Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Erdoğan Özgenç DOST MECLİSİ

http://blog.milliyet.com.tr/erdoganozgenc

16 Ekim '13

 
Kategori
Siyaset
 

Kararlarımızda inançlarımız...

“Demokratikleşme paketi” adı altında daha önce kucağımıza bırakılan en büyük bomba diye nitelendirdiğim kamuda yapılan “Türban serbestisi” (başörtüsü değil) değişikliği bazı kesimin özgürlüğünün kısıtlanmasından ötürü alınan bir karar olarak yansıtılmaktadır.

Oysa neredeyse asırlardır yaşanan bir bilimsel ve sosyal bir gerçek sorunumuz var; İnançlarımız…

İnançlarımızın yaşama ve kararlarımıza olan etkisi hiç de hafife alınacak bir durum değildir.

Bu kararın altında yatan asıl gerçek de işte budur; İktidar Partisinin ve seçmenlerinin “inançlarına hizmet…”

İsterseniz sizlerle öncelikle “inançlarımızın” yaşamdaki etkilerinin bilimsel açıklamasına ve yaşamımıza yansımasına kısacık da olsa bir bakalım…

***

İnançlarımız kendimiz, diğer insanlar ve hayat hakkındaki yargı ve değerlendirmelerimizdir. İnançlar kendi hayat deneyimimizle ve küçük yaşlarda aile, öğretmenler gibi yakın çevre büyüklerimizin bizlere aktardığı bilgilerle oluşur.

Bir kere oluştuktan sonra da bir daha onları kolay kolay sorgulama gereği duymayız.

Bilinçdışı olarak hayatımızı yönlendirirler. Hatta farkında olmadan inançlarımızı destekleyen yeni bilgi ve görüşlere açıkken karşıtı olanlara da tamamen kendimizi kapatırız.

Lütfen buraya özellikle dikkatlerinizi rica ediyorum;

“İnançlarımız doğrultusunda hareket eder, tepki verir ve beklentiler içine gireriz.”

Bazı inançlar bizi güçlendirip hayatımızı kolaylaştırırken bazıları da bizi sınırlayıp güçsüzleştirir. Başarılı insanlarla başarısız insanların inandıkları şeyler farklıdır, ya da mutlu insanlarla mutsuz insanların inandıkları farklıdır.

Bu konuyla ilgili Ford'un çok güzel bir sözü vardır;

“ Bir insan başaracağına inanıyorsa da haklıdır başaramayacağına inanıyorsa da haklıdır.'”

İnkar etmenin bir alemi var mı; bizler istediklerimizi değil inandıklarımızı yaşarız…

Zaman içinde hayatın hızlı akışına kapılıp, sadece isteklerimizi düşünürken aslında diplerde bir yerlerde nelere inandığımızı unuturuz. Oysa bilinçaltı unutmaz ve “her zaman inançlarımız doğrultusunda” bizi yönlendirir.

İstediklerimiz olmadığında ya da kötü şeyler yaşadığımızda kaderi, olayları, başka kişileri ya da kendimizi suçlarız. Oysa istenmeyen sonucu yaratan bizim güçsüzleştirici inancımızdır.

İnandığımız şey gerçekleşmiştir. Yapmamız gereken gerçekten nelere inandığımızı bulup onu yeni baştan yapılandırmaktır.

Bizi sınırlayan inançlar, kendi içsel kaynaklarımızı gerektiği şekilde kullanmamızı engeller, potansiyel gücümüzü düşürür. Genelde bu “zehirli inançlar” karşımıza ümitsizlik, yetersizlik ve değersizlik duygusuyla bize varlıklarını hissettirirler. Fiziksel ve zihinsel sağlığımızı etkileyerek hayatımızın yaşam kalitesini düşürürler.

Ve verdiğimiz kararların seçimlerimizin “inançlarımız” doğrultusunda olmasından başka hiçbir şey düşünemeyiz. Düşünmediğimiz gibi aksi bir seçimde sonuç bağlamasına izin vermeyiz…

***

Bu konuda bu ülke ve bu ülkede yaşayan milyonlarca vatandaş hem şahit olmuş hem görmüştür ki; Bir Kral, padişah imparator veya lider tek söz sahibi olduğunda “inançları” doğrultusunda hareket edebilmektedir.

Aynı biçimde son söz sahibi bir hakim ve savcının da inançlarının dışında düşünmesi hareket etmesi beklenemez.

