Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Kasım '14

 
Kategori
Güncel
 

Kar çiçekleri

Kar çiçekleri
 

"22 Aralık 1914 de Sarıkamış Dağları'nda donarak ölen aziz şehitlerin anısına"

“Faik çavuş, şunu aklına koy ki, sen de ideallerini unutacak ve unutulacaksın. Unutulmayacağım, beni unutamayacaklar! Faik Çavuş öfkeyle dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini açıp haykırdı. Beni unutamayacaklar! Ne beni, ne de bizleri! Sonumuz ne olursa olsun, Sarıkamış’a yürüyenleri unutamayacaklar! Mezarımız olsa da, olmasa da bizi unutamayacaklar”

Dizginlenemez bir hırsın tutsağı olarak yitik bir ülke için kırık bir ümidi gerçekleştirmek uğruna, sonu ürperten bir dramla biten bir maceranın, karlara gömülen destansı bir hüznün iç burkan öyküsüdür Sarıkamış Harekatı.

İki yıl öncesiydi, Kars Ekspresi Haydarpaşa Garı'ndan ölü ve hatırlanılmasından korkulan bir geçmişin gölgelerine kayar gibi hareket ediyordu... Sessizce… Akşam haberlerini izliyordum televizyonda. Bir büyük acının, tarihin yazdığı en büyük askeri dramlarından birisinin yıl dönümüydü. Belleğimi zorladım; tarih bilgilerimden, okuduğum kitaplardan o güne ait bir şeyler çıkarmaya çalıştım. Geriye neler kalmıştı unutulmadık? Kendilerine  “Sarıkamış Dayanışma Grubu” adını veren bir avuç insan, vagon pencerelerinden ellerinde bayraklarla, 1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı askerlerinin giydiği elbiseler içerisinde, yine kendilerini ellerindeki bayrakları sallayarak uğurlayanlara veda ediyorlardı. Ertesi gün bu kez Erzurum’dan bir tören yansıyordu ekranlara. Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin yaptıkları kar ve buzlara işlenmiş Mehmetçik röliyefleri, üzerlerini örten bayrağın çekilmesiyle görünür hale gelmişlerdi. Donmuştular… O günkü gibi; kimi kıvrılıp kalmış, kimisi ayakta arkadaşına yaslanmış, birbirlerine sarılmış, bıyıkları, kaşları kardan ama gözleri açık, ama alınları açık ölmüşlerdi. O günkü gibi… İnsanlar kırmızı karanfiller bırakıyordu buz ve kardan Mehmetçik motiflerinin üzerine. Vurulmamışlardı, ama kanıyordular sanki, biz kanıyorduk… Geçen yıllarda oluğu gibi ve bu yılda Faik Çavuş ve Sarıkamış Harekatı’nın unutulmaz yiğitleri benzer törenlerle anılıyordular.

Aradan 92 yıl geçmişti. 90 bin genç insanımız Allahuekber Dağları’nda bir gecede eksi otuz derece soğuğa yeniliyordu, ama düşmana değil. Allah-u Ekber’di. Şafak gecenin tipisini lapa lapa yağan kara çeviren rüzgarsız bir dinginlikte söküyor, ruhlar üşüyordu. Kar izleri örtüyor. ama aydınlanan günle birlikte bir büyük acı, bir büyük dram ruhları üşüten bir soluk gibi tepelerde tütüyordu. Kar donuyordu. Oysa bir gece boyu insanların üzerine bir Fatiha gibi yağmıştı, sessizce.

Sabahtı. ”Rus Kafkas Ordusu Kurmay Başvekili Dük Aleksandroviç Pietroviç, ellerindeki dürbünü gözlerinden çekemedi. Bağırdı:

-Delirmiş bu Türkler! Açık hedef olmuşlar”.

