Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '07

 
Kategori
Felsefe
 

Karar vermenin gücü

Karar vermenin gücü
 

Dale Carnegie şöyle der: "Mutluluk, bunu düşünemeyecek kadar faydalı işlerle meşgul olmaktır."

Karar vermek sözlükte şöyle geçer; “Bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak.” “Mevcut verileri değerlendirerek durumu kavrama ve alternatif eylem biçimlerinin getireceği sonuçları gözden geçirerek en uygun eylemi seçme ve uygulamadır.” Bir şeye karar verdiğinizde yaratırsınız.

Dibi görünmeyen zifiri karanlık kararsızlık çukurundan kurtuluştur. Bir kördüğüm haline gelmiş sarmaldan aniden özgür olmaktır. Ancak öncelikle bir karar verebilmek için özgür irade gücü ve cesaret gereklidir. Karar vermek kişiyi yeni bir yola koyar ve bu yol yeni yükler getirir. Bu kararın arkasında durabilecek güce sahipseniz yola koyulabilirsiniz. Aksi halde arkasında duramayacağınız kararlar yolda size yetişip ezip geçecektir. Bu arada kalmışların makûs kaderidir.

Eğer yeterli cesaret varsa, karar almanın gücü bireydedir. Kişi, tüm sonuçlarını detaylı bir şekilde düşünür ve adım atar. Çevrenin ne diyeceği, aile baskısı, toplumun bakış açısı gibi bağ ve kısıtlardan silkelenip kendi tercihini yapar.

Eğer iradesizliğinden dolayı geri dönüş yapacağı kuşkusu yüreğinde hala yaşıyor ise hiç adım atmaması tavsiye edilir. Hayatın akışında bir sağa bir sola sürüklenmeye alışmış isyan eden, sorunları bir bir sayan ama çözüm öneremeyen, bedbaht bünye sahiplerinin yaşamlarını değiştirecek kararlar alması zordur, uygulaması ise nerede ise imkânsızdır.

Bu alışkanlıklar yumağında ne yapacağını şaşıranlara Albert Camus şu öğüdü verir: "Felakete alışmak felaketin kendisinden daha kötüdür."

İlk önce neye ulaşmak istediğimize, sonra da bu isteğimize nasıl ulaşacağımıza karar vermek zorundayızdır. Bu noktada karar vermenin gücü çok büyüktür. Uygulanırsa etkisi ile yaşamı baştanbaşa değiştirir. Karar verdiği an insan, hayata karşı kendini güçlü ve yenilenmiş hisseder.

Karar vermek çoğunlukla bir çıkmazdan çıkış yolu bulabilmek içindir. Karar alan aldığı kararı yaşamına yansıtırken “Keşke şöyle yapsaydım, şunu da düşünseydim, şuna da ayıp oldu, vs... “ gibi kuşkuya düşme, pişmanlık, duraksama ve kayboluşlardan kendini uzak tutabilme yetisine de sahip olmalıdır.

Karar almak, uygulamaya göre nispeten daha kolaydır. Zira insanoğlu yapıştığından kolay kolay kopmak istemez. Alıştıklarına, görüp bildiği bağlarına imkânı olsa ebedi olarak tutunmak ister. Oysa uzun vadede verdiği karar doğru karardır; olması gerekendir ama cesaret edemez ve en acısı istemez.

Uygulamaya geçen bir kararda dönüş yoktur. Yol tek şerittir. Kendine saygısını tümden yitirmemesi için bu yola koyulmuştur artık. Denildiği gibi: “Karar vermek, bir şeyleri kaybetmeden gerçekleşemeyen eylemdir.”

“Karar almak”, çoğunlukla bireyin hayatına belli prensip ve kurallar perspektifinden yeni bir bakış açısı ile bakması anlamında kullanılır. “Karar vermek” ise kişinin hayatında çok önemli bir seçim yapmak ve hayatının gidişini değiştirmek zorunda kalması anlamındadır.

M. Süreyya Sezgin şöyle diyor: “ Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti. Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu.

Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu. Çok daha önemli olan başka bir şey vardı. Kendini bilmek... Ne istediğini ama gerçekten en çok ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundaydın. Seçmek, karar vermek zorundaydın. Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun. Ve kararlar birer kibritti. Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun...”

Denilir ki: “Yaşam haritalarını izlerken, hedeflerinize ulaşmaya çalışırken, aklımız dümen, duygularımız yakıttır. Akıl ve mantık önderliğinde, vicdanlarını da kullananlar hedeflerine ulaşırlar.” Amaç duyguları köreltmek değil, onları yönetmektir.

