Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '17

 
Kategori
Kitap
 

Kanunsuz Kaymakam

Kanunsuz Kaymakam
 

 

“Hiçbir alacak ve borcun,

din kitaplarının dediği gibi,

kıyamete veya öbür dünyaya

kalmadığını öğrendim.”



NADİR ELİBOL

(Rüzgâr Gibi Geçmedi)

 


Pek çok dost, “1980’de Kars’ın Susuz ilçesinin bir köyünde bulunan alçıtaşı ocağından söz etmiştin. Hani, dönemin iktidar partisinin il başkanında imiş ya ruhsatı. Ve 17 bin 500 lira gibi çok ucuza kapatmış üç yıllığına. Süre bitince, Susuz Kaymakamı, “Köylere Hizmet Götürme Birliği”ne almak istemiş ruhsatı da, “Ben varken, sen zor alırsın o ruhsatı Kaymakam!” demiş ya adam. O işin sonucu ne oldu?” diye sordu.

Doğru ya, başka konulara girince, onu unutup gittik arada.

İyi de kardeşim, siz iktidar partisinin il başkanı olsanız, elinize geçirdiğiniz böyle yağlı – ballı bir kuyruğu kaptırır mısınız; bir başkasına?

Kaptırmak istemezsiniz elbet, ama karşınızdaki de herhangi bir yönetici değil ki, Kaymakam Turan Eren… Kanunların kendisine tanığı yetkileri, korkusuzca sonuna kadar kullanıyor bu adam.

Bakalım, kim galip çıkacak bu savaştan?

1980’in Ağustos’unda idi bu kavga… Her iki taraf da kılıçlarını bileylerken, 12 Eylül günü sabaha karşı, ordu idareye el koymasın mı? Bu sırada Kars Vali Vekili de Susuz Kaymakamı Turan Eren…

Darbeden birkaç gün sonra, yolsuzluk ve partizanlık yaparak halkın huzurunu kaçıran birçok kişiyle birlikte, İl Özel İdare Encümeninin özellikle alçıtaşı konusundaki etkili üyesi de tutuklanıverir.

Gün doğmadan neler doğarmış, gördünüz; değil mi?

Dolayısıyla, Vali Vekili Turan Eren’in başkanlığında yapılan ilk İl Özel İdare Encümeni toplantısında, Alçılı köyünün alçıtaşı ocağı ruhsatı, oy birliği ile “Susuz İlçesi Köylere Hizmet Götürme Birliği”ne verilir.

Çok geçmeden, Kars Çimento Fabrikası Müdürü ziyaret edip Vali Vekilimizi; “Alçıtaşı işini ne yapalım? Ne emredersiniz?” diye sorar.

“Ruhsat, Köylere Hizmet Götürme Birliğinde… Birlik, ücreti karşılığı, ruhsatı kullanma yetkisini fabrikaya devretsin.” der; Vali Vekili. “Ruhsat bedeli, yıllık 1 milyon TL.”

“Biraz fazla değil mi Sayın Valim!” diyecektim ben ama nedense hiç itiraz etmez müdür. Gerekenler yapılır, para ödenir. Birliğe alınan paranın üçte ikisi olan 750 bin lira Alçılı köyünün hesabına aktarılır. Susuz ilçesi de, Alçılı köylüleri de çok sevinir bu sonuca.

Yıl 1981… Mayıs’ın 15’i… “Susuz ilçesine de bahar geldi, geliyor” derken, hava soğuyuverir birden. Isı sıfırın altında… Yerlerde buz… Ve yaklaşık bir karış kar yağıverir ilçeye. Derken, Porsuklu köyünün muhtar ve ihtiyar heyeti önde olmak üzere 109 köylü dayanır Kaymakamlığa.

Niçin mi?

