Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '09

 
Kategori
Öykü
 

Karakola götürülürken

Karakola götürülürken
 

Su damlıyordu, tahta balkonu ayakta tutan iki direğe gerilmiş telde asılı mayolardan. Duvara dayalı sedirde kitap okuyordu, orta yaşlı bir adam. Kısa pantolonlu, üstü çıplak. Eşi ve çocuklarıysa içeride uyuyorlardı. İki asker yaklaşıyordu, koca postallı, kalın hâkî elbiseli, tüfekleri neredeyse yere değecek. Ter akıyordu yüzlerinden.

—Evren Hoca sen misin?

—Evet, ne var?

—Komutan seni istiyor, bizimle karakola geleceksin.

—Neden çağırıyor, biliyor musunuz?

—Orasını biz bilemeyiz. Bize ‘Evren Hoca’yı al gel, ’ dediler.

—Tamam. Giyineyim de gidelim.

Evren bıraktı kitabını, girdi odaya. Bastığı tahtalar gıcırdıyordu, uyuyan karısına haber verircesine. Giyinirken çıkardığı gürültüden uyandı karısı. “Hayrola, ” dedi. “Beni karakoldan çağırmışlar, askerler bekliyor” diye yanıtladı Evren “telaşlanma. Çocuklara da bir şey söyleme. Birkaç saat sonra dönmezsem, haber salarsın eşe dosta.”

Darbenin üzerinden bir yıl bile geçmemişti. Askerî yönetimin her yerde hâlâ ağırlığını duyumsattığı günler yaşanıyordu ülkede. İşte bu nedenle de tedirgin olmuştu.

Evren, yabancı dil öğretmeniydi. Ailecek yaz dinlencesine gelmişlerdi, annesinin yanına. Okula gider gibi giyindi. Daha yola çıkmadan ter boşanıyordu vücudundan. “Haydi, gidelim” dedi askerlere ve düştüler yola.

“İyi ki de gelince yakmışım kitaplarımı. Adamlar, üzerinde ‘Sos…” yazılı bir kitap buldu mu alıyor içeri. Sosyoloji mi yoksa sosyalizm mi diye bile bakmıyor. Günlerce yargıç karşısına çıkmayı bekliyor, sanık diye alınanlar. Bir ihbar, bir dilekçe yetiyor gelip almaları için. Beni niye çağırmış olabilirler? ‘Bilimsel Sosyalizmin İlkeleri’ni Türkçeye çevirdiğim için olmasın? Ya da bu yöreden bir öğrencim vardı. Sınıfta Nazım’dan bir şiir çevirisi yapmıştık. O şikâyet etmiş olmasın!”

Savcılık da yok kasabada. Tutacaklar pis bir yerde. Sor babam sor, yaz babam yaz. Dövecekler, belki de dipçikle vuracaklar suratıma. Eğer öyle olursa, ben nasıl bakarım el âlemin yüzüne? Avukat da bulunmaz burada. Kaç gün sürecek ifade almaları? Sonra ilçeye gidilecek. Araba da yok. Ya beklenecek ya da yaya gidilecek. Sabah çıksak, akşama zor varırız. Hey Allahım! Eşimin, çocuklarımın günahı ne? Dinlenmeye gelmiştik buraya. Gelmez olaydık!”

Karakola yaklaştıkça, adımları geri geri gidiyordu Evren’in. “Kaçsam mı, acaba” diye düşündü. “Olmaz” dedi kendi kendine “askerler silahlı, ya çeker vurursa!” “Hızlan biraz Hocam” dedi askerlerden biri. “Yürüyoruz, ya” oldu yanıtı Evren’in. “Sus da denileni yap” diye ekledi diğer asker de.

Öğrencilik yılları bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Lisede “Edebiyat Kolu”ndaydı. Duvar gazetesi çıkartıyorlardı. Sabahattin Ali’nin bir öyküsünü yayımlamışlardı da yerel gazetede çıkan bir haber üzerine polis gelip almıştı. Bir gece de nezarette kalmıştı. “Fişlendin, bundan sonra daha dikkatli ol” demişti bir polis memuru. “Ta o yıllara mı yoksa üniversite yıllarıma mı giderler? Bu ülkedeki kurulu düzene karşı daha demokratik, daha eşitlikçi ve daha hakça bir düzen istedikse, suç mu işledik?”

Kan ter içinde karakola varınca, askerin biri öne geçti, Evren’i aralarına aldılar ve girdiler içeri. Komutan balkondaydı, onlar geldiğinde. Öndeki asker vardı yanına, esas duruşa geçti: “Sanığı getirdik, Komutanım” dedi. ‘Sanık’ sözü deprem yarattı Evren’in dünyasında.

Borçluydu Evren. Gündüz öğretmenlik geceyse korsan taksicilik yapıyordu. “İçeri tıkarlarsa, nasıl ödenirdi o kadar borç? Ya bir de meslekten atılırsam!

O kitabın çevirisi, suç olsaydı şimdiye gereği yapılırdı. Yok, bu işin altında başka bir iş var. Beni çekemeyenlerin işidir bu. Kim bilir ne uydurmuşlardır. Bakkal Kenan’ı şikâyet etmişler, askerî yönetime küfretti diye. Adamcağız aklanana kadar ne çekti. Benim hakkımda da buna benzer bir şey denmişse, al başına belayı. İzin sonunu da aşarsa, müstafi de sayılabilirim. Nedir bu başıma gelenler?”

Komutan geldi Evren’in yanına.

—Hocam, hoş geldiniz.

—Sağ olun, Komutanım. Beni emretmişsiniz, ben de geldim.

—Estağfurullah.

“Estağfurullahmış. Resmen dalga geçiyorlar benimle. Bir şikâyet olmasa, neden çağırtsınlar ki!

—Buyurun, Komutanım. İfademi alacaksınız galiba.

—Ne ifadesi, be Hocam! İçeri de iki turist kız var. Şikâyetçiler bir konuda ama anlayamadık dertlerini. Tercüman lazımdı. Seni de bu yüzden rahatsız ettik. İnşallah anlarsınız dillerinden.

Evren, komutana baktı, inanamadı dediklerine. Girdiler odaya. İki kadın oturuyordu. Evren sordu onlara:

—Do you speak english?

—Yes.

Derin bir nefes aldı Evren ve “Ohhh” dedi.

—Ne oldu, Hocam? Neden “Oh!” çektiniz.

—Kızlar İngilizce biliyormuş da ondan Komutanım…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..