Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '16

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

Kar altında, Konya'daki ikinci gününde "abla", Mevlâna'yı ve Şems'i ziyaret eder.

Uyanıp güne hazırlanırken, ranza alt kat komşusu hanımın üşenmeyip bir koşu getirdiği haberle aşağı, meydana inen, Tibet hareketleri için kendisini bekleyenlere katılan, üçüncü harekette, tombul bedenini yerden kaldırmakta nazlanan kolları yüzünden hayâl kırıklığı yaşayan "abla", sonrasında, her biri kendi alanının ustası öğretmenlerle meditasyon, -kendisini kötü hissettiğinde epeydir soluk almadığını farkettiği, uzun zamandır gündemini işgâl eden- nefes çalışması ve "aaaaaaa" sesiyle tonlama yapar.
 
Bir gün öncesini aratmayan güzel kahvaltıdan sonra sokağa çıkan grubu, 8-10 yıldır Şeb-i Aruz'da yağmadığını söyledikleri kar karşılar; hemen karşıdaki dükkânın sıcaklığına sığınan katılımcıları çevresinde toparlayan rehber, "Hz. Mevlâna'nın naaşı türbeye girerken babasının sandukası ayağa kalkmış. Allah Allaaah, olur mu öyle şey?" diyerek, "abla"ya kalırsa, Yeniçağ bilgeliğinde epey yol almış, insan giyinmiş yüksek benliklerinin bilincinde, boyutlar ötesi yeteneklerinin farkındaki grubu tartar.
 
"Şeb-i Aruz, gerdek gecesi anlamına gelir, teni âşığı ile birleşecek, ölüm bir Mevlevî'ye hakarettir, o kefenini, -tennure- üzerinde taşır, ölen bedendir. Tasavvuf bize korkmamayı öğretir, seni mezara koydular, korkma, seni ben karşılayacağım... der. Kavuşma, vuslat anlamında da Şeb-i Aruz, 17 Aralık 1273, 04:20..."
 
"...Dervişin birini, efendisi köyüne yollar, yolu üzerindeki kendi efendisini ziyaret etmesini söyler; epey yol alan derviş güzel bir sarayla karşılaşır, öğrenir ki burası efendisinin ziyaret etmesini istediği efendinin evi, çıkar huzura, elini öper, ne güzel bir evde oturuyorsunuz der, bu da geçer der efendi, aylar sonra köyden dönerken merak edip uğrayan derviş, efendiyi ufacık bir eve sığınmış bulur, soruşturur, aynı cevabı alır, bu da geçer, bir yıl sonra yine oradan geçerken görür ki, efendiden, taşında bu da geçer yazan mezarı dışında bir şey kalmamış, son gidişinde ise mezarı da bulamaz."
 
Rehberin, "Mevlâna, Mevlâ'ya ait olan insan demek..." deyip önlerine düşerek, karın yarattığı muhteşem manzarada, yürüyerek birkaç dakikada vardıkları "...Huzur-u Pîr'in dört kapısı vardır, Ölüler Kapısı, Dervişan Kapısı, Çelebihan Kapısı ve Küstüler Kapısı... Derviş olmak istiyorum diye kapıya gelen 3 kez kovulur, ısrar ederse, bir de gözüyle görsün diye 3 gün kapı eşiğinde, konuşma yok, bekletilir, davranışına bakılır, beğenilmezse, ayakkabısı git! anlamına ters konur, yatsıdan sonra Küstüler Kapısı'ndan sessizce yollanır."
 
"Kalacak olan aşçılıktan başlar, Ateşbaz domates ister, getirdiğinde ben patates istemiştim, patates getirdiğinde soğan... diyerek sabrını sınar, derviş adayı her şeyi eyvallah! diyerek karşılar, Allah'ın yarattığı 18.000 Alem'den, 18 ayrı işte 1001 gün hizmet görür."
 
Otobüslerden inen kalabalığı yarıp içeri giren grup, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'in hediyesi Gül Bahçesi'nde ilerler, 13. yüzyıldan kalma 18 dilimli Yeşil Türbe'yi görür, Eflâki Dede türbesini geçer, rehberin ardı sıra, sikke formlu mezar taşlarının derviş, daha süslü olanların şeyh mezarlarını belirttiği bahçeye varırlar:
 
Cennet'ten geldiği rivayet edilen, pembe, düzgün, uzun, iri bir yumurtaya benzeyen kayanın, uzun süre Mevlâna'nın kapısında durduğunu anlatan rehber, Hindistan'daki emsalleri (lingam) gibi doğurganlık dileğiyle ziyaret edildiğini, çocuk isteyenlerin üzerine oturduğunu söyler. Bahçeye bakan küçük binanın cephesindeki parmaklıklı kısım için, "...niyaz kapısı denmesine karşın, aslında pencere, dilek sahipleri için daima açıktır, dervişler bahçe duvarı dışından bu yana dilek dilerlerdi." açıklaması yapar.
 