Anlaşıldığı gibi, o yıl, bahar bir türlü gelmediği için, her yer kar ve buzla örtülü olduğundan, hayvanların yemi tamamen bitmiş. Yem bulunmazsa en geç bir iki gün içinde, hayvanların hepsi ölecek açlıktan. Yaşlı bir köylü, “Kaymakam Bey, yemin billah, başımın altına koyduğum yastıktaki otu çıkarıp verdim de hayvanlarıma, öyle geldim buraya. Döndüğümde verecek hiçbir şeyim yok! Ne olur bize yem bul.” diye yalvarır.

Yumuşak koltuklarında gururla oturmak değildir; yöneticilerin görevi. Aksine, bunun gibi, beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan umulmadık sorunlara çare bulmaktır.

Hemen durumu valiye arz edip O’nun tavsiyesiyle Kars Süt Fabrikası Müdürünü arar Kaymakamımız. Müdür, derde derman olacağına, “Sakın araya girmeyin Kaymakam Bey. Kars bölgesi borcuna sadık değildir. Ne süt verirler, ne para… Geçmişte birçok kez, fabrikadan yem almışlar; kredi almışlar. Ama borçlarını ödememişler.” diyerek yem vereceğine akıl verir.

Kaymakam, “Yemi köylüye değil, bana ver. Borçlu olan ben olayım; parayı ben ödeyeyim.” diyerek ikna eder müdürü. Hemen Porsuklu köyüne gidip her hanenin ne kadar yeme ihtiyacı olduğunu belirler. Toplam 600 çuval yem ihtiyacı vardır.

Süt fabrikasına 600 çuval yem siparişi verilir. Ertesi gün, kamyonlarla gelen yem, Porsuklu’ya götürülüp belirlenen listeye göre köylüye dağıtılır.

Porsuklular, hayvanlarına yem buldukları için mutludur, Kaymakam da yurttaşların derdine derman olabildiği için…

Der ki köylü, “Sağ ol Kaymakam Bey. Büyük bir dertten kurtardın bizi. Evet, şu kadar borcumuz var size. Borcumuzu nasıl mı öderiz? Yaylaya çıkar, süt ve peyniri satar, 25 Haziran’da parayı bir tamam, noksansız olarak teslim ederiz size.”

Korkmaya gerek yok ki! Yazı İşleri Müdürü şahit, Jandarma Komutanı şahit… İnkâr edecek değiller ya!

Sayılı gün çabuk geçip 25 Haziran geliverir. Kaymakam, Jandarma Komutanını çağırıp Porsuklu köyü muhtar ve ihtiyar heyetini getirtmesini ister. Üç gün geçtiği halde emir yerine gelmeyince nedenini sorar. Cevap şudur:

“Gece gündüz arıyoruz efendim. Ne yaylada bulabildik, ne köyde!”

Paranın, 30 Haziran günü fabrika müdürüne teslim edilmesi konusunda söz vermiştir Kaymakam. 29 Haziran’a kadar muhtar da bulunamaz; ihtiyar heyeti de…

Kaymakam aynı gün, Jandarma Komutanı ve sekiz jandarma erini alarak gider köye. Bırakın muhtarı ve ihtiyar kurulu üyelerini, bir tek erkek bile yoktur köyde. Kasalı bir kamyon bulunur. Borçlu her haneden bir kadın alınıp getirilir kamyonun yanına. Der ki, komutana Kaymakam:

“Kadınları götür; Jandarma karakoluna. Parasını getiren, karısını alır.”

Tüm hazırlıklar bu şekilde yapılmışken, önde muhtar ve ihtiyar heyeti olmak üzere köyün tüm erkekleri çıkıp gelmesinler mi?

Nereye mi saklanmışlar? Köy kıyısında bulunan vadideki meşelik alana…

Kadınları evlerine gönderir Kaymakam. Sonra da, “Komutan, bu değerli zevatın hepsini kamyona bindir.” emrini verir. “Neden efendim?” diye soran muhtara verilecek cevap bellidir:

“Borcunuzu ödemediğiniz ve kaçtığınız için…”

109 borçlu köylüyle birlikte dönerler ilçeye. Kaymakam, “Parasını ödemeyen hiç kimseyi asla bırakmayacaksın.” diye emir verir Komutana.

