Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '12

 
Kategori
Öykü
 

Karanfiller düşmeden

Karanfiller düşmeden
 

Ötelere yürüyorum. Camlar mı kırılıyor ne, bir şangırtıdır gidiyor. Kırılan camlardan fırlıyorlar. “Gidin” diyorum, aldırmıyorlar..

Bir adam çayına limon sıkılıyor; biraz daha sıkıyor limonunu, ağzını ekşitip parmaklarını yalıyor.
Alçak tabureler üstüne oturmuş adamlar tavla oynuyorlar.

Biri,”Var mısın bir el Maltepe’sine..”diyor. “Yok’um,”diyorum Hava açıyor. İnce ince bulutların olup olmadığına bakıyorum. Uzaktaki iki parça yelle birlik sürükleniyor.  Onlar mı ilerliyor, yoksa dünya mı dönüyor kestiremiyorum. Kaldırımın kenarlarına öbek öbek kumlar yığmışlar;ayaklarım dalıyor, yalpalıyorum. Gittikçe yaklaşıyorum.  Çok soğuk duruyor balkonda. Açmış iki karanfile ulaşmak, koparmak, saçlarının arasına takmak istiyorum. Kahvedeki adam pişpirik oynayanların oyunlarına karışıyor. Bir dumanlar tütüyor pişpirik oynayanların oyunlarına karışıyor. Bir dumandır  tütüyor karşı damların arasından. Kokuyu isten istemez ciğerlerime çekiyorum. Hemen ciğerlerimi söküp atmak isteği geçiyor içimden.

Seke seke yürüyor çocuklar. Biri ayaklarının arasına kıstırdığı tahta ata kesin  emirler veriyor. Öbürü beni görünce öylece duruyor. Yanından geçerken söyleniyor, “Ne arıyorsun bizim mahallede.?” Susuyorum.
Biraz canım yanıyor, topallıyorum. Dönüp dolaşıp, sanki bütün yollar oraya çıkarmış gibi balkonun altına gelip dikiliyorum. Konuşuyoruz. Çok soğuk bir rüzğar esiyor dağlardan. Paltomun yakasını elimle çekiştiriyorum.

“Nereye gidiyorsun,”diyorlar.
“Bulutlar yok.. Hava soğuk ama iyi.. Gitmeliyim.. Yazılacak mektuplarım var da..” Saçmalıyorum.
Durmadan konuşuyorlar: “Niye böylesin; eskiden iyi arkadaştık. Neden bize uğramıyorsun?” gibi sözler edip ayrılıyoruz.

Bir  tren sesi.. Bir tren sesi başımın içinde ötüp duruyor. Atlıyorum lokomotife, “Çek neresi olursa olsun,”diyorum. Tarlalara doğru sapıyoruz. Gidiyoruz kıpkırmızı  gelincikler açmış, köklerinden başaklarına doğru özsu yürüyen buğday sapları arasından fabrikalara doğru. Aşağı mahalleden tiz, alışılmış kahkahalar yükseliyor.  Ne olduğuna, nereye gittiğimize önem vermeden havaların hala neden bu kadar soğuk olduğunu düşünmeye çalışıyorum. Kazana durmadan mazot akıyor; ellerimizi,  yüzümüzü, her  yanımızı ısıtmaya  çalışıyoruz kırmızı alevlerin karşısında. Kara kirler bulaşıyor, sağımıza, solumuza. Makinist düdüğü çalıyor. İki koyun rayların üzerinden fırlayıp çekiliyorlar. Tarlalar arasından ilerlerken ben hep Emine’yi düşünüyorum.

Gelip balkonun önünde duruyorum. Onun neden bu kadar zalim olduğunu  soruyorum kendi kendime. Biliyorum benim gibi belki kaç kişi..

Biri  köşebaşından bakıyor.  “İşte orada,” diyor benim için.
Kapıların önünde oynayan küçük kızlar gülüşüyorlar.
Tren düdüğünü iki kez daha öttürüyor.
Bir sıcak buhar yükselip her yanımızı sarıyor.

