Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

Karanlığa giden yolda sürekli aydınlık!

Karanlığa giden yolda sürekli aydınlık!
 

Görsel:www.hd-duvar-kagitlari.com


Kentin o muhteşem siluetine doğru bakıyordu geceleyin. Eski liman açıklarındaki, eski ama sağlam bir tekneden... Her yer sanki bir ışık seli içinde ışıl ışıldı. Geceleri ışık, aydınlıktır, hayattır. Karanlıksa kaygı, korku ve ölüm… Aslında fiziksel olarak sadece ışıksızlık halidir karanlık.

Düşündü: Yüzyıllardır insanoğlu/kızı’nın algısı böyle… Daha önceleri, gaz lambaları, fenerler, mumlar ve ateşti aydınlatan. Bir de ay ve yıldızlar... Atalarımıza sundukları aydınlık ve hayat da yansıttıkları ışık kadardı. Yarı karanlıkta bırakarak hissetirdikleri kaygı, korku ve ölüm duygusu ise bugünlere göre muhtemelen çok daha fazlaydı. Meselâ, o karanlık ortaçağ yıllarında...

Geceleri yaptığı uzun yolculukları anımsadı: Işıl ışıl artık her yer, kentleri bırak, kasabalar, köyler hatta beldeler bile… Evlerin içleri de öyle... Karşısında -gündüzlerin amansız çalışma tutsaklığından kurtulup bari kendimizi biraz eğlendirelim diye- yeniden gönüllü tutsak olduğumuz ekranların içi de; boy boy, renk renk, tüplüsü, LCD’si, plazmasıyla TV’lerin, interneti, ‘facebook’u, ‘tweetter’ı ve bloglarıyla bilgsayarların içi… Hatta avuçlarımızın içi bile geceleri ışıl ışıl artık diye düşündü; cep telefonlarının, IPhone’ların, IPod’ların renkli ekranlarıyla…

Enteraktif bu ışıltılı ekranlar sayesinde artık her şey şeffaf, hemen her şey meydanda, her şey ayan beyan ortalıklarda diye düşündü. Mahremimiz kalmadı, hemen her eylemimiz anında yurt sathında, hatta sınırlar, okyanuslar ötesinde diye hayıflandı.

Buruk bir tebessümle anımsadı: Eskiden mahremimiz, ısrarla korunan masumiyetlerimiz vardı. Ne kadar kulaktan kulağa bazen fısıldansa da gizli, özel kalması gerekenler, hep gizli, hep özel kalırdı. Bilgilerimiz belki bugüne göre daha azdı ama özdü diye düşündü. Boş, sakin ve geniş zamanlarda harıl harıl kitaplar okunur, yüz yüze tartışılır, ayrıntılara inilir, sıkışınca da o kap kalın ansiklopedilere ve kırmızı ciltli atlaslara bakılırdı. Bilmem bu yüzden mi diye geçti zihninden, varılan sonuçlar, sabun köpüğü ya da çiçek tozları gibi hemencecik uçmaz, zihinlerde hep asılı kalırlardı. Hatta o mahrem kalanlarla ikiz kardeşlermişçesine el ele kabristana kadar uğurlanırlardı...

"Artık ansiklopediler kalmadı, kütüphaneler bile almıyor. Atlaslara da gerek yok. Çünkü haritalar da - tekno/dijital aygıtlar gibi- neredeyse her üç ilâ altı ayda bir değişmekteler..." dedi içinde titreyen bir ses!

Etrafına bakıyordu da: Trilyonlarca kilowat saatleri aşkın elektrik enerjisi, onca ışık, onca elektronik alet-edevat. Ama insanların çoğunluğu sanki yarı-cahil ve az yetenekli birer sirk cambazı gibi olmuşlardı. En ufak bir el, ayak hareketi sonrası nerede alkışlar diye heyecanla etrafına bakınan çaresiz, şişkin egolu sirk cambazları… Cehaletimiz de, şaşkınlıklarımız da sergilediklerimiz kadar artmakta diye kahroldu!

İnsanın hayatı diğer canlılar gibi sadece fiziksel ihtiyaçlar odaklı yaşamadığı gerçeğini, sebepsiz, nedensiz eğlenceli bir hayatın, hareket doluluk ve enerjinin, teknoloji ile içli-dışlı olmanın, her yanda pırl pırıl ışıkların varlığının her şey demek olmadığını o konumda bile aklından çıkaramıyordu.

Ekran ekran yaşama dair yaprakların anatomisine daldık ormanı unuttuk dedi bu kez, içindeki o ses: Başlarımızı kaldırıp etrafa baktık ki, ortalıkta orman morman kalmamış! HES'ler, mes'ler, yangınlar derken aslında ormanlara bakan, onlarla ilgilenen de yoktu...