Saat 23.00’a doğru bir telefon:

“Efendim, 109 kişi getirmiştik. 100’ünün parası cebindeymiş. Bana verdiğiniz listeye göre, paralarını ödediler. Onları bırakayım mı?” diye sorar Komutan.

“Evet, onları bırak. Ötekileri bırakma.”

Biraz sonra yine telefon eder Komutan:

“Sayın Kaymakamım! Borcunu ödeyen 100 kişiyi bıraktım. Kalan 9’u, ısrarla, “Bizi de bırak. Yarın saat 8.00’de parayı getiririz.” diyor. Ne emredersiniz?”

Kaymakam, dili sütten yandığı için, yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih edip, “Sözlerine güvenmiyorum. Sabah 9.00’da, sen kalan borcu getireceksen, bırak.” der.

Sorumluluğu üslenip onları da bırakır Komutan. Ama sabahleyin saat 9.00’da, 9 köylünün toplam borcunu da getirip teslim eder.

Parayı yanına alan Kaymakam, doğru Süt Fabrikasına gider. Müdürün ilk sözü şudur:

“Parayı alamadın, değil mi, Kaymakam Bey?”

“Haklısın, alamadım.”

“Biliyordum alamayacağını!” deyip Kars yöresindeki köylüden ne kadar alacakları olduğunu, icraya vermelerine rağmen bir türlü tahsil edemediklerini uzun uzun anlatır; sonra da:

“Kaymakam Bey, ben süte 18 lira veriyorum ama köylü sütünü bana değil, götürüp mandıraya 6 liradan veriyor.”

Kaymakam şaşkın, “Bu köylü ne enayi, ne deli… Neden sana 18 liraya vermiyor da başkasına 6 liradan veriyor?” diye sorsa da, “O iş uzun” diye geçiştirip, “Demek parayı alamadın!” diyerek konuyu değiştiriverir.(*)

Kaymakam, elindeki torbayı masaya bırakıp, “İşte alacağının tamamı… Say bakalım; tamam mı?” der, kendinden emin.

Müdür, inanmak istemez. Torbayı açıp da parayı görünce, “Olamaz, bu parayı onlardan almamış, başka bir yolla bulup getirmişsindir.” deyip saymaya başlar. Sonra da:

“Tamam… Tamam da çok merak ettim, nasıl aldın?” diye sorar. Kaymakamı dinleyince, “Çok etkili bir yöntem… İcradan da mahkemeden de etkili…”

“Evet, etkili ama kanuna ne kadar uygun? Onu hiç düşündün mü?”

“O tarafı karıştırma. Devlete borçlarını ödememekle en büyük kanunsuzluğu onlar yapıyor.” der müdür.

Turan Eren’in “Üç Dilek” adlı kitabındaki bu bölümü okurken, 1965’te Ankara Devlet Tiyatrolarında oynanan Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” oyununu anımsadım. Oyuncu Yalın Tolga, kânun mânun dinlemeden halk için yararlı birçok olumlu ve halk için yararlı iş yapan deli dolu bir kaymakamı başarıyla canlandırıyor ve oyun çok beğenilerek çılgınca alkışlanıyordu.

Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulunda görevliydim o yıl ve öğrencilerimden birçoğunu götürmüştüm; “Türk Ocağı” binasında sahnelenen o tiyatroya.

Keşke, yeniden sahneye konsa o güzel eser! (**)

 

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr



(*) Bugünlerde fındık fiyatları konusunda da benzer bir tartışma var. Güya fındık üreticisi devlete 12 liraya satmıyormuş da, tüccara 8 liradan veriyormuş. Siz inanıyor musunuz buna? Gerçekten böyle ise, köylümüzü böyle yapmaya mecbur bırakan sebep nedir?

Bu soruyu cevaplandırabilecek aklı başında bir yöneticimiz yok mu?

(**) İnanıyorum ki, başarılı bir yönetmen, Turan Eren’in Üç Dilek adlı bu eserini de tiyatroya ya da sinemaya uyarlayabilirler.

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..