Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kaos içinde, muammanın pençesinde!

Kaos içinde, muammanın pençesinde!
 

Fotoğraf : www.felsefeekibi.com



Son zamanlarda gündemi belirleyen konu ve tartışmalara bir bakıyorum da;

Son küresel kriz ne boyutta, bize yansıması ne? Bize yansıyan 'teğet' mi, yoksa '12'den vuran' mı?

Bu sadece bir iktisadi kriz mi, yoksa sosyal, siyasal yönleriyle çok boyutlu bir uygarlık krizi mi?

Mart 2009'da yerel seçimler var. Artık eli kulağında sayılır. Diğer yerleşim birimlerimizle birlikte koskoca kentlerimizi de olağanüstü yetkilerle donanmış yeni (ya da eski) yönetimlere bir beş yıllığına daha devredeceğiz. İç(eme)diğimiz sudan, soluduğumuz (ya da soluyamadığımız) havaya, yürüdüğümüz kaldırımlardan, anılarımızı canlandıran sokak isimlerine kadar yaşamımızı birebir etkileyen yönetimlere...

Bir de ne görelim!.. 2007'deki -masa başı- nüfus sayımı ile nüfusumuz yaklaşık üç milyon azalırken sandıkların altında seçmen sayımız altı milyon kadar artıvermiş. Bir gece gökten yağmurlarla birlikte seçmen vatandaş da mı yağdı acaba? Yoksa seçmen yaşı 15'e indi ya da çok yoğun göç aldık da haberimiz mi yok? Ya da, 1990'da büyük bir doğum patlaması olmuştu da bunu yeni mi farkediyoruz?

Yerel seçimin öncü rüzgârları altında, hafta içinde, siyasetin iki ağır topu arasında başkentimize yönelik seviyeli bir 'doğal gaz tartışması' planlanmıştı. Deneyimli moderatörün onca çabasına rağmen, özellikle taraflardan birinin aşırı gayretkeşliği ile ortaya hiç de 'doğal olmayan bir tür kaz ötüşmesi' çıktı.

Dış alemde ise son günlere damgasını vuran, Irak'taki ayakkabı fırlatma hadisesi var. En az olayın anlamı, nedeni, niçini kadar -hatta daha fazla- ayakkabının nerede üretildiği, kaça, nasıl, nereden temin edilebileceği gündemde. Kent sokaklarını, kaldırımlarını telâşla arşınladığımız ah o ayakkabılar!...

'Açılım' denilen bazı oluşumlar -ki buna resmi dış politada alanında bazı girişimler kadar son 'özür kampanyası' da dahil- eldeki, gelecek kuşaklara da devredilecek bazı hak ve değerler için yoksa birer 'kapanım' mı? Onu da zaman gösterecek.

Oysaki;

Hep birlikte olduğumuzda, maddi tüketim dışında bizi bir arada tutan şeyler buzul erimeleri ile eş anlı erimekte! Maddi tüketim ile değerlerin tüketimi adeta bir yarış halinde at başı gitmekte!

Dün ve yarın, aceleci ve hızlı kamera çekimleriyle bugüne taşınmakta. İnsanlar, ancak kendilerini var eden değerleri ve yarın umutlarını kimlikleri ile birlikte yitirdikçe birlikte olabilmekte!

Bireyler olarak gerçekte çok az bir bölümünü denetleyip yönlendirebildiğimiz yaşamda, epeydir yarı çılgın, oldukça kuralsız ve tahripkâr bir hayat iklimi hüküm sürmekte! Özellikle de büyük kentlerde. Hem kendi içimizde hem de dışımızda gelişen onca olayın, düşünen ve hissedebilen zihinlerde yarattığı birikim aslında o denli fazla ki! Derin ve içlice düşünebilen, hissedebilen, bilinçli bir sorumluluk sahibi insanlar, âdeta her an boşalmaya hazır yağmur bulutları gibiler. Fakat yağdığında bile hafifleyemeyen, kent kaldırımlarını temizleyemeyen yüklerle dolu bulut kitleleri gibi...

Bir mirasa konmadan, tavizlerle kazanılan hak edilmemiş kazançlara ya da bazı odaklara yaslanmadan -veya ek işler yapmadan- alınteri kazançlarla çağdaş bir yaşamı idâme ettirmek giderek daha da zorlaşmakta. Bu durum, özellikle de büyük kentlerde yaşayan ve çalışan insanları eski zamanlara göre daha kaygılı, soğuk ve içe kapalı kılmakta...

