Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '16

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Kanser denilen bu illet

Kanser denilen bu illet
 

Dilerim hepimizi sağlıklı günler kucaklar ve bu illet kıyımıza köşenize uğramaz.


Kanser… Günümüzde çığ gibi büyüyen bir illet. İsmi bile korkutucu, soğuk, buz gibi. Etrafımı gözlemledim şöyle bir. Yakın çevremde, akrabalar, eş, dost, arkadaş... Derken üşenmedim tek tek yazdım isimlerini. Tam yirmi beş kişi bu amansız hastalığa yakalanmış. Bazıları hayatını kaybetmiş. İçim titredi gerçekle yüz yüze gelince. Son günlerde çok fazla duyar olduk ne yazık ki bu amansız hastalığı.

Vaktiyle radyasyonlu çaylar içtiğimizi hatırladım. Deli danalı etleri yediğimizi. Sonra kuş gribini… Domuz gribini… Ozon tabakasının delindiğini… Sonra, sonra radyasyonlu balıkları tükettiğimizi… Sinekli domatesleri… Hani yurt dışına ithal edilmişti de iade etmişlerdi aynı armutlar gibi ve yurdum insanı hazır ucuz bulmuşken bol bol tüketmişti.

O günlerden bu günlere geldik. Düşünüyorum da ister istemez acaba o günlerin mirası mı bugün hızla yayılan kanser? Gerçi o günlerden bugünlere değişen pek bir şey yok. İnsan sağlığı hala tehdit altında. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla karşı karşıya değil miyiz? Hormonla büyütülmüş meyve ve sebzeler. Ne domateslerde o mis koku kaldı ne de lezzet. Oysa Türkiye tarım ülkesiydi bir zamanlar ama ya şimdi?

Teknolojinin gelişmesiyle dört bir yanımızı kaplayan hatta bizi kapsama alanına alan radyo aktif ışınlar cep telefonları, bilgisayarlar, baz istasyonları içinde yaşamıyor muyuz?

Sonra stres. Günümüzün başka büyük sorunu. Asabiyiz çoğumuz. Gerginiz. İş yeri sorunları ile boğuşuyoruz belki. Belki ayın sonunu nasıl getireceğimizin derdine düşmüşüz. Aman sen de stres mi deyip geçmeyin. Unutmayın ki duvarı nem insanı gam yıkar.

Ben doktor değilim elbet ama okuduğum kaynaklardan öğrendim ki her insanda kanser hücresi bulunuyormuş. Yaşadığınız çevre koşulları, sizi çepe çevre saran stres, yedikleriniz, içtikleriniz… Tüm bunlar ve benim bilmediğim başka faktörler de olumsuz etkilediğinde bünyeyi, direnci düştüğünde vücudunuzun bir yerlerinden patlak veriveriyormuş. Koynunuzda beslediğiniz uyuyan yılan uyanıyor ve bir anda alaşağı ediveriyor yaşamınızı.

Düşünsenize aniden beliren şikayetlerinizle hastaneye koştunuz. Tetkikler yapıldı ve sonuç “kansersiniz.”

Evet, doktorlar için bunu söylemek kolay, alışmış olmalılar, ne de olsa işlerinin bir parçası. Söyleyecekler elbette. Çünkü siz, size ne olduğunu, hastalığınızın sebebini öğrenmek istiyorsunuz. Bu sizin en doğal hakkınız.

Ama bir yakınınız ise bu kötü hastalığa yakalanan. Donakaldıysanız doktorun peş peşe sıraladıkları karşısında. Nutkunuz tutulduysa. Tedavisi mümkün değil dediyse…

Öğrendiğime göre birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü evreleri varmış bu illetin. Dördünce evre en kötü olanı. Yolun sonu. Hele bir de metastaz yaptıysa… Yani kemiklere sıçradıysa… İşte o zaman ömür biçiveriyorlar yakınınıza, canınızdan canınızı koparıveriyorlar. Hani “nur topu gibi bir oğlunuz oldu” veya “nur topu gibi bir kızınız oldu” diye bırakıverirler yeni doğmuş bebeği kucağınıza, işte öyle bir şey. “Nur topu gibi kanserli bir hastanız oldu.” Oldu… Her şey Allah’tan tabi, hayır da, şer de. Ama bizlere de akıl vermiş yüce Rabbim. Kanser yapan yiyecek, içecek, vs. leri bildiğimiz halde ve zaman zaman bu hastalığa yakalanan bir eş, dost duyduğumuz halde hiçbir şey yapamıyoruz.

Sonra doktor “Geçmiş olsun.” deyiveriyor.

“Keşke geçmiş olsa… Ama bu söylediklerinden sonra nasıl geçecek ki?”

Yapacak bir şey yok dercesine başını yana eğiyor doktor.

