Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '13

 
Kategori
TV Programları
 

Karagül’ün artık bir Best Model’ı var biliyin değil mi?…

Karagül’ün artık bir Best Model’ı var biliyin değil mi?…
 

Kendal Ağa’nın meşhur repliği ile başlayalım istedim bu yazıma.

Karagül dizisinin sevimli kötü ağası Kendal Ağa. Hem sevimli hem kötü olmak son dönemlerde senaristlerimizin sıkça başvurduğu bir karakter türü.

Karagül dizisinin de sevimli kötüsü Kendal Ağamız. Tabii bu yazımda uzun uzun Kendal’ı anlatmayacağım ama madem repliği ile giriş yaptık kısaca değinmesek olmazdı.

Oyuncunun karaktere kattıkları mı yoksa karakterin doğru yazılması mı bilemem ama onca yaptığına rağmen onun sahnelerinin inandırıcılığı seyirciyi alıp götürüyor. Bana kalırsa her ikisi de etkili. Bazen doğru yazarsınız her şey yerli yerindedir ama karakteri oyuncu taşıyamaz sırıtır. Kendal karakteri de öyle Mesut Akusta’nın hayat verdiği bu karakter onun dokunuşlarıyla daha bir anlamlı daha bir sevimli. Kendi doğrularıyla yaşayan toprak kokan adam diyorum ben ona.

O toprak kokan adam ve diğerleri. Dizideki her oyuncu yani özenle seçilmiş ve aynı oranda hayat verdikleri karakterlere dokunmuşlar. Tüm bunların yanında diziyi özelleştiren senaryonun en başından beri ayaklarının sağlam basması ve repliklerinin sıradan olmaması. Bana göre bir dizinin önemli ayaklarından biri de yazım dili ve onların anlaşılmasını sağlayan replikleridir.

Ayrı bir replik yazarları mı var yoksa senaristler mi yazıyor replikleri bilmiyorum ama hepsinin üzerinden geçtiğinizde iki kere düşündüren bu cümleleri yazanları tebrik ediyorum.

Hem genele hitap edeceksiniz hem halk dilinden uzaklaşmayacaksınız hem de düşündüreceksiniz.

Bu anlamda Karagül bunu çok iyi başarıyor. Özellikle Kadriye Ana’nın replikleri tek geçer. Oyunculuğu tartışılmayacak olan Şerif Sezer ile bütünleşince de daha bir anlam kazanıyor o replikler. Hepsinde özel replikler kullanılıyor tabi ama o ve Ebru’nun iç seslerinden gelenler ayrı bir güzel.

Özellikle önceki hafta bulgur sofrası ile ailenin önemini ve yer sofrasından masaya geçiş süreciyle kaybolan değerlerimize yaptığı vurguyu dile getiren replikler çok anlamlıydı.

“Aile tespih gibidir; bir imamesi bir sürü de tanesi” sofraya sıkış tepiş oturulmalı aynı tepsiye kaşık sallamazsanız aile olduğunuzu hissedemezsiniz.

Ve ilk kaşığı tepsiye batılı gelin Ebru’nun daldırması anlamlıydı.

Aileyi bu kadar öne çıkaran bu repliklerin üzerine bu haftaki bölümle ortaya çıkan durumsa işte burada durmak gerek.

Baştan beri bu dizinin en iyi işlendiği ayaklardan biri kardeşlik olgusuydu. Kocası ölen İstanbullu bir kadın Ebru ve onun çocukları Batı’nın yüzü aynı adamın diğer karısı Halfetili Narin ve onun Ebru’dan kaçırılmış oğlu Baran Doğu’nun yüzü.

Birbirlerine yabancıda olsalar içgüdüsel bağlarlarla birbirlerine yaklaşan bir geri iki ileri abi kardeş ilişkilerinin sıcaklığını, sahiciliğini hissettiriyordu.

