Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mayıs '07

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Karanlıktaki ışık; girişim...

Karanlıktaki ışık; girişim...
 

Ülkemizde son yıllarda yaşanan ekonomik krizler, çeşitli büyüklükteki çok sayıda işletmenin büyük ölçüde küçülmesine, yada kapanmasına neden olmuştur.Sözkonusu gelişmelerin yeni girişimciler ve yabancı sermaye sahipleri için de ülkemizde yatırım yapmaya yönelik kararlarını yeniden gözden geçirmesine, yatırım faaliyetinin belirsiz bir süreye tehir etmesine yada tamamen iptal etmesine neden olduğu ortadadır.

Tarih boyunca bir ülkenin gücü daima elindeki savaşçı askerlerin gücü ile anılmakla birlikte, günümüzde bu kavramın yerini üreten, ürettiğini satabilen, uluslar arası arenada rekabet üstünlüğü sağlamayı başarmış ülkeler almaktadır.Bunun ise iyi kılıç kullanan askerler ile değil, risk alan ve o riski yönetebilen eylem adamları ile olabileceğini, kısacası “girişimci ruh” ile mümkün olabileceğini ne yazık ki bizlerden daha önce anlamışlardır.

Dünya’ya baktığımızda özellikle ABD, Avrupa ve Japonya gibi ülkelerde girişimcilere her alanda özellikle devletin ve sivil toplum kuruluşlarının önemli destekler verdiklerini görebiliriz.Adı anılan ülkeler, sosyal anlamda devlet olmanın bilincini çok iyi kavramakla birlikte, devletin asıl görevinin kanun çıkartıp, bu kanunları uygulayan ve kolluk güçleri ile asayişi sağlayan bir otorite olmadığını, devletin tüm görevlerini yerine getirebilmesi için yürütmek zorunda olduğu faaliyetler ve vatandaşına daha iyi hizmet için ciddi bir kaynağa ihtiyacı olduğunu, ve bu kaynağın da büyük ölçüde ancak “devlet” sıfatı ile “vergi” gelirlerinden elde edilebileceğini temel politika olarak benimsemişlerdir.Ülkemizde ise her geçen gün kapanan işletmeler ve işsiz kalan milyonlarca insanımızın yaşam seviyesini arttırmak için IMF’nin kapısına mı dayanacağız? Para almaya alışanın emir almaya da alışacağı gerçeği ortada iken, bunu ne kadar süre ile devam ettirebiliriz? Bu durumda devlet vergiyi kimden alacak? Bu ülke yurtdışına çıkışlarda ödenen 50 USD tutarındaki harçlar ile mi Atatürk’ün sözünü ettiği muasır medeniyet seviyesini yakalayacak? Bu durumdan kurtulmanın tek yolu tüm enerjimizle üretim ve girişim faaliyetlerine ağırlık vermek olmalıdır.Küreselleşen bir dünyada üretmeden ayakta kalmanın başlangıçtaki prestijli görüntüleri, ne yazık ki çok hazin sonuçlanmaktadır.

Konuya farklı bir bakış açısı olarak devleti topluma mal ve hizmet sunan bir ticari işletme, vergi ödeyen kurum ve şahısları da bu işletmenin müşterileri olarak varsayalım.Eğer müşterinin gelirlerinde önemli bir azalma sözkonusu olur ise, müşteri eskisi gibi yapmış olduğu mal ve hizmet alımlarında önemli bir kısıtlamaya gidecektir.Bu kısıtlama ise satıcının yani “devletin” gelir kalemlerinde önemli bir azalmaya neden olacaktır.Öyle ise müşteri daha çok kazanmalı ki, daha çok harcasın.Yani realiteye geldiğimiz zaman, vergi veren kurum ve kişiler daha çok kazandıkça devletin en önemli gelir kalemi olan vergi gelirleri de aynı oranda artacaktır.Sürekli yeni vergi kalemleri yayınlayan, sözkonusu vergi oranlarını arttırmaya çalışan bir devletin ise kendi kendisini iflas ettirmeye çalışan bir kurumdan farkı yoktur.Böyle bir durumda devletin müşterilerini arttırmaya çalışan kurum gibi girişimcilerin sayısını arttırmaya çalışan bir kimliğe girmesi gerekmez mi?

