Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '10

 
Kategori
Felsefe
 

Kar tanesi

Kar tanesi
 

Adam çölde bir kar tanesi gördü. Göklerin ardından bir hediye, yalnız ve tek bir inci tanesi… Peygamberlerin nurundan bir gözyaşı… Asırların ardında bir düş, hiç görülmemiş bir rüya… Çöl savaşçısı bir yiğit, çıktı çadırından koşarak, tuttu kar tanesi avuçlarının arasında. Dualar etti Tanrı’ya, el değmemiş çöl ırmakları adına. “Kaderi yenebilir misin?” diye haykırdı Tanrı “Olmayanı var edebilir misin?” “Bana biçtiğin hayattır yaşadığım, bana verdirdiğin sözdür tuttuğum” dedi savaşçı “Bir heves ettim Allah rızası için sevmeye. O da bir, ben de bir. Olacaklardan korkum yok!” “Peki” dedi Tanrı “Sabrın sınanacak. Dualarım seninle.” 

 

Esir cariyeler geldi uzak diyarlardan. Kiminin gözleri ışıl ışıl, mavi gökyüzünde güneşin adı: Mutluluk altın bir pınar, hayatını gerçeğe adamışların kalbinde. Kiminin gözleri donuk, kuzey kutbunun mavi soğuk buzlarının tadı: Acı, yalanların içinden geçen bir kuş sürüsü çığlık çığlık. Kendi ruhlarından kopan parçayı tamamlama sevdasında hepsi. Kar tanesi tek bir yürek, tüm evreni içinde saklayan. Savaşlar uğruna verilmiş, nice savaşçılar harcanmış bu yolda. Korkusuzluk bir erdem, ama hayal en büyülü önder: Savaşçının kalbi doğruluğa adanmış bir türkü. Tamamlanmak isteyen yalnızca bir soruya doğru cevap verebilir mi? “İsimsiz bir “Sen” olmak ister misin?” 

 

Vermedi, veremedi hiçbiri doğru cevabı. İçlerinde yaşattıklarından korktular belki, belki de yalancı hayallere kapıldılar. Durmaksızın ağladılar gülmek yerine. Çöl savaşçısı yenilgiyi gördüğünde, konuştu telaşsızca “Uzak diyarları yurt edinmiş insanlar. Bu savaş sizin savaşınız değildir. Varın gidin gerçeğin yalan olduğu ülkelerinize. Bizim savaşımız bizimle.” Kalplerde büyüyen yara hiç dikiş tutar mı? Bir kez kaybeden gerçeği, doğruyu aramak için kendinden vazgeçer mi? 

 

Başka savaşçılar geldi dağların ardından, tek bir kez görebilmek için Kar tanesini. Bir kez dokunabilmek, yalnızca bir kez olsun hissedebilmek için, engin büyülü gizemi. Soru yinelendi, çelik kılıçlar üzerinde kara bir büyü gibi. Zırhları tenleriydi savaşçıların, en güçlü silahları ise yürekleri. Cevaplar onlar için birer oyuncak, çocuk oldukları günlerden kalan. Bilmedikleri soru yoktu aslında, cevap veremedikleriydi bunca zaman anılarına kazınan. Onlar girdikleri her savaşta zaten cevapları aradılar. Ama bildiler bu sefer, cevap soruda gizli: “Soruya verilecek cevap, seni yok edecek!” Usulca çekildiler huzurdan. Hüzün sardığında düşüncelerin en karanlığını, kalpler sessizce ağlar başka gezegenlerden yalnız bir ada gibi. Dayanacak bir omuz bulursan başın düştüğünde, senin için karanlık yalnızca bir fısıltı kalır uzak yıldızların ardında. Ama bilir ki savaşçılar, bir fısıltı ne kadar sessiz olursa olsun, duymak isteyen kulaklar için gizli saklı yoktur. 

 

Çöl savaşçısı bir yiğit, tek başına bir adanmışlık abidesi; Yalnızlığında dünyayı bulur, dünyada evreni, evrende kendini. Gün gelir kum tanesi olur, gün gelir bir vaha, bin bir çeşit meyve içinde. Susmayı da bilir, hiç sorulmamış sorulara cevaplar vermeyi de. “Tam olmaksa aradığın, cevaba ne gerek var! Soru, soranın sorusudur, cevabı verecek olanın değil. Bir şey zaten seninse senindir, yalan inançlar boşlukta bir kara delik. Her şeyi yok eden bu zavallılık nereden gelir? Gözlerimde değil ki aradığın şey, bana ne bakarsın? Bakman gereken şeyi bile bilmiyorsan, dünyanın hazineleriyle işin ne?” 

 

Çöl savaşçısı Tanrı’nın en sevdiği düşü, hayalinin güneşi, ruhunun nadide parçası… Aklının içinde olanlar değil, olmayanlar onun yaradılış hikayesi. Var etmedi yalanları, hırsları ve bilmişlikleri; en yakınında değil, en uzağında bile. Bir peri geldi kara geceden ve bir deli, insanların büyülü maviliklerinden. Hiç düşünmedi çöl savaşçısı, aldı usulca Kar tanesini, uzattı periye ve gözleri fır dönen deliye. “Durmaksızın aradın” dedi peri “Senin olamayacağını bildiğin halde aradın.” “O zaman koyman gereken yere koy onu” dedi deli “Sen orayı biliyorsun çölün kahramanı.” Çöl savaşçısı anladı, en değerli hediye artık onundu. Bir kelebeği tutar gibi tutuyordu Kar tanesini. Yaklaştırdı avuçlarını yavaşça dudaklarına; bir dua söyledi kadim çağların yaratılmışlarından kalan, kimsenin bilmediği, kimsenin hatırlamadığı. Sonra götürdü Kar tanesini kalbinin üzerine, dudaklarında aynı dua hiç durmadan tekrarlanan. Kar tanesi pırıl pırıl, taşır dünyanın bütün ışığını üzerinde. İki nur bir oldu, dünyanın bütün savaşçıları selam durdu. Zaman akmaz oldu, dünya dondu kaldı, dönmez oldu. Tanrı uzandı perdeler arasından, dokundu çöl savaşçısının kalbine, Kar tanesine. Ve konuştu: “Çöl savaşçısı, sen bir duasın kalbimin en derininde yaşayan; o zaman al senin olsun hayalim, ruhum ve bütün evrenim, ne varsa bana ait olan.” 

 
Toplam blog
: 15
: 580
Kayıt tarihi
: 24.05.10
 
 

12 Eylül 1980... Doğduğum gün... Mayıs 2010... Gerçeği arayışın 30'uncu yılı... Üniversite: Harran M..