Murad Paşa kızı Fatma Hatun Türbesi ile, çeşmeyi geçen grup Matbah-ı Şerif'e (mutfak) girer. Rehberin, "Mutfakta hem aş, hem aşk pişer, Mevlevî'nin cesedi mutfakta yıkanır... Dervişler, somata salâ diye yemeğe çağrılır, bir sofradan yenir, kaşıklar içi masaya dönük konur, hem kiri görünmez, hem şükür ifade eder." açıklamalarından sonra, bir yanı ocak, yanı başı müzik köşesi, sofra, çıkışta eşikte ise, ayakkabıları girintide -düz- duran, beyaz postu üzerinde bir dervişle güzel düzenlenmiş mutfaktan çıkılır.
 
Çelebi Odası, Mesnevihan Odası, Vakıf Kâtibi Odası... Müzenin yeni açılmış bölümünden, yan yana 18 odadan bir kaçı...
 
1956'da müze olmuş, Mevlâna tuğrasının alnını süslediği binanın -bir yanında, "ey tâlip bu kapıdan başını eğ de geç" yazılı, alçak gönüllülüğü simgeleyen- ahşap kapısından derviş selamı verip baş keserek giren grup, camekanlarda yer alan, dayanıklı olduğu için dut yaprakları üzerine yapılmış incelikli, zarif hat çalışmaları ile, ıhlamur ağacından Kâbe kabartması türünden hediyelere bakar; rehberin Dünyanın altın/gümüşünü geride bıraktığında yüreğindeki altını göreceksin anlamına geldiğini söylediği, Kanunî'nin hediyesi gümüş kapıdan geçerek Huzur-u Pîr'e girer.
 
Bulunduğu köşe, bir gerdek odası gibi süslü, ışıklı; Mevlâna'nın sandukası başındaki iki destar, oğlu Sultan Veled ile bir arada yattığını anlatır. Sandukanın bulunduğu platforma çıkan bir kaç basamak ise gümüş.
 
Grup, rehberi izler, "Beş duyu anlamına da gelen semanın geçmişi, gün batarken dua amacıyla raks eden Frigyalılara, firavunlara dayanır..." müzik gereçlerinin sergilendiği vitrinler önünde durur: "Müzik vecd için kıvılcım yaratır, ney, başta sazlıkta yeşil bir sazken, Adem'in cennet atılışı gibi sazlıktan söküldü, onun gibi ağladı, insanın çilesine benzer şekilde ateşte kızgın demirle dağlandı, bedenine 7 delik açıldı, nefsin yedi mertebesi, yeşil ve hamken, olgunlaştıkça rengi sarıya döndü. Kudüm, başlangıçtaki ritmi, ol! sesindeki ilk tınıyı simgeler. Başlangıçta seyirci yoktu, erkekler ve kadınlar mahfili daha sonra eklendi Semahaneye... Şems'in serpuşu... Orijinal Mesnevîler... El yazması Kur'an-ı Kerimler... Hattatlık çok yaygın ve para kazandırıyor, matbaa bize, bu yüzden Avrupa'dan 2 yüzyıl sonra gelebildi, İbrahim Müteferrika Galata Mevlevîhanesine bağlıydı, Mevlevîler her zaman çağlarının ilerisinde olmuşlardır; parşömen yumurta ile pahlanıyor, zeytinyağı kandillerinden süzülerek biriken isten elde edilen mürekkeple yazılıyor, yanlış yapınca yalayarak siliyor yeniden yazıyor, yağ ve yumurta... mürekkep yalama lâfı buradan gelir."
 
40 bohçaya sarılı, sedef kakma ahşap kutu içinde sakal-ı şerifi, hediyelerin bulunduğu köşede, Horasanlı kadınların dokuduğu, 1 cm2'sinde 144 düğüm bulunan ipek halıları, ahşap oyma kapıyı inceleyen grup selam vererek dışarı, güzel güzel yağmakta olan kara çıkar, Şems-i Tebrizî'nin türbesine yönelir.
 