Bugün ülkemizde işletme fakülteleri de dahil olmak üzere insanlar hep başkalarının işyerinde ücretli çalışmak üzere eğitilen bireyler olarak adeta programlanmaktadırlar.Bu şartlandırma süreci dışarıdan bakıldığında “kalifiye eleman yetiştirme”şeklinde algılanmakla birlikte, bu kalifiye elamanlar nerede çalışacak sorusu nedense daima ikinci planda kalmaya mahkum olmuştur.Aileler çocuklarının devletine, milletine, ekonomisine kısaca tüm hayatı ile varlığını borçlu olduğu realitelere karşı katma değer yaratan, vergi ödeyen, istihdam yaratan bireyler olmalarından çok, gerek kamuda gerekse de özel sektörde küçük sorumluluklar almış, ücretli çalışan bireyler olmalarını nedense daha çok tercih eder durumdadırlar.Tabiki burada ailelerimize veya üniversitelerimize bir suç isnadında bulunmamaktayız.Fakat sistemin bu şekilde yürümesi ebette o sisteme uyacak olan kişileri de beraberinde getirmektedir.Bu işin devlet eli ile düzenlenmesi, devletin bu konuya müdahale etmesi ve sivil toplum kuruluşları ile desteklenmesi gerekmektedir.Burada suçun kimde olduğu sorusundan çok sormamız gereken asıl soru şu olmalı;Biz neden yurtdışına insanlarımızı göndermekteyiz?Neden diğer ülkelerden insanlar bizim ülkemize çalışmaya gelmiyor?Neden girişimci değil de, çalışanız?Bu soruların cevabı ne yazıktır ki aklımızdan dahi geçirmeye cesaret edemeyeceğimiz, düşünmesini dahi istemeyeceğimiz acı gerçeklerden oluşmaktadır.

Peki nedir girişim?Girişimci kimdir?Girişimci olmanın gerekleri nelerdir? Şeklindeki soruları şu şekilde yanıtlamak mümkün olabilir.Girişim, sektörde meydana gelen boşlukların doldurulması ve mevcut pazarın ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik yapılan yatırımlar şeklinde çok kısaca özetlenebilir.Girişimci ise, sektördeki boşlukları tespit eden, bu boşluğun doldurulmasına yönelik ciddi çalışmalar ve yatırımlar yapan, elindeki kısıtlı imkanlarla büyük hamlelere girmekten korkmayan, risk alan, en önemlisi risk almayı göze alan tam bir “eylem adamı”’dır.Tabi ki girişim ve girişimcinin tanımı ve özellikleri bu kadar kısa ve basit değildir.

Öncelikle girişimcilik her şeyi kazanmak için “her şeyini” kaybetmeyi göze alabilecek bir cesareti, ”yarınların yorgun kimselerin değil, bugünkü rahatlarına kıyabilenlerindir ” realitesince tüm dikkatini ve enerjisini hedefine ulaşmak için gece gündüz demeden harcayan bir adanmışlığı, yarın, sonra, ileride, belki, daha sonra…değil, hedef için hemen şimdi…diyebilecek kadar hırslı bir karakteri, önüne çıkan engellerden asla yılmayan mücadeleci bir yapıya sahip olmayı ve bunların dışında güçlü bir başarılı olma isteğini, mücadelecilik ve azim, yaratıcılık, fırsatları sezebilme yeteneği, planlı çalışma ve araştırma yeteneği, başkalarıyla çalışabilmek, onlara güvenebilmek ve ilişki içerisinde olduğu kişilere güven verebilmek, eksikliğini, sınırlarını bilmek ve tavsiyelerden yararlanabilmek, zor şartlarda ağır çalışmalara hazır olmak, kendini geliştirme arzusu…gerektirir.Esasında girişimci, etrafında birçok elemanın, danışmanın ve işi ile alakalı bireylerin olduğu “etrafı kalabalık” bir birey olmaktan çok, yalnız bir kişidir.İşte bu yalnızlıktır ki, onu olgunlaştırır, pişirir.Ona diğer insanlardan daha dayanıklı ve hırslı olma gücü verir.Girişimci yılmaz bir savaşçıdır.

