Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '08

 
Kategori
Eğitim
 

Kardelenler

Yazarı: Ayşe Kulin Kaderler Değişiyor

Şener onbir yaşındaydı. İstanbul’daki TED Koleji’ne gelene kadar, Siirt’in merkezinde iki katlı bir evde, anası, babası, sekiz kardeşi ve yengeleriyle birlikte yaşamaktaydı. Babası erkek kardeşlerini okula yollamıştı ama kızlarını okutamamıştı. Kalemdi, defterdi, çamurlu yollarda çabuk eskiyen ayakkabıydı… Parası çıkışmamıştı kızlara. Zaten oktup da ne olacaktı? Okula yolladığı oğulları inşaatta işçilik yapıyordu.

Baba, dokuz kardeşin en küçüğü olan Şener’i, altı yaşına bastığında –okul o sıra eve yakın olduğundan- okula yolladı. Varsın gitsin. Evde ayak altında dolaşamaz. Biraz da Türkçe öğrenir, dedi. Çünkü, karısı ve diğer kızları Türkçe bilmiyorlardı. Küçük kız ilk defa bu okulda beyaz gömlekli bir doktor ile beyaz giysili iki abla gördü. Öğrencilere aşı yaptılar. Dişlerini kontrol ettiler. Bu durum, Şener’in çok hoşuna gitti. O da, o gece, ileride hemşire veya doktor olmayı hayal etti.

Şener okula başladıktan sonra öğretmenleri bu kızın diğerlerinden farklı olduğunu fark ettiler. Okumayı, yazmayı çok çabuk öğrenmişti.

Öğretmenler, dar gelirli ailelerin kız çocuklarını okutmaya yönelik ÇTÇK Projesi önlerine geldiği zaman, hiç düşünmeden önce Şener’in adını verdiler. Şener’in aile durumu araştırıldı. Diğer arkadaşları ile birlikte sınava sokuldu ve bir süre sonra aileye müjde verildi.

Şener, kendiyle yaşıt birçok kızın arasından, TED’in İstanbul’daki kolejinde burslu okutulmak üzere seçilmişti. Şener’in annesi kızının bir başka kentte oturmasına önce itiraz etti. Okul müdürü ve sınıf öğretmenleri anneyi ikna etmeyi başardılar.

Şener İstanbul’daki okulunu, öğretmenlerini, kısacası her şeyi çok sevdi. İleride doktor olup Siirt’e dönecek ve orada hizmet edecek.


Selma’nın Öyküsü

Kaya gibi sağlam, kararlı ve ne yaptığını bilen bir Anadolu kadını, en küçük kızını ağabeylerinden kaçırarak gizlice okula getirmişti. Kocasını yıllar önce kaybetmişti. Kimisi öz, kimisi üvey olan on çocuğunu, kocasının emekli maaşıyla, uzun yıllar geçindirmişti.

Selma’nın okul müdürü gelip anneye kızının ÇTÇK bursunu kazandığını haber verince, anne bir de oğullarına danışmak istedi. Oğulları, kız çocuğunun İstanbul’da ne işi var, diye karşı çıktı. Anne bir de Selma’ya, okumaya gitmek istiyor musun, diye sordu. Selma’nın gözleri doldu. “Ana izin ver, ne olur gideyim, ” dedi. Annesi bir sabah herkesten habersiz kızıyla İstanbul’a gitti. Annesi ilk gece, kızının nasıl bir yerde kalacağını anlamak için bahçede yatmıştı. Öğretmenler çok şaşırdı. Hemen ona da yatakhanede bir yatak verildi. Bir hafta kaldıktan sonra kızının iyi bir yerde olduğuna emin oldu. Kızının meslek sahibi olacağı hayaliyle Siirt’e geri döndü.


Suna

Suna, Peygamberler Diyarı Şanlıurfa’nın bir köyünde doğdu. O daha kundaktayken, anasıyla babası terörist kurşunlarına kurban gitti. Kader onu ve kardeşlerini değişik yetiştirme yurtlarına savurdu.

Suna, öyle uyumlu, sevecen ve akıllı bir çocuktu ki, daha küçük yaşında filozof kesilmişti. Başına gelen olayı kabullenmesini, her şart altında mutlu olmasını bildi. Sınıfın en akıllı kızı olduğu için, burs sınavını kazanınca kendini İstanbul’da buldu.


Nurhan

Okula geldikten sonra bir gün spor yaparken, daha önce bilmediği bir rahatsızlığı ortaya çıktı. Hızlı hareket ettiğinde, koştuğunda nefes nefese kalıyor, tıkanıyordu. Öğretmenleri onu doktorlara gösterdiler. Tomogrofiler, filimler çekildi. İlaçlar yazıldı. Suna, doktorların ilgisinden çok etkilendi. İleride onun hayali astronot olmak. Çünkü uzayı, yıldızları çok merak ediyor. Eğer astronot olamazsam, hemşire olup Urfa’ya döneceğim, diyor.

Çocukların benim gibi gizli kalmış hastalıkları varsa tedavi edeceğim, diyor.

