Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '09

 
Kategori
Siyaset
 

Kapitalizmden daha fazla özgürlük vaat etmeyen bir sosyalizm inandırıcı olabilir mi?

Kapitalizmden daha fazla özgürlük vaat etmeyen bir sosyalizm inandırıcı olabilir mi?
 

1968'de Çekoslavakya'da, Prag Baharının ardından ezilen özgürlük umutları


Sol düşünce için, eşitliğin, özgürlüğün ve adaletin sağlanacağı bir düzen beklentisi her zaman olacak. Bizim için bunun yaygın adı sosyalizm.

Ancak geçmiş dönemlerde bizim ideal düzenimizin başına kötü bir şey geldi ve bir yenilgiye uğradı. Daha doğrusu yalnızca yenilgiye uğramadı ve işin önemli olan noktası yenilgiye uğraması değildi.

Eğer sorun sırf yenilgi olsaydı, Samuel Beckett’in dizeleri bize yeterli olurdu;

Şimdiye kadar savaştın ve hep yenildin
Olsun.
Bir daha savaş ve daha güzel yenil.

Ancak sosyalizmin kapitalizm karşısındaki bu yenilgisi, yalnızca güç dengesi üzerinden gerçekleşmedi. Yani “kötü olan güçlü”, “zayıf olan doğruyu/iyiyi” alt etmedi. Çünkü 1970’li yıllarda güç dengesi neredeyse başa baştı ve üstüne üstlük ibreyi sosyalizme döndüren güçlü bir psikolojik üstünlük de vardı.

Sosyalizm hâkim olduğu her noktada oldukça güçlü gözükür ve herhangi muhalefetle karşılaşmaz iken, kapitalizmin hâkim olduğu her alanda, kapitalizme dönük ciddi itirazlar, muhalefetler, dönüşüm, değişim talepleri vardı. 1968 kuşağının simgelediği şey, kapitalist coğrafyada kapitalizme yönelik itirazlardı ve o dönem kapitalizm ciddi bir sarsıntı geçirdi.

Fakat ne hikmetse yıkılan kapitalizm değil sosyalizm oldu.

Evet, daha önce de belirttiğim üzere, 1989 yılı ile özdeşleşen sosyalizmin yıkılışında esas sorun, yenilginin kendisi değildi. Yenilginin nedenleri, yenilginin kendisinden daha önemliydi.

Cümleyi şu şekilde kurarsak daha anlaşılır olur diye düşünüyorum; Ortaya çıkan reel sosyalizm ne kadar solun beklediği, tasavvur ettiği bir rejimdi, ya da tüm insanlığa mutlak mutluluğu sağlayacak rejim bu muydu?

Yaşanan reel sosyalizm deneyiminden sonra dünyada solun bir kısmı, hareket noktası ve uygulamalarla ilgili farklı bir fikir çabası içine girdi. Özellikle, sosyalizm ve devlet, güç ve adalet, otorite ve özgürlük konularında ciddi bakış açıları geliştirmeye çalıştılar. Diğer bir kesim ise –ki bunları ortodokslar olarak tanımlamak mümkün- yenilgiyi hala bir güç, taktik ve strateji meselesi olarak algılayıp, içeriğe dair bir değişimi öngörmediler. Görmemek bir yana bu tip çabaları da siyaseten damgalamakta ısrar ediyorlar.

Oysa, aslında dünya sosyalist sisteminin yenilgisi, 1989 yılındaki Berlin Duvarının yıkılışı ile değil, 1968 yılındaki Prag Baharı baskınıyla oldu. Çekoslovakya’da Dubçek hükümetinin, basının özgürleştirilmesi, demokratik hakların geliştirilmesi, yayın ve seyahat özgürlüğü gibi temel hakların genişletilmesi, siyasetin demokratikleştirilmesi ve çok partili sisteme geçiş imkanının tanınması, ekonominin kısmi olarak merkezilikten kurtarılması ve yerel inisiyatiflerin önünün açılması, ayrıca ülkenin çek ve slovak halklarının yaşadığı bölgeleri baz alarak federal bir yapıya kavuşturulması gibi fikir ve çabalar, SSCB ve diğer müttefikleri tarafından “liberalleşme” eğilimi olarak değerlendirildi ve 200.000 asker, 2.000 tankla bastırıldı.

Böylece tüm dünyada, kapitalist sistemleri, anti-demokratik yapıları, özgürlüğü kısıtlayıcı uygulamaları, insan haklarına aykırı politikaları ile eleştiren ve ciddi bir destek gören sosyalistlerin, inandırıcılıkları büyük yara aldı. Daha doğrusu yara alan sosyalist ideolojisinin kendisi oldu. İnsanlarda sosyalizmin daha demokratik, özgür ve geniş haklar sunacak bir düzen olduğu inancı giderek erimeye başladı ve bu süreç 1989’da sonlandı. Elbette bunda, sosyalist toplumlarda daralan özgürlüğün, yaratıcılığın önünü kesmesi ve gelişme dinamiklerini kapaması da etken oldu. Kapitalizm, teknolojik gelişimi hızlandırdıkça, reel sosyalizmin nefesi daha da daralmaya başladı. Çünkü nihayetinde bilimin gelişmesi de, bilimin getirdiği yeniliklerin kullanımı da özgür ve yaratıcı birey gerektiriyordu. Ve ne yazık ki, yukarıdan aşağıya komut verilerek bir toplum özgür ve yaratıcı kılınamıyordu. Zaten bu nedenle özgür zihin ve yaratıcılık gerektiren her işin erbabı, çözümü, kapitalist bir ülkeye kapak atmakta gördü. Prag Baharı'nın sona ermesinin ardından da Çek Yazarlar Birliği üyelerinin çoğu, dışarı kaçmanın yollarını aramaya başladı.


Özgürlük, demokrasi ve temel insan hakları konusunda ciddi yara alan sosyalizmin elinde tek ikna edici araç, "eşitlik" kavramı gibi görünüyor. Oysa reel sosyalizm deneyimi o konuda da istenilen başarıya ulaşılmadığını bize gösteriyor. Çünkü ne yazık ki oluşan düzen halkın ya da çalışanların söz sahibi olduğu bir düzen olmadı ve sermayanin egemenliğinin yerini bürokratik egemenlik aldı. Zaten oluşan ekonomik sisteminde sosyalist bir ekonomi değil, devlet kapitalizmi olduğu bu günlerde daha çok dile getiriliyor.

Şimdi geldiğimiz noktada iki temel soru var; İlki bir sol hareket, ideali olan sosyalist bir düzene hangi yol ve yöntemlerle ulaşmalıdır. Diğeri ise, ulaşılan noktada hedeflenen, beklenen ve arzulanan şey nedir?

Meselemiz ve tüm hayalimiz, insanların tüm sorunlarını ve beklentilerini, doyacağı miktarda yemek, doğa koşullarından yalıtacak kadar barınak, bir noktada diğer bir noktaya gitmesini sağlayacak kadar ulaşım ihtiyacına indirgeyen, eğitim ve sağlığı temel hak olarak değil yeni bir toplum yaratmanın ideolojik aracı olarak gören bir sosyalizm midir?

Sosyalizm konusunda, yüzeysel güzellemeler ve kaderci (nasıl olsa bir gün gelecek ve elbette beklediğimiz gibi olacak) bir bakış açısından çok, ayakları yere basan, gerçek yaşamdan beslenen, olayı siyah-beyaz mevzuuna indirgemeyen bir bakış açısına ihtiyacımız olduğu açık. Bu nedenle birkaç yazıyı bu konuya ayırmak istiyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..