Çokca bizim dışımızda...

Etki menzilimizin çok ötesinde, üretim, tüketim ve bölüşüm temelinde kotarılıp da önümüze konulan, teknolojik, parasal, ideolojik, rekabetçi ve algısal bir yapı gibi durmakta karşımızdaki 'bu hayat'. Yeni değer yargıları üretip yayanlar, parasal sarhoşluklarından ayılmaksızın işte budur " O " dedilerse kent karmaşası içinde, dar odalardaki hayatlarımıza, biline ki, bedelini yine bizler ödeyeceğimiz içindir. Bu algısal yapı, hayatlarımızın çoğunu kapsamakta, ilişkilerimiz de bundan payını doğal olarak almakta... (*)

Bizlerse içinde ruh, dayanışma, özgürlük, sevda, paylaşım, acıma, sorumluluk ve benzeri birçok duygudan oluşan bir var oluşla çıkmaktayız onun karşısına. Bu durumda da kolay kolay uyum olmamakta...Bizlere, duygularımıza ve değerlerimize kalansa oldukça küçük bir alan. Onları koruyup da yaşatabilmek adına çarpışılan. Kalanı ise koskoca bir alışkanlıklar alanı...Bazen biteviye, ezberci ve sıkan bir alışkanlıklar alanı...Öyle ki, temel çelişkileri ve belirsizlikleri örterek gizleyen bir alan.


Sanırım ki;

Artık o eski, bildiğimiz anlamda 'gerçeklik' yok! Bunun yerine, yalnızca bilimsel imgelerin ( bilimin kendisinin değil), siyasal taleplerin ve çıkar (kâr) arayışlarının üstü kapalı küresel, yerel ve bireysel kaosu var.

Ekonomiyle siyaset, piyasayla devlet, alışverişlerle kimlik arasında bölünmüş 'parçalı bir dünya imgesi' ile 'yeni gerçekliğin' yapı taşları oluşturulmaya çalışılmakta. Öte yandan, mega-kent kaosu ile eşanlı dünyanın görünür karmaşıklığı, çıkarların çeşitliliği ve artan tutkuların düzensizliği bu kabule karşı direnmekte...Yaşanan kaos ve hayal kırıklıkları içinde 'akıl' bundan böyle hem amaç hem de araç niteliğini kaybetmekte, sürekli imdada yetişen duygular da artık yorulup halsiz düşmekte!

Tahminim o ki, inanç etiğiyle sorumluluk ahlâkı arasındaki karşıtlık hiç bu kadar büyük olmamıştı.

Düşünüyorum da... Gün boyu dijital sağanaklar halinde üzerimize yağan enformatik yönlendirmeler ile daha çok tüketim odaklı, oldukça sığ küresel kültür nedeniyle bu tür oluşum ve eylemlere gözü kapalı ayak uyduran da, yine bu yerküreyi paylaşan biz insanlarız. Ama bu gidişatı düzeltecek olan da yine bizleriz!

Muammanın pençesinde, kaotik belirsizlikler altında, umut adına elde ne var ? Doğasına (ve doğaya) dönük özgür insan iradesi, bir arada olabilme ve böylece mevcut kaosu değiştirebilme gücü dışında...

Peki çözüm ne olabilir?

Son krizde de görüldüğü gibi aşırı bencillik, arsızlık ve akıldışılıklar sonucu 'toplumdışılaşmış bir para ekonomisi' ile 'hoşgörüsüz, dayanışma yoksunu bir toplulukçuluğu' dizginleyebilecek, kişisel özgürlükler, haklar, sorumluluk, etik, çevre koruma ve yaratıcılıktan yana ağırlık koyan ' çağdaş, planlı, kamusal ve katılımcı toplumlar' şeklinde kent ve ulusal yönetim örgütlenmelerine geçilmesi! (**) Mevcut üretim ve bölüşüm ilişkileri tümüyle değiştirilemiyorsa bu kısa ve orta vadeli bir öneridir.

Giderek uygulamada daha da yozlaşan 'sözde demokrasi-piyasa ekonomisi-küreselleşme-mikro etnisite' kutsal dörtlüsüne karşı önerim bu! İnsanlık olarak ancak bu şekilde rahatça birarada yaşabiliriz kanısındayım.

(*) Konuyla bağlantılı bir şiirim için kkz. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=124396

(**) Konuyla bağlantılı bir bloğum için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=115806

İ.Ersin KABAOĞLU

19 Aralık 2008, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..