Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Öykü
 

Kar yağıyordu

Kar yağıyordu
 

Kar yağıyordu. Adam siyah ve oldukça kalın bir palto taşıyordu üstünde. Bir atkı ile boynunu sarmış ve paltonun yakalarını da iyice kaldırmıştı. Kafasının sığan kadarını sokuşturmuştu çaresiz o boşluğa. Kar da kardı hani. Açıkça tipiydi bu. Gelişigüzel savrulup duruyordu kar taneleri. Saçların arasına çoktan dolmuşlar ve kulakları pembeden kızıllığa çevirmişlerdi kısa sürede. Üstelik bir kesilip bir gelen elektrikler de cabasıydı. Sonra şimşekler, birer projektör gibi parlamaya çalışıyorlar ancak karın yoğunluğu içinde çok uzaklarda parlayan fener veya sis lambaları gibi etkisiz kalıyorlardı. Hemen sonrasında duyulan gök gürültüleri ile kendilerini perçinliyorlardı sanki. Görüş mesafesi alabildiğine kısaydı. Yollar ve kaldırımlar seçilemez olmuştu. Karanlık tüm ağırlığı ile hâkim, doğrultular bunun kadar kesin bir doğrulukta belirsizdi. Adam...yürüyordu... Hızlı hızlı ama rotasından emin olmaksızın yürüyordu...

Nerden bulmuştu o lanet sigarayı öyle. Zaten soğuktan ve acımasızca çarpan buzlaşmış kar tanelerinden sakınmak için tüm kıyafetinin içine büzülmüştü ama o lanet sigara nedense aklına gelmiş ve ellerini çıkarmıştı ceplerinden.. Çakmağı buldu, ağzına aldığı sigaranın ıslanmaması ve alevin sönmemesi için özen gösterip elleriyle siper yaptı. Başaramadı yakmayı, çakmağın çarkı bir türlü dönmedi. Bir ara bir kıvılcım çıkmadı değil, ama o da çok kısa ömürlü oldu, hemen söndü. Hem sigarasını da koruyamamış ve ıslanan sigaranın kağıt ve tütünü çamurlaşmıştı. Çaresiz attı. İçmeyi beceremediği için vazgeçti.

Hiç araba yoktu yollarda. Başka insan da yoktu. Ya da denk gelmemiş, görmemişti. Nerde olduğunu da bilmiyordu artık. Üşümeyi bile unutmuştu. Garip bir hafiflik çöküyordu vücuduna. Bir çeşit rehavet, rahatlık ve hissizlik. Donuyordu ağır ağır. Birden oturdu yere. Vücut hacmini en aza indirmek istercesine kapattı ayaklarını, içe çekti, başını soktu dizlerinin arasına.

Kafasında çok değil az önce ne düşünceler vardı. Eve gitmek, sıcak bir çorba, eşi, yarın yapacakları, memleketin durumu, memur maaş zammı, annesi, babası, yakacak odun ve kömürün bitiyor olması, bütün soğuğu ve suyu ayaklarına geçiren ayakkabıları....

Kaskatı bir kütle gibi kaldırdılar. Taştan bir heykele dönmüştü. İki gündür sığınaklara çekilmiş bir şehir misali cansızdı her yer. Sonunda tipi bitmiş, elektrik ve telefonlar düzelmiş, yollar kardan temizlenmeye başlanmış ve bir ana caddenin nerdeyse ortasında bulmuşlardı onu.

***

“Garip (tuhaf anlamında) adamdı” dedi biri. “Ne olduğunu hiç anlayamadım. Adam gibi iki muhabbet edilmezdi ki. Sanki bu dünyaya bir daha gelecek? Yaşasana be adam.. Olur olmaz sıkıntılarla harcadı durdu kendini”. “Doğru” dedi bir diğeri. “Yaşamayı hiç bilmezdi”.

Kadın hıçkırıklarını içinde tutmaya çalışıyordu. Sarsılıp duruyordu habire. Ona göre de yaşamayı hiç bilmezdi merhum. Ama öyle değil. Nesi varsa sevdiklerine endeksleyen ve doğrulardan yaptığı her açılı uzaklaşmanın acısını tâ yüreğinde hissetse de sabırla yüreğine taş basan bir değişik adamdı o. Yazık ki şimdi takdir etmenin de dövünmenin de hiç manası yoktu artık. Boğulur gibi oluyordu kadın.

Cenaze defin için hazırdı. Yıkayıcılardan biri kalabalığın içine girdi. Ona göre de bu adam çok garipti. Sanki gülümsüyordu. Hayret diyordu, hayret.

Cenazesinde pek fazla kişi yoktu. Vasiyeti de yoktu. Nasihati kendine bile geçmezdi ona göre. Bir an önce bitsin diye dua ediyordu herkes. Yaşamak için zaman kalsındı.

İmam sordu: “Nasıl bilirdiniz?”

Biri atıldı hemen. Cenazeler nicedir alkışlı, bandolu olmuştu. Hatta namaza da gerek yoktu. Ne uzatıyordu ki. Biri çıkıp bir konuşma yapsa yeterdi. Kendi kendini konuşma yapmak için seçtiği anlaşılan kişi imamın sorusuyla öne atılıvermişti: “Bana geçen gün şöyle demişti: Nietzche, ümidin en son kötülük olduğunu, kötülüklerin en kötüsü ve insan için işkenceyi uzatan bir teslimiyet olduğunu söylemiş. Olur mu, ümit etmemek olur mu? Olmaz! Ümitliyim...” Sonra biraz durdu adam:”Ya kardeşim seninki de hayat mıydı? Ne oldu? Öldün gittin. Yani haydi ümidini gör bakalım. Yazık ettin kendine. Bari gönlünce yaşasaydın”.

İmam o sıra “alkışı ben mi başlatsam acaba diye” düşünüyor muydu bilinmez. Ancak bir iki genç öne çıkarak “iyi bilirdik” dediler üç defa ve yüksek sesle. “Hakkımızı helal ettik!” Kısacık namazı kılan da, cenazeyi sırtlayıp taşıyan da, mezarı kazmış olan ve mevtayı yerleştirenler de onlardı. Onları kimse tanımıyordu. Ama onlar o gece konuştuklarını ve adamın ne anlatmak istediğini hiç unutmayacaklardı. Ümitsizlikti kötü olan. Bozulmak varsa düzelmek de vardı. Hayırla yâd etmek sonra.

O gençler kadını hiç yalnız bırakmadılar. Kendilerini toplumsal tipiye teslim edenlerin akıbetinden kurtulmalarını sağlayan yardımı hakkıyla iade ettiler. Önceki ziyaretlerin son halkası olan o gecenin o karanlığından, o kalın kar örtüsünden bir değil birkaç çiçek çıkmıştı. Kardelendi bunlar. Kardelen çiçekleriydi. Adam nasıl gülümsemesindi ki..

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..