Evet, yapacak şey yok. Belki çok şey var. Elimiz kolumuz bağlı değil belki de ama uykuda mıyız ne? Etrafımızda olup biteni görmüyor muyuz ne? Düşünüyorum da günlerce domuz gribi konuşuldu medyada. Yazıldı çizildi. Ne oldu peki?

Unutuldu gitti.

Hani yukarıda yirmi beş kişiden bahsettim ya… Benim bildiklerim. Ya hastanelerde kemoterapi, radyoterapi seanslarında şifa arayanlar? Ya henüz hastalığının farkında olmayanlar. Yakınının hastalığını bilip bunu söyleyemeyen ve o üzülmesin diye yüreği kan ağlarken, yüzüne baktığında bin kere ölürken mutluymuş gibi rol yapanlar. Gecesi gündüzüne karışanlar. Kötü bir haber alacağım diye kulağı telefonda olanlar…

Alınan ilaç ya da ışın tedavilerinin yan etkileri… Kanserli hücrelerin yanı sıra sağlam hücrelerinde ölmesi. Bir süre sonra sağlam hücreler yerlerine geliyormuş, öyle yazıyor kaynaklar ama ishal, ağızda yaralar, enfeksiyon kapma riski, düşen beyaz küreler, iştahsızlık, yorgunluk, asabilik, ağrılar ve daha pek çok şey. Bol bol protein alınması lazımmış. Karbonhidrat alınması sonra.

Uygunsa ameliyat şansı da var tabi. Kanserli yeri kesip almak… Kökünden kurtuluş olabilir mi yoksa başka yerden yeniden patlak verebilir mi, elbette bilemeyiz. Lakin erken teşhiste en azından tedavi edilebilme ve iyileşebilme şansınız var.

Unutmamamız gereken bir husus daha var ki… O da genetik miras. Birinci derece yakınlarında kanser olan bireyler de risk grubu altında. Bir gazetede okudum geçen gün göğüs kanseri için yazmışlardı ama belki başka tür kanserlerde de uygulanabiliyordur. O kanser türünün geni kan tahlili ile vücudunuzda var mı yok mu anlaşılabiliyormuş.

Bir de kantaron otu, ısırgan otu, zakkum gibi alternatif tıpta tavsiye edilen bir takım bitkiler var. Yararı var mı yok mu, bilemem elbet. Ama bildiğim şu ki… Denize düşen yılana sarılıyor. Fakat derim ki doktora danışmadan bu otları kullanmayın. Zira hangi tür kansere hangi tür ot iyi gelir bilemezsiniz. Birine iyi gelen şey diğerinin derdini körükleyebilir. Hani kaş yapalım derken göz de çıkarmayalım.

Bir de yüreklerinde merhamet kalmayan insanlar var. Bunlara insan demek ne kadar doğru oda tartışılır gerçi. Tarihi geçmiş kanser ilaçlarının ambalajlarını değiştirerek piyasaya sürecek kadar insafsızlar. Söyleyecek tek kelimem yok onlar için “Allah layıklarını versin”den başka.

Tanık olduğum bir başka olayı da paylaşmak istiyorum siz okurlarımla… Hastaneden çıktım ve eve dönmek için dolmuşa bindim. Dolmuş kalabalık. Ayakta pek çok yolcu var. Hemen önümden bir bayan bindi. “Bir adım ilerler misiniz.” dedim. Kadıncağız ilerleyemedi; çünkü önündekiler müsaade etmedi. O sırada şoför kapıyı kapattı ve zaten rahatsız olan sol ayağım kapının arasına sıkıştı kaldı. Can havliyle bağırdım. Kapıyı açtı. Ayağımı kurtardım ama canım fena halde yandı tabii. Bayana “Bir adım ilerler misiniz, dedim. İlerleseydiniz ayağım sıkışmayacaktı, dedim. Zaten hastaneden geliyorum.”

Kadıncağız “Ben de hastaneden geliyorum. Kemoterapi aldım.” demez mi… Nutkum tutuldu. Söyleyecek tek kelime bulamadım. Kimi kimsesi olsa kemoterapi almaya tek başına, toplu taşım aracı ile mi gelirdi, diye düşünmekten alamadım kendimi.

Yalnız ben değil, herkes duymuştu dudaklarından döküleni. Sağıma baktım, soluma baktım; bir Allah’ın kulu kalkıp kadıncağıza yer vermedi. İçim bir kez daha sızladı. Bu kadar duyarsız bir toplum mu olmuştuk? Boğazım düğümlendi. Birkaç durak sonra bir yer boşaldı. Siz geçin oturun şöyle dedim. Oturdu. Birkaç durak sonra da ben indim. İşte böyle.

Sevimsiz bir hastalık, kanser.

Ne yazık ki yaşıyoruz. Yaşıyoruz…

Dilerim hepimizi sağlıklı günler kucaklar ve bu illet kıyımıza köşenize uğramaz.

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..