Baran her yakaladığı fırsatta soluğu yabancısı olduğu ailenin yanında alıyordu. Çokça onların kendi aralarındaki kardeşlik bağlarına gıptayla bakıyor tam içlerinde olmanın özlemini yansıtıyordu bizlere.

Özellikle Rüzgâr ile olan sahnelerindeki sahicilik duygusal geçişler. Örneğin doğum gününde aldığı bisiklet ve birlikte yaşadıkları mutluluk,. Rüzgâr’ın abisini rol model alması, onla olan duygusal bağı.

Yine Ebru’nun çocuklarıyla şen şakrak atışmalarına kulak misafiri olan Baran’ın orda olma arzusu.

Ada ile atışmaları. Hepsinde bir sahicilik ve kardeşlik bağlarının her şeye rağmen birbirlerini hiç tanımadan büyüseler de bir şekilde yok olmadığını yansıtan çizgisiyle insanın içine çeken bir anlatımla aktardılar bizlere.

 Maya, Ada ve Rüzgâr üçlüsünün ise birbirlerine sıkı sıkı olan bağları ise tamamen sevgi ve korumacılık üzerine kurulu olduğunu ilk bölümlerden beri izledik.

Ada ve Maya arasındaki bağ ise çok başka. Birbirlerinin dilini anlayan birbirlerini tamamlayan didişmelerinde bile birbirlerine kenetlenen bu ikilinin kardeşlik bağlarına gıpta ve özlemle bakıyor seyirci.

Şimdilerde yok olan kayıp giden değerlerin içinde kısa da olsa bir dizide görmek seyirciyi mutlu ediyordu.

Maalesef ki Halfeti’ye bir yabancı ayakbastı. Gelen yabancımız bir Best Model. Burak Çelik. Yan komşuda var bizde de olsun mu düşünüldü bilemem ama anladık ki son izlediğimiz bölümden iki kardeşin arasına girecek.

Zaten baştan beri aynı kaygı içindeydim FOX’ta bir dizi varsa pembeleşmesi an meselesidir diye.

Bugüne kadar bu yönteme başvurmayan Karagül dizisiyle oh çekmiş FOX’un biraz daha Türk seyircisini doğru okumaya başladığına inanmıştım.

Ama bu son bölümdeki anlatım ve hafta içi çıkan özetlerden anladığım iki kardeş bir erkek meselesine girecekler.

Böylesine bir işin içine pembişlik katmak seyirciyi çeker mantığı güdülüyorsa öyle olmadığını yüzlerce örnekte gördük. En son Kayıp Şehir ivmesinin geriye saymasını örnekleyebiliriz. Hele Ada ve Maya’nın o baştan beri sağlam olan kardeşlik bağları böyle bir konuyla hırpalanacaksa izleyici buna tahammül etmeyi değil kaçmayı seçecektir.

Zaten böyle bir konuyla pembeleşmek Karagül’ün dokusuna da yabancı. Böyle bir senaryoda üzgünüm ama eğreti duruyor.

Onca dizide olan bu yöntem Karagül’ün dokusuna uymuyor. Nasıl işlenir işlenmez bilemem ama bu kadar sezinlemesi bile seyircinin hoşnutsuzluğunun sinyalleridir. Ve onların bu hoşnutsuzluğunu aktaran bir kalem olarak geçmiş tecrübelerime de dayanarak bu riske girmemelerini diliyorum. Umuyorum anladıklarımızla izleyeceklerimiz farklı olur.

Özetle Halfeti’ye gelen yabancı iki kardeş arasındaki dokuya da yabancı. Yani konu Karagül’e fazla yabancı.

İzleyicinin bu dizideki Best Model’i Baran. Şunu da ekleyeyim hemen Burak Çelik’in oyunculuğu üzerine yorum yapmıyorum aman ha yanlış yorumlanmasın zira üç beş sahne ile böyle bir yorum yapmak zaten mümkün değil. İzleyici Baran’ı, Baran’ın duruşunu ve oyunculuğu seviyor anlamındadır söylemlerim. Ada’nın repliği ile küçük Kendal’ı seviyor. Mert Yazıcıoğlu da yolun başında olmasına rağmen Baran’ı alıp götürüyor.

