Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '06

 
Kategori
Yılbaşı
 

Kar yağıyor çocukluğuma...

Kar yağıyor çocukluğuma...
 

Kar yağıyor…

En çok yılbaşı gecesine yakışıyor bu beyaz kristaller…

Eskiden olsa, yani çocukluğumda; büyük bir sevinç, coşkuyla izlerdim kar yağışını. İlk gençliğimdeyse romantizm ağır basardı. Fakültede kız arkadaşlarla oynanan kar topu, kardan adamın burnuna konan havucun ardından, sevgilinin öpülen pespembe burnu… Şimdiyse daha çok hüzün hakim. Evsiz barksızlar, kimsesizler, tinerciler, yoksullar, evinde sobası olmayanlar, çocuklar gelir hep aklıma. Korkarım...

Kahve makinesinin düğmesine bastım. Kararlıydım. Kahveye arkadaş bir sigara yakacak ve bu romantik güzelliğin tadını çıkaracaktım. Kahve fincanım katalitik sobanın üzerinde, ben sobanın yanındaki sandalyede, dudağımda sigara, kulağımda Ahmed Arif...

Kar yağıyor....

Özellikle son aylarda iyice ayyuka çıkan o burukluk geldi saplandı yine ciğerime. Tamamlayamadığım yığınla kahkaham var. Bir yerlerde hep eksik kalıyor bir şeyler. Atlatılamayan travmalar. Dalıp dalıp gitmeler, ansızın dalıp gidenin ardından...

Kar yağıyor....

Böyle sıcak sobanın yanında, bir elde kahve, bir elde sigarayla, yağan karı izlemek güzel elbet. Bir de Kibritçi Kızlar var ama işte...

Oysa çocukluğumda o kadar güzeldi ki...

Nişantaşı'daki evdeyiz. 5-6 yaşlarında olmalıyım. Hem apartmanın hem de sokağın (mahalle, semt, hatta dünya kavramım sokaktan ibaret) büyük bölümü gayri Müslim nüfus. Onlara bugün duyduğum sevgi ve saygının, hatta hayranlığın temeli o yıllarda atılmış, belli.

Soba gürül gürül yanıyor. Sobanın yanındaki masada dedemle Sırrı Dede tavla oynuyorlar. Kollarım pencerenin pervazında, sokağı seyrediyorum. Artık neler düşünüyordum Allah bilir. Hayal gücü çok geniş bir çocuktum. Oldum olası türlü manyaklıklar peşinde koşardım. Tanrının, bütün kar taneciklerinin içine çeşitli oyuncaklar koyduğunu, taneciklerin yere düşüp erimesiyle bu oyuncakların görünmez olarak etrafa dağılıp saklandığını, kardan adamlarınsa aslında iyilik perileri olduğu ve bu oyuncakları uslu çocukların yataklarının altına gizlice geceleri koyduğunu keşfedişim, bunun şimdilik sadece benim tarafımdan bilinen bir sır olduğunu düşünüşüm, sanırım aynı yıllara denk gelir.

Kafamın üzerinde hissettiğim bir el ile sıyrıldım düş dünyamdan. Başımı okşayan babamdı. Gülümseyen gözlerle bakıyordu bana. O'nunla ne zaman böyle göz göze gelsek, dünyadaki tüm sesler susar, tüm renkler silinirdi benim için. İlk ve en büyük kahramanım... Koruyucum, kurtarıcım, sığınağım... Oyun arkadaşım... Tütün kokan babam... Bir gözünü kırpıp, başını iki yana 'ne yapıyorsun' anlamında salladı. Dudaklarımı büküp, omzumu kaldırdım tebessümle. Bugün bile sessiz iletişimleri daha çok sevişimde, babamın etkisi ne ölçüde büyüktür diye merak ederim. Bıcır bıcır bir çocuk, konuşkan bir yetişkin olmama rağmen, bende en çok sessiz iletişimler özel bir yer edinmiştir. Belki de sürekli konuşarak sessizliği özel anlar haline getirmek, sessiz iletişim kuruduğum kişileri en az sayıda tutmak istiyorum bilinç altımda. O insanlarla az sayıda sessiz iletişim kurup, özel anlar olarak saklamak istiyorumdur belleğimde. Bilmiyorum...

Babam gelmeden önce düşündüklerimle ilgili olsa gerek, şimdi tam olarak hatırlamıyorum, birdenbire soruverdim babama;

- Baba, biz neden hıstiryan (Hıristiyan) değiliz?

Dedemle tavla oynayan Sırrı Dede homurdandı;

- Tövbe estağfurullah!

- Hıristiyan olunca ne olacak? diye sordu babam.

Çok güzel adetleri vardı. Ben en çok Paskalya'ya bayılırdım. Üst kat komşumuz Madam Teyze'nin (bizim evde O'na hep Madam denilirdi. İsmini hiç duymadım.) getirdiği boyalı yumurtalar, şimdiki çocukların Kinder Sürpriz Yumurtalar'da asla yakalayamayacağı bir duyguyla sarardı içimi.

