belgelerini oluşturduğu konusunda ne derece iddialı olabilir? 

Siz fotoğraf makinelerinizin ve cep telefonlarınızın anahtar deliklerine belki bir sonraki sefer bu gözle yaklaşırken, ben de sinema tarihi klasiklerinden Antonioni'nin "Blow-up" (Cinayeti Gördüm) ve Hitchcock'un "Rear Window” (Arka Pencere) filmlerini bu gözle değerlendirmeye çalışacağım bir sonraki yazımda... 

 
Toplam blog
: 5
: 2791
Kayıt tarihi
: 07.04.06
 
 

Aynı gün kaybettiğimiz iki büyük usta için... Sinema dünyasında yaprak dökümü 89 yıla 6..