Peki ülkemizde girişimciliğin daha etkin bir konuma getirilmesi ve arttırılabilmesi için neler yapılabilir?
- Öncelikle bu işin devlet eli ile düzenlenmesi gerektiği hususu göz önüne alındığında, Kosgeb, Tübitak, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, Tideb…. Gibi kurumlara daha geniş yetki ve bütçelerin verilmesi, özellikle KOBİ’lere yönelik geliştirme ve destek faaliyetlerinin kapsamının genişletilmesi gerekmektedir,

- Sanayi ve Ticaret odalarında, Sanayi ve İşadamları Dernek ve organizasyonlarında, Üniversitelerde kurulan girişim klüpleri ile birlikte “girişimci merkezleri” kurulmalı ve desteklenmelidir.Buraya başvuran girişimcilere destek olunmalı, çeşitli alanlarda ciddi anlamda sinerji ve katma değer yaratabilecek plan, fikir ve projeler buradaki girişimci merkezlerindeki uzmanlar ve akademisyenler ile birlikte yapılacak çalışmalarla daha etkin bir konuma getirilebilir,

- Üniversitelerde okuyan bireylere bölümü ne olursa olsun, bu okulu bitirdikten sonra “şu şekildeki şirketlerde şu pozisyonlarda çalışabilirsin” anlayışından çok, birkaç arkadaş toplanıp alanınızda etkili projeler üretebilir ve kendi işinizi kurabilirsiniz anlayışının aşılanması ve bu meyilde olan genç arkadaşlara fırsat verilmesi gerekmektedir.

- Vergi konusu tıpkı Avrupa ve ABD’de olduğu gibi toplumsal kalkınma ve refah için ödenen değerli bir unsur haline getirilmeli, oysa ki ülkemizde vergi sadece karşılıksız olarak ödenen ve geri gelmeyen bir “haraç” olarak görülmekle birlikte, ”Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” anlayışı sadece vergi dairelerinin giriş kapılarında yazan “özlü söz” olmaktan daha ötelere gitmeli, hatta bir devlet politikası haline getirilmelidir.Devletin Vergi Kanunları’nda önemli revizyonlara gitmesi özellikle gerekmektedir.

- Gerek devlet, gerekse de sivil toplum örgütleri bu konuda ciddi fonlar kurmalı ve bu fonları girişimcilere kullandırmalıdır.

- Devletin bu konuda resmi politikası olmalıdır.

- Girişimcilere gerek vergi alanında, gerekse de yatırım alanında kolaylık ve istisnalar getirilerek, girişimi ve girişimciyi teşvik edici yaklaşım ve faaliyetlerde bulunulmalıdır,

- Ülkemizin çeşitli bölgelerinde “serbest bölgeler” oluşturularak bu bölgelerde faaliyet gösterecek girişimcilere vergi avantaj ve istisnaları sağlanabilir.

- Faiz ve repo oranları kesinlikle düşmelidir.Kişi elindeki parayı riske atmayarak “nasılsa bankadan her ay şu kadar faiz (repo) alıyorum” diyerek yatırımdan kaçmaktadır.Sözkonusu durum kişiyi başarılı bir girişimci olabilmesi mümkün iken bile yatırımdan soğutmaktadır.Ayrıca faiz ve repo gelirlerinin vergilendirilmesi işlemleri yeniden gözden geçirilmelidir.

Esasında yapılması gerekenler bu kadarla sınırlı olmayıp, yapılması gerekenleri sıralamaktan çok, bireysel anlamda elimizden gelebilecek olan katkıları sağlama yolunda kişisel çabalarımızı ortaya koymalıyız.Bugün ülkemizde “dayısı olmadan da, bir şeylerin yapılabileceğini gösterebilecek ve ispatlayabilecek” birçok girişimcinin olduğuna şahsen inanmaktayım.Yapılması gerekenlerin yukarıdaki hususlardan daha fazla olması bir yana, sadece yukarıda saydığımız maddelerin dahi yapılması ile ülkemizde çok şeyin değişebileceği açıktır.Öyleyse yarın!, sonra!, belki!...değil…Hemen Şimdi!…

Adnan KASAPCI
www.netfinans.com
 
Toplam blog
: 2
: 414
Kayıt tarihi
: 29.10.06
 
 

İstanbul'da yaşıyorum. Finansal gelişmeleri yakından takip ederim.   ..