* * * * *

- Babaanne, bizim yumurtalarımız neden renkli değil?

- Onlar Hıristiyan, deyip kapattı konuyu babaannem. İyi ama Hıristiyan ne? Biz Hıristiyan değilsek neyiz o zaman? Anneme koştum. Biz Müslüman’mışız. Ne fark var? Birkaç bin kilometre dedi annem gülerek. Hiçbir şey anlamadım. Sonra gelenek görenek gibi bir şeyler söyledi. Konuşma sonunda anladığım şuydu: Onlar orada oturduğu için Hıristiyan ve yumurtaları renkli. Biz burada oturuyoruz, Müslüman’ız ve yumurtalarımız renkli değil. Demek ki onların tavukları da Hıristiyan. Büyüdüğümde Hıristiyan bir tavuk almalıyım. Nitekim, bir zaman sonra, amcam Almanya'dan izne geleceği zaman, babamın "Amcan sana Almanya'dan ne getirsin?" sorusunu, "Tavuk" diye yanıtlayacaktım ve ev halkı şaşkınlıktan, gülmeyi bile akıl edemeyecekti. Bir de, kar yağışıyla Noel’i özdeşleştirmiştim. İçinde Noel baba olan cam fanusu ters çevirince yağan karla ilgili olabilirdi bu. Ama Madam Teyze'nin verdiği oyuncaklar, boyama kitapları, evindeki kimi tablolar ve benzer şeylerin etkisi de vardı galiba. Noel olunca kar yağar, Noel baba gelir oyuncak verir. Fonda Jingle Bells...

* * * * *

- Hıristiyan olunca ne olacak?

- Ya baba, onların ne güzel Noel babaları var. Şuraya bak; kar yağıyor, bizim bişeyimiz yok!

Sırrı Dede'nin sesi yükseldi odada;

- Ulan bizim de bayramlarımız var.

- Biliyorum; o bayramlarda kuzuları öldürüyoruz!!!

- De sektir get lan deyyus.

- Yalan mı söylüyorum?

Sesimde bir kafa tutuş ve öfke vardı. Kaşlarım çatık, yumruklarım sıkılı, gözlerim Sırrı Dede'nin gözlerine kilitlenmiş bir halde hızlı hızlı soluk alıp veriyordum. Öfkelendiğim zaman, biri bana dokunduğunda ya da sakinleştirmeye çalıştığında iyice zıvanadan çıkardım. Hala da öyleyimdir gerçi. O yüzden kimse bir şey söylemez öfkeliysem. Kendi kendime sakinleşir, kalp kırdıysam gider özür dilerim. Bu nedenle evde kimse müdahale edemiyordu bana. Sırrı Dede'yle sonuna dek çarpışacaktık.

- Lan dürzü; sen o kuzunun hikayesini biliyor musun?

Benim hikayeden anladığım, dedemin anlattığı ejderhalı, padişahlı, canavarlı, prens, prensesli masallarla, annemin bana okuduğu kitaplardı. Sırrı Dede'nin Hz. İsmail'i kastettiğini nereden bilebilirdim ki?

- Çok iyi biliyorum. Zavallı kuzucuk annesiyle kırda oynarken, avcı gelip kuzunun annesini vuruyor. Avcıyı da sevmiyorum, Sırrı Dede'yi de. Zaten büyüyünce kovboy olup bütün avcıları öldürücem. (Oysa şimdi Kızılderili resimleri, bibloları süslüyor odamı ve kovboylardan nefret ediyorum)

Son cümlemi söylerken sesimi iyice yükseltmiştim. Zaten hıstiryan olmayışımıza bozulmuşum, hayatımız sıradan diye tepem atık, Madam Teyze de olmasa sarı yumurtalara mahkumuz, yetmezmiş gibi kuzuları öldürüyoruz, bu dede de geçmiş karşıma ahkam kesiyor. Cık cık cık....

- La havle ve la kuvvete inna sabirin... Dedeme dönerek; "Ula abdestsiz Bektaşi, veledi de kendin gibi yetiştirmişin. Aha da söylüyorum, bu bacaksız büyüyünce anarşist olacak. (Rahmetli Sırrı Dede'nin o gün büyük bir kehanette bulunduğunu hangimiz bilebilirdi ki?)

Bu konuşmadan bir anlam çıkaramamış, ama Sırrı Dede'nin pes ettiğini anlamıştım. O ana kadar aynı kafa tutuşla Sırrı Dede'ye bakan ben, hışımla çıktım odadan.

Kar yağıyor...

Ah be Noel baba; yine çıksan gelsen. Evsizler için, çocuklar için, dışarıdakiler için gelsen. Gelsen de, ben kahvemi içerken suçluluk duymasam?

Silivri/ Aralık 2002- Aralık 2006

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..