Kendine özgü -huşû içinde- üslûbuyla uzun uzun, Konya'da karşılaştıklarında 38 yaşındaki Mevlanâ ile 60 yaşındaki Şems'in yıllara yayılan, ucu suikaste varan kıskançlıkla sarılı derin dostluğunun hikâyesini anlatırken, rehberi merak ederek gelip "abla"ya "kim anlatıyor?" diye soran, kulağı ağır işiten amcadan başka, bazısı birkaç çocukla sarılı iki-üç kadın dinleyicinin eklenmesiyle kalabalıklaşan grup, ilgiyle dinler: "Aşk tektir, kadın aşkı erkekte görür, erkek kadında... Şems'in başı kesilip kabri altındaki kuyuya atılır, Hacı Bektaş-ı Veli'nin yanında başı olmayan beden bulunduğunda... Çok çeşitli söylentiler var..."
 
"Abla" çıkmadan önce, panoda duyurulan, Şems-i Tebrizî Camii, türbesi, parkı ve çevresini, internet üzerinden sekiz ayrı kameradan izlemeye olanak veren adresi not eder: http://www.semsitebrizi.com/
 
Dergâha dönüp meydanda hazır buldukları, "somata salaaaa!" diye çağrıldıkları, -bir gün önce Mevlâna'nın torunu hanımın ziyaretinde çok geniş bir tepside sunulan Derviş pilâvında olduğu gibi, yine- geniş tepside, görenin gözünü de, gönlünü de doyuracak biçimde tepeleme yığılı etli ekmek, yanında salata ve sırrı anlaşılamayan lezzette ayran eşliğinde ikram edilir.
 
Öğleden sonra, ham dervişler, ortasında bir kabara bulunan ahşap platformda, kabara sol ayak başparmağı arasında sabitlenerek, diğer ayak yardımıyla dönen bedenleriyle sema çalışması yaparlar. Dervişin, yolu başında, nefsini kurban edişini simgeleyerek kestiği koçun postu -yarım daire halinde bir sıra, beyaz- ile Efendi'nin, aşkı simgeleyen kırmızı postu, hırka ve sikke ile donanmış, selamlar sırasında türlü acemilikler ve bolca neşe üreten gruba şahitlik eder.
 
Sabahtan "bugün çok yoğun olacak" diye uyarıldıkları kadar var: Kara karşın, araç değiştirilerek, akşam yemeği için, Akyokuş'a tırmanılır; savuran karın pusladığı, daha sonra açılarak şıkı şıkır ışıklı muhteşem Konya panoraması sunan güzel, sıcak lokanta, havanın sürprizine karşın kalabalık. Çok lezzetli bamya çorbasını 24 saatte pişen Fırın Kebabı, Höşmerim diye isimlendirdikleri un helvası ve yufka ile yapılmış tatlı Saçarası izler. Gruptaki genel kanı Konyalılar ağızlarının tadını biliyorlar şeklindedir.
 
Kapağında, "aşk olsun..., Hz. Mevlâna'nın 737. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri", içinde "...Mukâbele-i Şerîf'i (Sema) teşrifinizi..." arkasında ise, Mevlâna'nın "kimin aşka meyli yoksa, o kanatsız kuş gibidir, vah ona..." sözleri yer alan davetiyeleriyle girip, yerlerini, biraz gecikerek aldıkları Kültür Merkezi, bir yanı müzisyenleri barındıran geniş, modern, güzel bir bina. İzledikleri tören ise, bir öğleden sonraya sığmayacak kadar incelikli, disiplin isteyen, dışarıdan estetik, içeriden mistik, özel bir etkinlik.
 
Tören bitiminde dergâha dönüp meydanda toplanan, limitsiz, bedelsiz kuruyemiş, çay, meyve ikramına dalan grup, yeniden giyinip günün son sürprizi için, kar ayazı, beyazı sokağa çıkar; Aralık'ın 12. günü ilk saatlerinde, gece yarısını 12 dakika geçe, kar yağdığında dervişlerin yaptığı gibi bahçe duvarına dizilir, aralıklardan Niyaz Kapısı'na yönelir, -daima kabul olunan- dilekte bulunurlar.
 
Toplam blog
: 591
: 63
Kayıt tarihi
: 27.07.15
 
 

İstanbul'da 20 yıldan fazla, tasarımcı grafiker olarak çalışırken bir kız çocuğu da yetiştiren "a..