Ve o an ansızın farketti ki, insanların avuç içlerindeki o yemyeşil ve ışıltılı yapraklar: Eskiye dair neler biliyorsak, (sevgiye, aşka, dostluğa, dayanışma, özgürlük ve adalete, eşitlik, gelenekler ve arkadaşlıklara, beğenilere vb. dair) hışımla içine doldurup bakındığımız o ışıltılı yapraklar, meğerse plastiktenmiş! Avuç içlerinde ışıltılarla taşınan plastik hayatlar belirdi hayâlinde... Adeta "I-Slave"(I-Köle)'liğe dönüşen plastik hayatlar...  

Ekranlar karşısında hareketsiz kalmaktan oluşan obezlik bir yana, (sivilceleri kolayca yok etmekten klozetin tarihçesine, selülit giderme yöntemlerinden 10 günde hızlı kilo vermelere değin uzanan) olur olmaz, doğru-yanlış demeden bireysel odaklı onca bilgiyi sürekli tıkınmaktan bilgi obezleri olduk. Fazla aydınlığa maruz kalmaktan saçlarımız erken dökülmekte… Giderek o hayâli uzaylılara benzemekteyiz diye düşündü... Ve her zaman, her şeye aç!

Peki, her yer bu kadar aydınlıkken, ruhumuz, zihinlerimiz ve yüreklerimiz neden giderek daha çok kararmakta?

Yoksa tüm bu aydınlık, tüm bu bilgi bombardımanı ve değişim çığırtkanlığı –sersemletici etkileriyle- yeniden inşa amacıyla bilinçli bir toplu yıkım için midir?

Bu sersemletici bilgi yığınlarının, kör eden aydınlıkların, sağır eden seslerin debisiyle oluk oluk akarak gelecek olan yeni bir karanlık ortaçağ mıdır yoksa, inşası düşünülen? Tekno-Dijital Karanlık Yeni Ortaçağ, "Ödlek Yeni Dünya!" (*)

Düşüncelerini yazılı bir metin olarak düşündü... Güçlü imge yoksunu haliyle, yoksa bende mi bu gidişattan payımı alıyorum diye içten içe endişelendi. (**)

Endişeyle öne eğdiği başını kaldırdığında gördü ki; yarımızın başında ya takke vardı ya da türban! Diğer yarımızın başında ise hayâli yıldızlar dolaşmakta. Göç hayaliyle… Biri 51, diğeri 12 yıldızlı bayrakların ülkelerine göç! Bir de insanların sırtlarında yeni yeni etiketler gördü: Her birimiz meğerse ayrı bir ırktanmışız, ayrı bir milletten… Küçük küçük misket tanesi gruplar halinde, elimizde IPod’larla avuç içi eşelenmekteyiz. Ayrıca, yılların dostları düşman, düşmanları ise can ciğer dost olmuş!

Kan ter içinde ıslattığı yatağından endişeyle uyandı. Gördüğü rüyayı anımsadı. Rüyâ mı yoksa gerçek mi diye doğal bir tereddüte düştü. Yoksa bu bir anti-hipnopedya mı (uykuda eğitim) diye düşünürken -kahvaltı için evin içine yayılan- kızarmış ekmek kokusunu hissetti. Burnunda umuda benzer bir hisle tüten bu koku ona nedense, 90’lı yılların ilk yarısındaki -epey kabul gören- bir eylemi anımsattı: “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık!”

Buruk bir tebessüm yayıldı dudağına ve gördüğü rüyâyı adlandırdı:”Karanlığa giden yolda sürekli aydınlık!

Not:

(*) Aldous Huxley'in bu konularda güçlü çağrışımlar yapan ve önemli ipuçları sunan, (Obama'nın da yaz tatilinde yanına aldığı söylenen) "Cesur Yeni Dünya" adlı kitabının adının değillemesiyle söylersek...

(**) Peki neden birey(sellik)den hareketle işi çağın betimlemesine kadar getirdim? Çağa damgasını vuran güçler dengesi (ya da dengesizliği) teknoloji, üretim-bölüşüm-sömürü ilişkileri dışsal ve bu anlamda önemli ölçüde belirleyicidir. Birey olaraksa; her insanın içinde hem aydınlık hem de karanlık yönler bulunur ve bunların uyumu sağlanamazsa derin ikilemler oluşur. Jungian psikolojisi; karanlık yön ile birleşme, bireyleşme, bireyleşirken dezentegre olma, eski benliğin ölüşü ile yenisinin doğuşu, maske, gölge, gölgeyi yansıtma gibi bir çok kavramla bize bu konuda çok önemli bilgiler sunar. Jung’un “gölge” adını verdiği arketip içimizde kabullenmek istemediğimiz yönlerimizdir ve bunların ne kadar farkında değilsek o kadar karşı tarafa yansıtırız. Karanlıklar da böylece oluşur, o kadar yaygınlaşabilir ki, bir çağa damgasını vurabilir.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..