- Bizim cepheden ateş açılmaz. Ruslar yürürler, sonra onlar da gördükleri manzara karşısında dururlar, donarlar sanki. Binbaşı Mustafa Nihat’ın mevzilenmek için geldiği tepede onsekiz kişiye inmiş birliği, içi boş sayılabilecek cephane yüklü iki katırıyla birlikte olduğu gibi kalmıştır, donup kalmıştır… Süngü takılmış tüfek kabzalarını tutan eldivensiz elleri, sakalları, kaşları, çoğunun yeni terleyen bıyıkları ve dua edermiş gibi kıvrılıp kalmış dudakları, açık ama artık bakmayan gözleri ile donup kalmışlardır, öylece… Kimdir bu acımasız heykeltıraş Tanrım

Sarıkamış dramının kahramanı veya kurbanı olan 3.Ordu, bu son gecede 10.Kolordu’sunu karların altına gömmüştür. Kurtulabilen üç beş kişi bir yalnız çam ağacının altında, bulabildikleri kuru kalmış dal parçalarıyla yaktıkları ateşin üşüyen alevinde ısınmaya çalışmaktadırlar. Umutlarını yemektedirler,  açtırlar…

Erkanıharbiye-i Umumiye Reisi Enver Paşa'da felaketin ortasındadır. Uzak ve belirsiz ufuklarda hayaller, ümitlerle yaşayan, gücünü bu hayal ve ümitlerden alan gideceği yolu bulamayan bir yolcu gibidir. O da umutlarını yemektedir. Oysa hırsı hala ayaktadır donmuş gibi. Perde kapandıktan sonra, Enver Paşa karın kapattığı yollardan İstanbul’a dönmektedir. Amcası Halil Paşa onu Ulukışla’da karşılar. Enver Paşa’nın ağzından; Kuvve-i Külliye mahvoldu sözleri bir ağıt gibi dökülür. Evet, Kuvve-i Külliye, yani 3.Ordu’nun hemen tümü mahvolmuştur. İttihat Terakki'nin silahşörünün namlusu düşüktür…

1914 yılı 24 Aralık gecesi Allahuekber Dağları'nda onbinlerle Kar Çiçekleri gibi donarak şehit olanlar, onlar; Galiçya’dan Kafkas cephesine, oradan Süveyş’e, Arap çöllerine, Kut-ul Amare’den Zeytin Dağına bir uğursuz kaderin savurduğu bu toprakların kavruk, vefalı, beklentisiz, genç alçakgönüllü hayallerin genç insanlarıydılar. Onlar Zeytindağı’nda bir zeytin çiçeği, Allahuekber’de bir kar çiçeği gibi düştüler toprağa.

Bu satırları yazarken sırtımda soğuk, buz gibi bir el dolaşır gibi oluyor. Ruhum üşüyor. Kimi zaman bizi üşüten bir yalnız gecede acaba kaçımızın aklına o gece ıssız dağlarda donarak yitip giden binlerce insan geliyor. Soluduğumuz havada Onların kutsal ruhlarının dolaştığı ve ödenemez hakları bulunduğunu kaçımız duyumsayabiliyor acaba? Başı açık, gür erkeksi kara saçları kara bulanmış, ayakta, yüzü semaya dönük rahmet dilercesine donup kalmış Binbaşı Mustafa Nihat’ı kaçımız biliyoruz?

Oysa şimdi uzaklarda, çok uzaklarda, bir müzede donuk çerçevesi içinde sararan bir kağıt üzerinde bu yiğit askere duyulan saygı satır satır donmuş ve yarınlara seslenen bir hıçkırıklı ağıt gibidir. Moskova’da Krasknaya Bulvarı’ndaki askeri müzede kurmay başkan yardımcısı Pietroviç’in gönderdiği raporda şu satırlar okunmaktadır: ”Allahuekber Dağları’ndaki son Türk müfrezesini teslim alamadım. Bizden çok evvel Allah’larına teslim olmuşlardı”.

Bugün baharın ilk günlerinde. O gece Sarıkamış Dağları'nda vatanları için donarak ölen askerlerin kanlarından açan al gelincikler, dağ esintilerinde şehitlerin ruhlarına sessiz bir dua gibi salınarak dalgalanıp durmaktadır.


Sesiz bir dua gibi…

 

Akın Yazıcı

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..