İster doktor olsun ister hemşire ister öğrenci olsun ister öğretmen ister kadın olsun ister erkek; hiç fark etmez kendilerine öğretilen ya da dayatılan “inançları “dışında asla düşünemez karar alamazlar…

Sağcı solcu, kindar dindar muhafazakar çağdaş düşüncelerin altında yatan da budur; inançlarımız…

İnsanları kemiren ve yaşamdan en büyük sorundur bu…

Sağcı bir suçlunun solcu bir avukat tutmaması, solcu bir hakimin kararına güvenmemesi gibi…

Türbanlı bir kadının erkek doktorlara muayene olmaması gibi…

“Muhafazakar” inanca sahip olan kadın ve kızlarımızın erkeklerin olduğu mekanlara girmemesi gibi…

Dindar kesimdeki kadınların herkese açık plajlarda havuzlarda bile erkeklerin olduğu yerlerde yüzmemesi gibi…

Gibi, gibi daha yüzlerce yaşanmış ve denenmiş örnekler yazılabilir…

Yaşayanlar ve şahit olanlar isterlerse bu yazının altına yorum olarak da yazabilirler…

***

Şahsen ben demokratikleşme paketi sonrasında sanki çok büyük marifetmiş, lütufmuş gibi sunulan; bazıların “başörtüsü” dese de aslında “Türban” serbestisinden sonra; Türbanlı hiçbir doktorun ettiği yemine sadık kalacağına, Türbanlı bir avukatın “Atatürkçü” bir suçluyu savunacağına,

Türbanlı bir hemşirenin erkek hastayla layıkıyla ilgileneceğine hiç inanmıyorum…

Bunlar özellikle Ankara Konya Kayseri gibi şehirlerde yaşandı görüldü…

Diyeceksiniz ki bu husus sadece muhafazakar ya da türbanlı nesil için mi geçerlidir; hayır

Bundan önce ülke yönetimine talip olanlar, onların atadıkları da “muhafazakar” kesim ile azınlıklar için verdikleri kararlarda kendi inanç ve ideolojilerini kullanmışlar…

Hiç tanımadığımız hiç bilmediğimiz kişiler için sırf kendi partimizden bir veya birileri olduğu için oy vermemizin altında yatan gerçek de budur…

Geldiğimiz nokta da mezhep farklılıklarının etnisite’nin ideolojilerin hatta tuttuğumuz futbol takımlarındaki farklılıkların, oy verdiğimiz partilerin ne kadar etkin ve öncelikli olduğunu söylememek ya da kabullenmemek büyük haksızlıktır hatta yalandır.

“Kararlarımızda inançlarımızın” payı çok büyüktür…

Bu içimizi ve ülkemizi kemiren en büyük tehlikedir, yoksa hiç kimse kimsenin ne kıyafetine ne inancına karışmaktadır.

İnsanlar yaşanmış ve tamamı olan gerçeklerin yinelenmesinden ve acı vermesinden korkmaktadırlar…

***

“Türbanlı” kadınlarımızın sayısı ülkemiz nüfusunun yüzde onu bile değil, ama onlar için alınan bu karara saygı duyuyorum. Zor bir karardı ve alındı; kutluyorum…

Ancak şahsen benim bugünden sonra sadece bu kesimin kamu kurum ve kuruluşlarında özellikle son karar noktalarında verecekleri kararların “tarafsız” ve “adil” olacağına yukarıda bilimsel olarak kanıtlanmış “inançlarımız” nedeniyle hiç inancım yok…

Bu bir saplantı takıntı değil, korku hiç değil;  gördüklerime duyduklarıma ve bildiklerime göre insanlık tarihinde yazdıklarımın tamamı yaşanmış ve sonuçları “insanlık” adına ağır olmuştur.

Bir devasa kentte bir ilçede sadece tek tip sadece aynı kafada olan insanlar yaşıyor, uzun yıllardır başkalarının ilçelerine yerleşmesine yaşam biçimlerini değiştirmelerine izin vermiyorlar.

İşte örnek; İstanbul işte İstanbul’un Fatih ilçesi işte Konya ve Konya’nın ilçeleri köyleri…

İnsanı üzen ve ürküten bu konuda hala aynı şeylerde diretmenin ne alemi var?

***

Bugüne kadar seçim ve siyasi kaygılar yüzünden alınan hiçbir kararın “doğru ve isabetli” olmadığı asla ve asla tarafsızlığı hakkaniyeti ve adaleti temsil ettiği hiç ama hiç görülmemiştir.

Bundan sonra da (istisnalar kaideyi bozmaz) tutuculuğun bağnazlığın ve yobazlığın egemenliğinde asla görülmeyecektir.

Nasıl olsa hepimiz kobay olduk her şeyi üzerimiz de deniyorlar, denemesi bedava…

Erdoğan ÖZGENÇ

 
Toplam blog
: 846
: 425
Kayıt tarihi
: 26.06.12
 
 

Emekli banka müdürüyüm ama kart vizitimde "insan" yazıyor. Adana'da ikamet ediyorum. Herk..