Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '08

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Karadeniz'in gizli incisi: Sinop

Karadeniz'in gizli incisi: Sinop
 

Karadeniz'in incisi


Ülkemiz cennettir deriz hep ama bu cennetin bir çok yerini görmemişizdir çoğumuz. Karadeniz’i görenlerin de çoğu Samsun’dan doğuya doğru olan kıyı şeridini gezmiştir. Sinop hep Karadeniz’in unutulmuş bir kenti olarak yer alıyordu hayalimde.

Hayatımda ilk kez geçen gün gördüm Sinop’u. Bafra ovası sonrasında kıvrılarak dağların yamacına yükselen yol ilk bakışta ürkütücüydü. Ama bir yanınızda uçsuz bucaksız Karadeniz, öbür yanınızda yemyeşil dağlarla yarışmaya başladığınızda, bir anda kendinizi bir masal ülkesinde hissediyorsunuz. Beni bekleyen kısa sürede bitirilmesi gereken dosyalar olmasaydı, her yüz metrede bir durup o muhteşem manzarayı seyretmek, fotoğraflamak ve hatta mümkünse resmini çizmek isterdim. Samsun’dan yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra Sinop’a ulaştık. Aslında kenti 40 kilometre uzaktayken görmeye başlıyorsunuz; ama arazi yapısı oraya ancak ilk gördüğünüzden bir saat sonra ulaşmanıza imkan sağlıyor.

İlk bakışta tatil ve tarih karışımı bir Anadolu kentine girdiğinizi hissediyorsunuz. Sonra sizi ünlü Sinop Cezaevi karşılıyor. 1214 yılında Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus tarafından şehrin fethinin anısına yaptırılan ana kalenin bir kısmı surla kesilmiş ve 1882 yılında cezaevine dönüştürülmüş. Tipik Anadolu kenti anacaddesinden doğru giderek hükümet konağının ve adliye sarayının yer aldığı meydana ulaşıyorsunuz. Tabi oraya ulaşırken Alaaddin Keykubat’ın inşa ettirdiği Alaaddin Camiini geçiyorsunuz. Türkiye’nin her yerinde başlayan hummalı restorasyon faaliyetinden bu cami de nasibini almış.

İki ayrı denize kıyı gibi Sinop. Bir yanda tüm hırçınlığıyla Karadeniz, öbür yanda kapalı koyun oluşturduğu sakin, berrak ve masmavi bir başka deniz. Bir yanda dalgaların deniz kıyısına bile yaklaştırmadığı zamanlarda, öbür taraf çarşaf adeta.

Kentin insanı büyüleyen o kadar çok yönü var ki. Denizi biraz serin ama pırıl pırıl. İnsan boyunu aşan yerlerde hala denizin dibini tüm berraklığıyla görebiliyorsunuz. Hemen yanıbaşınızda muhteşem kokusuyla insanı çarpan çamlıklar. DSİ kampının yeşillikler içindeki bir odasından sabahın yedisinde o güzelim çam kokuları arasından denize inip, serin suya dalmak insana müthiş bir enerji veriyor. Akşamın saat altısında girdiğinizde ise tüm günün yorgunluğunu alıyor.

Şoför Orhan’a beni kentin en eski camiine götür dedim. Alaaddin Camii kapalı idi; ‘sizi Seyyid Bilal Camiine götüreyim dedi. Kentin içindeki bir tepedeki camiye vardığımızda, manevî iklimin huzur veren, ‘burada yaşamalıyım’ dedirten havasıyla karşılaşıyorsunuz. Hazreti Peygamberin (A.S.M.) torunu Hazreti Hüseyin’in torunu olduğu rivayet edilen Seyyid İbrahim Bilal Hazretleri’nin türbesi burada. M.S. 675 yılında Ömer İbn Abdülaziz İstanbul’u kuşatınca, Seyyid Bilal Asya’daki Türklerden topladığı destek birliğiyle deniz yoluyla İstanbul’a doğru yola çıkar. Yanında kardeşi Seyyid Ali Ekber de vardır. Ancak fırtına onu Bizans tekfurluğu olan Sinop’a sığınmak zorunda bırakır. Vergisini ödeyip bir süre burada kalmak üzere anlaşırlar. Ancak tekfur anlaşmaya uymaz ve ani bir baskınla Müslüman askerlerin bulunduğu yere saldırır. Şiddetli bir çarpışma yaşanır. Yorgun ve yaralı gazilerin bir çoğu şehid olur. Seyyit Bilal Hazretleri elinde kılıcıyla kalan grupla çevirmeyi yarmak için cansiperane savaşırken, tekfur bir kılıç darbesiyle mübarek zatın kafasını koparır. O anda inanılmaz bir şey olur. Seyyit Bilal Hazretleri kopan kellesini koltuğuna alır ve vuruşarak çekilmeye başlar. Ta ki şu an türbesi bulunan tepeye gelene kadar. Bu olağanüstü olay karşısında şaşkına düşüp aklı başına gelen tekfur askerlerine durmalarını emreder. Şehitlerin İslami usullere göre defnine ve yaralıların tedavisine izin verir.

Ancak gördüğü manzara onu öylesine etkilemiştir ki, ‘ben Allah’ın sevgili bir kuluna nasıl kıydım diye matem tutmaya başlar. Sonunda mübarek Zât için bir türbe yapılmasını ve kendisi öldüğünde bu türbenin kapısının önüne defnedilmesini emreder. Dünya durdukça bu zatı ziyarete gelenler benim kabrime basarak geçsinler ki işlediğim günah affedilsin der. Vasiyeti yerine getirilir. Ancak kent Müslümanlar tarafından fethedildiğinde yeni bir türbe inşa edilir ve giriş kapısının yeri değiştirilir. Şimdi Peygamber soyundan Seyyit Bilal Hazretleri ile onu şehit eden tekfur aynı kubbenin altında yatıyorlar. Öyküyü dinleyenler tekfura da fatiha okumadan geçemiyorlar. Seyyid Bilal Hazretlerinin kardeşi ise daha sonra inşa edilen Alaaddin Camii yanındaki türbesinde yatıyor.

M.Ö.200 yılında inşa edilen Sinop kalesinin güzelliği de görmeye değer. Manzarası ise müthiş. Şimdi etnoğrafya müzesi olan Arslan Torun Konağı’nda kentin mimarisi, yöresel özellikleri, ev yaşamı tüm sıcaklığı ve doğallığıyla sergileniyor.

Yalnızca kent merkezini anlatmaya bir kitap yetmezken bir yazıyla anlatmak mümkün mü? Peki Sinop’un mağaralar diyarı olduğunu, 28 şelaleli Erfelek Tatlıca Şelaleleri bulunduğunu, gölleriyle, tarihi konaklarıyla, folklorüyle insanlık tarihi ve doğa güzelliklerinin fihristi olduğunu biliyor muydunuz?

Hayır mı? Öyleyse ne duruyorsunuz? Bir fırsat bulun ve en az bir haftalığına yaşayın bu saklı güzellikleri.

İçinizde yaşam sevinci ve derin bir huzurla döneceksiniz yaşadığınız yere.

 
Toplam blog
: 51
: 2739
Kayıt tarihi
: 15.07.06
 
 

1961 yılında Çorum’un Osmancık ilçesinde dünyaya geldim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde li..