İlkyazın geldiğini; karanfillerin gerçekten açtığını sanıyorum; ama gözlerim ötelere ilişince donup kalıyor. Kızlar yine kıkırdıyorlar. Bulutları iyice tepelere kovalamak gerektiğine inanıyorum.

“Emine...” diye sesleniyorum balkona doğru. Kapılardaki küçük kızlar beni  gösterip  yine gülüşüyorlar. Ağacın altındaki masada oturan adam kendine kendine söylenir gibi, “İyi muz..”  diye bağırıyor. Lokomotif geri geri gidiyor. “Dur.!” diyorlar, durmuyor.  “Dur.!” diyorlar, durmuyor. Ayaklarımdan ellerimden buz gibi terler boşanıyor. Titriyorum.

Mutfaktadır şimdi. Belki de pişirdiği yemeğin tuzuna bakıp, şarkı mırıldanıyor. Bir düş var, inanmak istiyorum.  Biraz sonra balkona çıkacak, yine ilkyaz gelecek, kapıdaki kızlar fıkırdıyacaklar ve benim gibi niceleri de kahvedeki oyunlarını bırakıp arka sokaklara dalacaklar. Artık bu mahalleye her gün geliyorum. Çocukları toplayıp acıklı şarkılar öğretiyorum onları. Sabahtan akşama kadar hep birlikte şarkı söylüyoruz. Karşı alanda futbol topuyla oynayan çocuk gizli gizli bizi gözetliyor ama aldırmıyoruz.

Bir tren sesi şarkımıza katılıyor. Sokaklar çın çın ötüyor şarkılarımızla. Balkona  bakıyorum. Ne bir ses ne bir nefes. Dinlemiyorlar bizi, anlamıyorlar bizi. Bırakıp gidiyorum. Kasabanın soğuk, dar arka sokaklarından yürürken, hep ellerimi lokomotifin kor ateşlerinde ısıtmanın özlemini çekiyorum. Gün doğuyor, uyumamışım, esniyorum. Odaların boşluğu başlıyor. Traş olurken parmaklarıma kramp giriyor. Ayna elimden düşüp parçalanıyor.

ÖTEKİLER DE BENİM GİBİ KARANFİLLERİ SAÇLARININ ARASINDA MI GÖRMEK İSTİYORLAR.?
Acıyorum yüzümün haline. Bıçak yarasından kan revan içinde. Keşke ellerim de bu kadar kanlı olsaydı  ve ben bu durumda sokaklarda olsaydım. Herkes görseydi. “Deli var..”diye bağırsalardı.
Üst kattaki gürültüler artıyor.

Yandaki dairede oturan o pis muhallebiciyi ne zamandan beri kıskandığımı hatırlamıyorum. Geceleri yatağa yattığı zaman kimi düşünüyor? Beni mi, yoksa...

Sıyrılıyor yatağından doğru balkona çıkıyor. Sarkıyor kıyısından balkonun taa yarı beline kadar. Ağzında bir şarkı. Kime bunlar ? Muhallebiciye mi? Eniştesi duysa öldürür.

Karanfiller var balkonun kıyısında, kırmızı ,pembe ve beyaz. Nedense kırmızı karanfiller hep onun. Yukardaki yıldızlara bakıyor. Hep ilkyaz yıldızları. Karanfillerin  biri saçlarının arasında. Diğeri,bir başkası.. Savuruyor göklere.. Gökler kırmızı karanfillerle doluyor. Gözlerinde yaşlar beliriyor. Birden onyedi  yaşının tüm yalnızlığını yaşıyor orada.  Balkon yüksek. Bakamıyor aşağı, başı dönüyor.  Seviler, mutluluklar göklere doğru giden karanfillerle son buluyor..

Uzaktan, “İyi geceler Emine.. İyi geceler Emine..”diyorum.

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..