Evet, Burak Çelik diziye renk getirdi ama o rengi pembeleşmesin.

Ve Asım…

O yüreklerin efendisi ayrı bir seviyoruz onu, hikâyesine sıkı sıkı sarılıyoruz.

Benim baktığım yerde ise dizilerde engelli karakterlerinin doğru işlenip işlenmemesi engellilerin toplum algısındaki olumsuz düşüncelerini kırma noktasında ne kattığıdır. Bu anlamda son yıllarda işlenen en doğru karakterlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Çok kısa bir süre önce Asım ile ilgili uzunca yazdım. Bir engelliyi canlandıran Can Atak çok başarılı. Ve onu hayata geçiren kalemlerde olması gerektiği gibi aktarıyor. Ne fazla ne eksik diye. Ve özellikle eğitim sorununa değinmelerini istemiştim.

Buradan kocaman bir teşekkür gönderiyorum ekibe. Son üç bölümdür bu konunun üzeri ince ince işlenmiş.

Tabi eğitimde karşılaştıkları zorluklara değinilmemiş ama zaten bu dizide daha fazlasına değil bu kadarına bile girmeleri önemliydi.

Özel eğitimle engelli bireylerin eğitim alabileceği ve Asım, Asımlar için bunun ne kadar önem taşıdığının altını çizmek bile atlanan ya da yanlış işlenen dizilere baktığımızda bu anlamda önem taşıyor.

Asım’ın mutluluğunu bir annenin ve babanın aynı konuya baktıkları yerleri göstermeleri kısacası bu meseleyi atlamayıp dile getirmiş olduğum talebi dikkate almaları Karagül ve ekibinin bir kez daha bu konuda ki hassasiyetlerini göstermiştir.

Ayşe’nin yeniden hayallerine sarılması üzerinden Asım’ın eğitim meselesine değinilerek Özel Eğitim kurumlarının varlığı ile sorunun çözülebileceğini atlamadan.

Yani Ayşe öğretmenlik hayallerini Asım ile hatırlıyor Asım ilk kez bir öğretmenle tanışıyor ama Asım durumunda ki engel guruplarının Özel Eğitim ile hayata kazandırılabilineceğinin altı da dolduruluyor.

Zaman yete bilse gönül isterdi ki özel eğitim alan çocuklarımızın sıkıntılarına da değinilebilinsin ama bir dizi de verilebilecek en temel engelli sorunlarına değinilmesi bile insanların bakış açılarında algılarında var olan yanlışları düzeltecektir.

Asımlara umut verirken algılara da reformun tohumları atılacaktır. Bu yüzden tüm dizilerin özellikle eski algılar içinde engelli profilleri çizmesinin engellilerin yaşamlarına engel olduğunu anlatmamız bundandır. 

Bugüne kadar gerek sinema dilinde gerek dizi dilinde öne çıkan profiller acizlik, acıma, ceza üzerine kurulu olduğu için algılara da bu yerleşmiştir.

Bu olumsuz algıları kırmanın yollarından biri kitle iletişim araçları ve insanların en çok zaman ayırdıkları zaman dilimini oluşturan dizilerdir.

Birden olmasını bekleyemeyiz elbette zamanla olacak olan bu iğleşmeyi senaristlerimiz göz ardı etmesin yeter.

Doğru anlatım doğru ifade hassas dokunuş hepsi bu. Hiçte zor değil.

Kendal’dan girdik, Best Modelımızdan çıktık Asım’a teşekkür ettik Narin ve Özlem’e sıra gelmedi.

E bir dahaki sefere diyelim artık. Biliyin değil mi ile kapatalım.

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Oya Tekin/ Engelliler Haber ve Bilgi Portatalı Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..