Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '12

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Karanlık

Karanlık
 

Sabah 5:39 ve henüz karanlık bir hayat var dışarıda. Herkes gökyüzünün üzerine uzanmış gibi, kimsenin birbirini görmediği kapkaranlık bir hayat. Bazen ben bile balkona çıkıp sigara içtiğimi hayal etmek istiyorum. Karanlığa doğru dumanlarımı savurup kendimi karanlık içinde kaybetmek! Biliyorsunuz geceleri ayıpların çoğaldığı bir hayat var.

Geçmişte bu saatlerde barlardan çıkıp eve gittiğim dönemler olurdu. Ya da bu saatlerden de evvel kalkıp arabama atlayıp yarıştığım dönemler. Kurtlar yemesin diye otostopçu kızları alıp evlerine sağ salim bıraktığım dönemler. Müziği sonuna kadar açıp -arabada- bağıra, bağıra şarkı söylediğim dönemler.

Yaşamak insan için!  Biz süper kahramanlar, uykumuzdan feragat edip yaşam mekanlarını kolaçan ederiz geceleri. Bazen birer casus gibi, yani hiç bir şey yokmuş gibi, bir barda sabahlarız. Ya da aksiyon sahneleriyle kovalamacalara takılırız. Ya da bir gece telefonumuz çalar; "Anıl seninle çok iyi anlaştığımızı hissediyorum; görüşelim abi". Bu arada saatine baktığında, sabah ve gece arası 03:19'u görürsün...

Bir gün karar verirsin; "master yapacağım". Ya da yine karar verirsin; "roman yazacağım". Ve yine bu saatlerde kalkıp dersini çalışırsın ya da romanını yazarsın. Veyahutta bugün olduğu gibi bir blog patlatırsın bam telinden.

Evet diyorum ya, hiç beklemediğin bir olay, belki de hayatını değiştirir. Belki de sakat kalırsın düşüncelerinle. Ya da düşüncelerin olmadan yok olup bitkisel hayata geçersin. Daha da kötüsü, yaşanılan tüm kötü hayatlar, bir gün ruhuna işler ve ruh sağlığını kaybedebilirsin. Bundan daha da kötüsü, işlemediğin bir suçtan ötürü, sırf dürüst olduğun için kodese girersin ve suçlu bir şekilde hayat yaşarsın!

Bakın karanlık çok korkunçtur.

Ben karanlıktan korkmam. Belki de bir kez korkmuştum. O da anaokulundaki aşkım Zeynep'in, babasının tayini yüzünden, ayrılmasından sonra. Zeynep'i bir ay boyunca unutamamıştım. Daha henüz 6 yaşındaydık ancak aşk kapımızı çalmıştı. Bir çocukluk aşkı!

Ezan okunuyor, saat 05:58. Bundan sonra olacakları hep yazdım ve hepiniz ezbere biliyorsunuz.

Bilmediğiniz ise benim sabah aboneliğimin ne zaman başladığı?

Yıllardan 1995 ve eylül ayının başı. Yer Kuta sahili ve Endonezya'nın Bali adası. Alev ve ben kavga ediyoruz. Ona sıralıyorum ve diyorum ki "ne bana, ne de hayata karşı dürüstsün". "Beni sevdiğini bilmene rağmen bunu kendine itiraf edemeyecek kadar inatçısın". Bağırmaya devam ediyorum: "Neden korkuyorsun anlamıyorum! Ama kesin olan bir şey var, o da kendinden korktuğun". Bizi birbirimizden başka kimse duyamıyor çünkü ikimiz de bu kavga esnasında giysilerimizle okyanusa girmişiz ve kıyıdan en az 200 m açılmışız. O gece hiç uyumadım ve ilk güneşimi doğurdum. Alev ve Mehtap odada uyumaktaydılar. Ben tarçınlı bir sigara içiyordum Endonezya'da, hem de çok içiyordum ve günde üç paket. Gelgitlerim yüksek bir insandım ve herkesçe çılgın olarak nitelendiriliyordum. Huzursuz ve mutsuz ancak bol adrenalinli bir adam!  Kendimi çok yalnız hissediyordum. Kızların bu tatiline sonradan musallat olmuştum. Mehtap beni üniversiteden, halk dansları ekibinden, iyi tanıdığı için sesini yükseltmemişti. Alev'e içerlemekle beraber, bu durumu benimle konuştuktan sonra, sineye çekmeye karar vermişti. Onların 2 yıllık rüyasına ben de ortak olmuştum böylelikle... Alev konforundan ödün vermeyip 5 yıldızlı bir tatil yapmak istiyordu. Mehtap ile birlik olup oy çokluğuyla yenmiştik onu. Tam tersi bitli bir tatil yapacaktık ve bu hiç bilinmeyen yeri, arşın, arşın gezip fotoğraflayacaktık. Ben bu amaçla tripod almıştım yanıma. Boynumda bir otomatik Yashica, bir de manuel Zenith 122 taşıyordum. Bu bağlamda tıpkı bir silahşör gibiydim. Bu makinaların dışında yanıma 4 t-şört ve 2 şort ve iç çamaşırından  başka bir giysi almamıştım. Kıyafetlerin yerine 21 kg konserve taşımıştım Türkiye'den!

