Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '12

 
Kategori
Öykü
 

Kapı -3-

Kapı -3-
 

Ada küçücüktü


Adımımı bir kumsala attım. İyot kokusu doldu içime. Bembeyaz kumlarda, mavi yeşil denizi seyre daldım. Uçsuz bucaksızdı deniz. Durgun suların sığ haline yansıdı yüzüm. Hafif hafif esen rüzgarlar sardı bedenimi.

Arkama dönüp baktım. Yemyeşil palmiye ağaçları gördüm. Ağaçlara doğru gittim, gölgelerinde dinlendim. Etrafta kimsecikler yoktu. Kuş sesleri duydum. Biraz içerilere yürüdüm. Hindistan cevizi, muz ve adını bilemediğim ağaçlar ve yeşil renkli papağanlarla karşılaştım. Hayret, acıkmıştım.

Ağaçlardan meyva toplayıp yedim. Uzun süredir bir şey yemediğim için, zorlandım. Aç olmama rağmen, az yedim. Tatlar güzeldi. Midem guruldadı. Susadım, önümde koca bir deniz vardı ama içecek su bulamadım. Hindistan cevizinin suyuyla yetindim.

Uykum geldi. Palmiye yapraklarından, sahile uzak, gölgelik bir yere yer yatağı yapıp kıvrıldım. Kıpkırmızı bir gökyüzü ile uyandım. Gün batmak üzere idi. Etraftan kırık dallar topladım. Gece olmadan, ateş yakmaya çalıştım. Olmadı. Kapı’yı ararken içimde oluşan ateşi dışıma çıkarıversem, ne kolay yanacaktı. Yapamadım.

Tekrar ve tekrar denedim. Sonunda başardım. Ateş yanınca, ısındım. O kadar uğraş arasında farketmediğim, gece olunca havanın soğumasıydı. Bu sefer, herşeyi hissediyordum. Tekrar uyudum. Battaniyem, yine bir palmiye yaprağı oldu.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Denize girip yıkandım. Saçımdan, çöl kumları aktı. Meyvalarla kahvaltı yaptım. Yine çok yiyemedim. Nerede olduğumu anlamak için karayı dolaşmaya karar verdim. Bir müddet sonra, başladığım yerdeydim. Belli ki bu seferki durak, bir adaydı. Hem de avuç içi kadar bir ada.

Çevresini dolaştığım adanın, içerilerini de yine aynı zaman kısalığında keşfettim. Bu arada bambu ağaçları buldum. Kendime bir mızrak yapıp, balık avladım. Akşam olunca onu yedim. Yine yattım, uyudum.

Yengeçler, sivrisinekler ve kertenkeleler ile mücadele ettim. Kaçmadım, şikayet etmedim, onlarla yaşamaya çalıştım. Ne de olsa, ben misafir, onlar ev sahibiydi. Doğa’ya saygıyla eğildim.

Nice sonra susuzluğum, hindistancevizi suyu ile giderilemeyecek boyuta ulaştı. Deniz suyu içmeyi denedim. İçemedim. Adanın içerilerine tekrar yöneldim. Kuşları ve böcekleri takip ettim ve bir kaynak buldum. Buz gibi, suyu lıkır lıkır içtim. Herşeyin kaynağının önemini düşündüm. Temiz suyu,yemeyi,içmeyi, uyumayı düşündüm.

Çölden sonra hiç konuşmadığımı fark ettim. Papağanlar, ziyaretime gelmeye başladı. Kendi dillerinde bir şeyler anlattılar, dinledim. Ben dinledikçe, daha çok papağan geldi, anlattı ve gitti.

Geniş ve karanlık bir odadan sonra, aydınlık ve küçücük bir adada olmanın benzer ve ayrı yanlarını tarttım akıl terazimde. Hiç yemeden, uyumadan yaşamakla, acıkmanın ve uyku uyumanın farklarını düşündüm.

Düşündüm. Düşündüm. Bir sabah uyandım ve aniden kumsalda beliren kapıyı gördüm. Gitmedim hemen. Bekledim. Kalmakla gitmek arasında değildim. Sadece kaynağa ne kadar yaklaştığımı bilemedim. Gece çökünce adaya, kapı “GEL” dedi. Bu kadar beklemenin yettiğini anladım. Kapının, kalbi ve nefesinden sonra sesini de duymuştum.

Kalkıp, ona doğru yürüdüm. Yanına gelince, kendiliğinden açıldı kapı. Geçtim...

Çimen Erengezgin

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..