Bir sorun, o durumu düzeltmeye hazır oluncaya kadar karşımızda durur. Neyin yanında, neyin karşısında olduğu bilinen gerçek insanlar, karar vermenin gücünü de bilmektedirler. Onlar, en zor durumda yalpalasalar bile yollarına devam ederler. Karar vermenin bu büyük gücünü kullanırlar, asla arada kalmaz ve sorunun bir parçası olmamak için gerektiğinde en acı verici kararları dahi almaktan bir an bile çekinmezler.

Denir ki: “Birçok insanın, hayatlarında başarısızlığa uğramaları, akla uygun davranabilme özgürlüğünün ellerinde bulunduğunu görememelerinden, seçmenin gerekliliğinin farkına vardıkları zaman da artık karar vermek için zamanın geçmiş olmasındandır.”

Gerçek insanlar kolaylıkla kontrol edilemez, sisteme uydurulamazlar. Gerçek insanlar kendi gerçekliklerini kendi tarzlarında yaşar. Güç, cesaret ve erdem onlarla birliktedir. Güç ise şöyle tanımlanır: “Hareket etme becerisi ya da yeteneği, bir şeyi başarma kuvveti ve birikimidir. Seçim yapmak ve karar vermek için gerekli olan yaşamsal enerjidir. Ayrıca, derinlere gömülü bağlılıkları ve alışkanlıkları yenip daha üstün, daha etkili olanlarını geliştirebilme yeteneğini de kapsar.”

Hayatlarından memnun olmayıp, sürekli mızmızlanıp, söylenip ama sonra kala kalan çoğunluğun ortak paydası; kendine güvensizlik, duygu fırtınaları içinde boğulma ya da kişilik bozukluklarıdır.

Karar vermek isteyen insan sayısız etken altındadır. Çevresel, sınıfsal, sosyal, toplumsal, ailevi kalıtımsal koşullar onu etkiler. Tüm bu verileri birlikte ele alıp herkesi memnun etme peşinde koşan, düzgün çalışmayan beyinler, aldıkları karar ile kendileri dâhil hiç kimseyi memnun edemeyeceklerdir.

Kendine güvensizlik, başaramama, istememe, zorluklarla baş edememe gibi kaygılar düşüncenizi, kimliğinizi, duygusal dayanağınızı, kendinize saygınızı olumsuz yönde etkileyecektir. Eğer kişi ego çıkmazına girerse bu kişiyi, kendini aşırı önemseyenlerin isyankâr yolculuğa sürükleyecektir. Birey olamayan şahıs gölgesi ile ömür boyu kavga edecektir. Eğer tam tersi olursa da, “Ben başaramam, yapamam, vs...” gibi cümlelerle içine dönecek, kendini gelişim ve değişime kapatacaktır.

Oysaki yukarıya yönlü gelişip yücelirken öğreniriz. Yaşarken yenilenme, değişme ve gelişme yönünde çabalamamız bu yolda gereklidir. Bu çabada vicdan bir çapa değildir. İyi eğitilmiş bir vicdan bu yolculukta en büyük katkıyı sağlayacak gönül dostudur. Ne denir: “Karar vermek yürek ister”.

Karar almak sürecinde bizi etkileyen tüm birikimleri bir yere koyarak bu önemli süreci başlatmalıyız. En akılcı ve duygusal etkilerden uzak görünen düşünce ve kararların bile, çok eskilerden kalan beyinsel ve zihinsel girdilerin etkisiyle, etkilenip oluşturulabildiğini söylüyor araştırmacılar. Oysaki duyguların eline düşüp kayıp olmadan, duyguları elimize alıp, onları ve yaşamımızı yüceltmeliyiz.

Bilimsel olarak duygular ve akıl ile hareket ederek karar alma süreci bir makalede şöyle geçer: “Duygular, akılcı düşüncenin tersine istemli olarak oluşmamaktadırlar. Kişinin bilinci dışında da var olabilmektedirler. Duygular evrimsel olarak daha eski beyinsel tepki mekanizmalarının ürünleridir. Bilinçli ve akılcı düşünceyse daha yeni evrimsel zincirimize katılmıştır. Duygusal mekanizmalarla ilgili olarak çok önemli işlevler üstlenen “limbik sistem”i oluşturan beyin yapıları 250 milyon yıl kadar önce, memelilerin ilk dönemlerinde ortaya çıkmıştır yani daha ilkeldir.

Karar vermek şöyle işler... Bir birinden farklı davranış biçimleri sergileyebilen her canlı, en azından yaşamını sürdürmek için bilinçli ya da bilinçsiz, karşısına çıkan olasılıklar arasından seçim yapmak zorundadır. Yaşamın özü seçimdir. Canlının karmaşıklığı arttıkça, yani evrimsel ölçeğin daha üst seviyelerine ulaştıkça, karar verme süreci de karmaşıklaşıp güçleşir.

