Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Kapı -1-

Kapı -1-
 

Beyazdı


Nihayet, kapının önündeydim. Bembeyazdı. Krişleri, tokmağı, herşeyiyle bembeyaz. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, nefesim kesiliyordu. Elimi uzatıp, dokundum önce. Ağaçtandı. Nasıl oluyor da bu kadar beyaz olabiliyordu? Boya değil, sahiciydi. Bildiğim bütün ağaçları geçirdim aklımdan, böylesi yoktu.


Tokmağa uzandım sonra, çevirdim “tık” etti. Yavaşça açılmaya başladı. Bu süreç, bana sonsuzluk kadar uzun geldi. Açılırken hiç gıcırdamadı. Tamamen açılınca, tek yapmam gereken bir adım atmaktı. Yapamadım. Adeta kıpırdayamaz haldeydim. Tekrar hareket edebilmek için bekledim.


İçeriyi görmeye çalıştım, Karanlıktı. Zifiri karanlık. Görebildiğim tek şey, yine beyaz olan eşikti. Derin bir soluk alıp, sağ ayağımı attım, ileriye doğru. İçeri girer girmez, kapı kendiliğinden kapandı. Gözlerim karanlığa alışsın diye, olduğum yerde durdum. Alışınca da bomboş bir odayla karşılaştım. Odanın içinde yürümeye başladım. Gözümün algıladığından daha büyük bir odaydı.


Duvarlar düz beyazdı. İçeride mutlak sessizlik hakimdi. Bir köşeye gidip oturdum. Beklemeye başladım. Mutlaka bir şeyler olacaktı. Öyle ya, bu kapı ve ardındakileri yıllarca aramıştım. Aç, susuz kalmış, virane dolaşmış, aşkıyla yanmış, kavrulmuştum. Memleketin dört bir yanını dolaşmış, dağ, tepe, köşe bucak bırakmamıştım. İşte şimdi buradaydım ve yapmam gereken, beklemekti. Bir şeyler olacağından emindim. Olmalıydı. Bekledim. Saatler, günler, belki de haftalar boyunca bekledim. Odanın her bir köşesine oturdum. Yattım. Tam ortasında durdum. Hiç birşey olmadı. Bu odaya geldiğimden beri duyduğum tek ses, kapının açılışı sırasında çıkan “tık” sesiydi.


Onca döktüğüm gözyaşı, ter boşuna mıydı? Bunca yokluk, acı hiç birşey için miydi? Bekledim. Heyecanım hayalkırıklığına dönüştü. Sinirim bozuldu, ağladım. Kızmaya başladım, bağırdım. Nafile. Bomboş bir odanın içinde, bilmem kaç zamandır bekliyordum. Yine de küçük de olsa umudum vardı içimde. Öyle ya, bu odaya girdiğimden beri, ağzıma ne bir lokma ekmek, ne bir yudum su koymamış, bir damla uyku uyumamıştım. Adeta sadece nefesle beslenmiştim.


Zamanın farkına varamıyordum, çünkü pencere yoktu bu odada. Karanlık ve sessizdi. Etrafıma bakındım tekrar. Gözüm kapıya ilişti. Bir şeyler vardı, tam anlayamadığım. İlk girerken kapının tokmağı sol taraftaydı. Emin olmak için gözümü kapattım, evet öyleydi. Oysa şimdi tokmak sağ taraftaydı. Kalkıp yanına gittim, göz yanılsaması olabilir mi diye. Tokmak sağ taraftaydı. Bunca zamandır gözümün önündeydi ve ben defalarca baktığım halde fark edememiştim.


Asıl anahtar, kapıydı, oda sadece araçtı. Kendimden kalanları bırakmam içindi. Bunca zaman boşa geçmemişti. Önce yine uzanıp, dokundum kapıya. Avucumda, kapının kalp atışını duyduğumu sandım. Tokmağa uzandım sonra ve yine bir “tık “sesi. Açılan kapının ardından parlak güneş ışınları karşıladı beni. Gözlerim kamaştı.


Odada geçen süre içerisinde, hiç havasızlık çekmedim. Her daim taze oksijen vardı içeride. Hiç pencere olmamasına rağmen, arada hafif hafif meltem rüzgarları bile esti. Şimdi aldığım nefesle de aynı taze oksijeni soludum. Tek fark güneşin varlığıydı. Gözüm buna da alıştı ve sonra görebildiğim sadece alabildiğine sarı kumdu. Kapı beni, çöle yollamıştı...


Çimenn Erengezgin

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..