Nurhanların ailesi, Kars’ın yoksul bir mahallesinde iki odalı bir evde yaşıyor. Oğulları ölmüş, ablaları meslek lisesini bitirmiş. Nurhan ise bursu sayesinde, dört yıldan beri eğitimine devam ediyor. Seneye üniversite sınavlarına girecek. En büyük hayali, çocuk doktoru olup memleketine dönmektir.

Doktor olabilmek için uzaklara gitmen gerekirse, ailen seni yollar mı, diye soruyorum. Babası lafa giriyor: Yeter ki kazansın. Nereye isterse yollarım, diyor.

“Kızların okumasına karşı değilsiniz, ne güzel.” “Tam tersi. Kızların okumaya erkeklerden daha çok ihtiyacı olduğuna inanıyorum, ” diyor.

“Çevrenizdeki babalar niçin sizin gibi düşünmezler, ” diye sorunca, “Burada yaşayanların eski kafalı olduğunu, alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı bulunduklarını, ” söylüyor.

Sinem

Sinem’in babası üç ay önce ölmüş. Hayattayken de yaşayan ölüden farkı yokmuş zaten. Ablası liseyi bitirdikten sonra evlenmiş. Erkek kardeşi de ilkokuldan sonda okumamış. Bir lastikçinin yanına işe girmiş. Sinem, onbeş yaşında, lise ikinci sınıfta. Okula giden, kendinden küçük iki kardeşi daha var.

Hepsi, bir lastikçide çalışan kardeşin eline bakıyor. Sinem işte, ancak bursun sayesinde okuyabiliyormuş. Okuduğu yegane kitaplar, burslu öğrencilere verilen çantalardan çıkan Gülten Dayıoğlu’na ait kitaplarmış.

Sinem hayattan neler beklediğini çok iyi biliyor. Okuyacak ve Edebiyat Öğretmeni olacak. Sonra kendi şehrine dönecek. Bir gün evlenirse, hiç çocuk yapmayacak. Neden mi? Çünkü Doğu’da yeteri kadar çocuk var.

Nar

Kızın adı Nar. Annesi ona hamile kaldığında, beş yaşında olan abisi narı çok sevdiği için kardeşinin adının Nar olması için ısrar etmiş. Nar, nüfus kütüğünde yaşı yirmiki göründüğü halde, sadece onyedi yaşındaymış. Babası üç ayrı hanımdan dokuzu kız, sekizi erkek onyedi evlat sahibi olmuş.

Çocuklarını nüfusa yazdırmaya, doğduklarında değil de yıllar sonra gittiği için, çocukların yaşı ve analarının adları karışmış.

Nar’ın annesi ölmüş. Onu ve diğer çocukları, üçüncü anne büyütmüş. Anne ve babaları çobanlık yapmak için Kars’a gitmişler. Çocuklar Iğdır’da derme çatma bir evde, boş gezen ağabey ile birlikte kalıyorlarmış.

Nar dört yıldır aldığı burs sayesinde lise son sınıfa kadar gelmiş. Psikoloji okumayı istiyor. İnsanların davranışlarının arkasındaki mantığı çözmeye çalışacak. Örneğin, babasının bu kadar yoksul ve çaresizken, neden üç ayrı kadına, doğru dürüst besleyemeyeceği ve giydiremeyeceği, onyedi çocuk doğurttuğunu anlamaya çalışacak. Okumak için gitmeyeceği yer yok. Yeter ki sonunda bir yerlere gelsin.


Gül Seda

Nene Hatun Lisesinde yatılı okuyor. Aşkale’nin bir köyünden gelmiş. Doktor olmayı çok istiyor. Dört kardeşler. Babası aydınlık fikirli bir adam. Hem fazla çocuk yapmamış, hem de hepsini okutuyor. Gül Seda’nın burs kazanması yükünü biraz azaltmış. Gül Seda’ya doktor olunca ne yapacağını soruyoruz. Köyüne döneceğini ve pek çok şeyi değiştireceğini söylüyor:

“Önce doğum kontrolü uygulatırdım. Çünkü kadınların biraz da kendi hayatlarını yaşamalarını istiyorum. Biz dört kardeşiz ama, burada herkesin en az sekiz-dokuz çocuğu oluyor. Hem çocuklar bakımsız, hem de anneler perişan. Doğum kontrolünü günah zannediyorlar. Ama asıl günah olan bakamayacağımız çocukları doğurmak, ” diyor.

Bir de köylerinde halkın tek eğlencesi televizyon. Ancak düğünden düğüne eğleniyorlar. Keşke ilçede bir sinema falan açılsa, böylece insanlar vakit geçirmek için dedikodu yapmazlar, diyor. Çünkü bu şekilde kızlara daha çok baskı yapıyorlar.

Gül Seda’nın babası Erzurum Lisesi’nde üç yıl temizlik işçisi olarak çalışmış. Bu yüzden eğitimin gerekliliğinin farkında. Çocuklarına hep destek çıkacak.

Sonuç:

Gönüllü kuruluşlar, bazı konularda, devletin ulaşamadığı alanlara girebilmekte ve bu işlerde devlet kadar başarılı olabilmektedir. Böylece, toplumların zenginliği heba olmaktan kurtarılmaktadır.

Nisanur Esen

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..