Gelelim o sabaha... Ben aslında o sabahı, romanımda sizlere aktarmıştım. Yine oradan alıp buraya koyuyorum:

 “Kızıl bir sabah patladı gökyüzüne Kuta sahilinde. Bulutların arasından süzüldü huzmeler ve dokunduğu yerleri renklendirmeye başladı. Kumsalda dalga sesinden başka hiçbir şey yoktu. Havanın esmesine rağmen üşümüyordu Necati. Hareket etmeden yaklaşık üç saattir bulunduğu yerde oturuyordu. Artık düşünmekten yorgun düşmüştü. Oysa o an güneşin yeniden doğuşu vardı karşısında… Güneşin çığlıkları ile beraber kuşlar da uyanmış okyanus üzerinde bağrışarak uçmaktaydılar. Bir sigara yaktı Necati, içine en derininden çekti sigarasını ve sonrasında dumanını yuttu, dışarıya salmadı zehri.  Sadece burnundan kaçan halkaya mani olamadı. Güneşle beraber hayat yeniden doğdu dünyaya ve her şey yarım saat içinde bitip başladı: yepyeni bir gün. İncecik kayıklarda balıkçıları fark etti Necati. Günün bu huzurlu başlangıcına uyum sağlayamadığını hissetti. Kalbi yere düşmüş ve ayakları altında durmaktaydı. Onu fark etmemiş ve çiğnemişti. Beynini ise salata olmak üzere buzdolabına kaldırmıştı. O hareket edemeyen felçli bir vücuttu elindeki cep telefonu ile beraber. Beyni durmaksızın konuşurken konuştukları nedense kalbine varmıyordu. Aynı şekilde, kalbi de anlatacağı o kadar çok şey varken, çatlamış ve kırılmıştı. Kumun üzerine kanların aktığını hayal etti. Sessizce konuşmaya teşebbüs etti fakat nafile. Telefonu açmak istedi, felçli elini kaldıramadı. Pelte gibi bulunduğu yere yığıldı kaldı. Güneş sıcaklığını iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı.”

Aşk fena bir duygudur. İnsanı bir sardı mı, “sarı humma”ya yakalanır insan. Kalp atışları düzensizdir. Duyguları keskin ve geçişlidir. Delilik haline yakındır. Karşı tarafı hak ettiğinden daha fazla büyütür gözünde. Ve uykuları kısalır insanın. Bir sebebi de her vaktini aşığına vermektir zamanının. Sevişmek çok önemlidir. Öylesine ki özlemle, saatlerce! Her yaşanılan duygu olağanüstüdür. Kısacası bir hastalık halidir aşk.

Bu hikayeyi burada kesiyorum…

Gökyüzü nihayet bulutlarının arkasında gün için güneş topluyor. Sisli bir gri-mavi hal aldı; saat 06:38. Sonbahardayız artık güneş eskisi kadar hızlı değil.

Güneşin aramıza gelmesine az kaldı. Yeniden ruhum şenlenecek birazdan. Ve karanlık hikayeler karanlıktaki yerlerini alacaklar. Suçlular bile, hatta Dracula, ya yer altına inecekler, ya da uyuyacaklar ışıktan kaçmak için.

Ve ben ise yepyeni hikayeler için yaşam tecrübeme, bıraktığım yerden devam edeceğim ve ta ki, bir gün, ufuk çizgisini, gözlerimde kaybedinceye kadar…

Günaydın….

 Kavi'l

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..