Bu tip beyne sahip gerçek insanlar, daha fazla sayıda ve daha gelişmiş davranış seçenekleriyle karşı karşıyadırlar. Asıl önemli nokta, evrimsel olarak daha yeni, öğrenen ve gelişmiş bir beynin, yalnızca o anın çevresel koşullarına tepki vermekle kalmayarak, gelecekteki olası koşullar için de modeller üretebilme becerisine sahip olmasıdır. Bu da kaçınılmaz olarak, seçimini daha fazla sayıda olasılık üzerinden yapmak zorunda kalması demektir.”

Yani insanımsılar aslında çok daha çabuk karar alabilirler ancak öngörü, plan yapmadıkları için bu alınan kararlar ya uygulanamaz ya da denenir ve başarısız olur. Oysa tekâmül merdivenlerini birer birer çıkmış insan gibi insanlar, bir konuyu her açısından düşünür, taşınır, eğer karar verirse onu uygulamak onurudur. Geri dönüş, bahane, ağlamak ve vazgeçmek yoktur.

Duyguları kendine rüzgâr seçip, aklı rafa kaldıran yolcular, bitmek tükenmek bilmeyen fırtınalarda karaya otururlar. Er ya da geç karar vermek zorundalığının bilincine varamayan kitleler, yaşamlarına acı ve ıstırabı davet ederler.

İster yalnızca akılcı mekanizmalarla, ister duyguların etkisiyle verilsin, her kararın olumlu sonuçları olmayabilir. Ancak karar almak, yaşam akıp giderken onu sadece seyretmekle yetinen insanımsıların yolundan yani sürüden ayrılmaktır.

Karar vermek sürecinde akıl ve mantık önderlik edecek ve duygulara, vicdanımıza da danışılacaktır.

Tüm zekâ testlerinde üst düzeyde başarılı olan ama duygusuz, ruhsuz insanlar yığını da; salya sümük karar alamayan, psikolojik vaka olan, duygu yönü kontrolsüz ve aklına mukayyit olamayan kitleler de karar almaya kalktıklarında çevrede olmamakta fayda vardır. Bu iki uç ve yıkıcı yaklaşımdan uzaklaşıp, dinamik değişken dengeye ulaşmak faydalı olacaktır, bu evrenin yasasıdır. Bunu uygulamayı başarabilenler karar vermek konusunda da başarılı olacaklarıdır.

“İnsanlık dışı” dediğimiz birçok tavır onun duygu içermeyişinden, “akılsızlık” dediğimiz bir tavır da onun akılsal mantıksal hiçbir dayanağının olmayışından kaynaklanır. Akılcı düşünceyle duyguların birbirine zıt iki olgu olduğu, geçersiz bir düşüncedir. İki olgu tamamlayıcıdır.

Bize düşen aklın öncülüğünde duygularımıza da kontrollü olarak danışarak karar verebilmek ve gerektiğinde seçim yapabilmektir. Karar vermek, önce kendini bilmek sonra ne istediğini bilmek ve uygulamaktır. Şapkayı öne koyup, belirsizliğe son vermektir. İki seçenek arasında gelgitleri bitirmektir ve yeniden hür olmaktır.

Karar vermek için şimdiden daha uygun bir zaman yoktur. Eğer mazeretiniz varsa, yarınsa, yakında ise, çok özel bir olaydan sonra ise inanın gerçekleştirmeniz çok zor demektir. Karar verecekseniz, verin ya da vazgeçin; yeter ki günü kurtarıp, erteleyen acizlerden olmayın.

Karar vermek zordur ama bir o kadar da canlandırıcıdır.

Ya yaşamınıza renk katın, Yaratın...

Ya da ömrünüzü keşkelerle geçirip, arada kalın...

Seçim yapmak, omuzlarınıza yüklenen bir yüktür başta...

Sonra sırtınıza yüklediğiniz yerden derinizi yırtıp açan ve sizi uçuran kanatlardır...

Yeniliğe açılan kapıdır...

Yaşadığının farkına varmaktır...

Düşününüz ve...

Karar verecekseniz şimdi verin...

Seçim yapacaksanız şimdi yapın...

Yola koyulacaksanız, dönmemek üzere ilk adımınızı atın...

Yapamıyorsanız...

İşte o zaman da denildiği gibi “Sonsuza kadar susun”...

Yavuz Sultan Selim şöyle bitirir: “Cesaret insanı zafere, kararsızlık ve korkaklık ise ölüme götürür.”

Berk Yüksel

 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..