Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '14

 
Kategori
Siyaset
 

Kardeşim, mutlaka oy ver!

Kardeşim, mutlaka oy ver!
 

"İnsan nefsi bir evdir. Eğer ona Tanrı yerleşmezse, şeytan yerleşir."Hermes

Bu söz dualiteden bahsetmektedir, sıkça yanlış anlaşıldığı gibi bir inanç tipi özendirilmez. İyilik ve kötülüğün bitmek bilmez savaşının nefsteki sürekli halidir bu. Hedef nefsi nefis eylemektir. Biz hangisini beslersek bu ikili yapıda o kazanır.

İçinden geçmekte olduğumuz sürecin mana ve ehemmiyetine binaen gelelim sözün özüne… Birçok şeye sahip ama doymak bilmez bir insana sorarlar: “Daha ne istiyorsun!”... Cevap, insanın özünün her yöne bulaşan çamurunu ve evreni versen doymayacak rezil bünyesini tarif eder: “Daha fazlasını!”

Nefret söylemi ve kutuplaşmadan medet umanların gerginlik yaratımının zirve yaptığı, yiyenlerin doymak bilmediği günlerde insanın çamursal özü akla gelir. “Yürütmeyi Durdurma!" kararları alınır ancak maalesef Agop'un kazı gibi yalamadan yutup kutu kutu istifleyerek "Yürütme!" son hız devam eder. Kızılmayı, sinirlenilmeyi bile hak etmeyecek, vicdansız, "İnsansız insanlar"lar vardır çocukların sokakta öldürüldüğü ve bunların para ile aynı cümlede konuşulduğu bir ülkede. 5 cm’lik ceplerden her türlü mühimmat bulunur. İçi boş, ruhunu teslim etmiş, çamur ve yağ birikintisi kalır insandan geriye vicdan, erdemler ve ruh çekilip alınınca. 

Tüm dünyada polis şiddeti kınanırken, geri kalmış şark kültürü egemen ülkelerde gösterici kınanır. Çağdaş yapılarda mutlu günlerde nasıl hep birlikte sevinildiği, kötü günlerde ise gerekirse özür dilenmesi de bilinerek birlikte üzünülür. Geri kalmış köhne topraklarda ise cenazeler karşılaştırılır, özür dilemek yenilmek olarak kabul edilir. Duygusal kopuşlar sonucu acılar ve sevinçler insanları birleştirmez. Çağdaş toplumlarda ülke bireylere yedirilmez, kabilelerde ise bireyler yedirilmez! Normal insanlardan oluşan toplumlarda hırsızlık yapan, kitleyi geren ve kamplaşmadan medet umanın oyu artmaz, zira utancından toplum içine çıkamaz. 

Yöneticiler çağdaş ülkelerde sadece yönetenlerken aşiret kültürlü klan tipi yapılarda yönetenler "baba, padişah" tipi görülür. Tüm bunlar ve misli alt alta eklenince zaten olmayan değerler buharlaşınca ne mi olur; bir çocuğun ölümü dolara/borsaya endekslenir. “Bir "İnsan"dan daha önemli ne olabilir" diyenlere kabile kültürü egemen devlet tiplerinde hemen değer üretilir. "Her şey vatan için" diye sömüren yapılar, "Her şey Allah için" diye sömürmeye devam eder. Geri kalmış köhne kültürlerde "İnsan" hiç önemli değildir, ondan bol ne vardır, zaten "Allah verir Allah alır". Piyasalar ölüm alır, ölüm satar; bunları vicdansızca konuşanların ise ağzından kan damlar! 

Zor dönemler tüm toplumların yaşam çizgilerinde zaman zaman olmuştur. Bu dönemde gerçek anlamda akil insanlardan omurgalı duruş beklenir zira onlara en ihtiyaç duyulan zamandır. "Sanatçı, Yazar" tabirlerini kullandığımız varlıklardan bir kısmının nasıl yanardöner konuştukları görüldü, yaşandı. 10 kitap daha okutmak, 100 tiraj daha almak, filminden üç kuruş daha kazanmak, ratingini bir basamak daha arttırmak, şovuna 50 bilet daha satmak ya da yaratılan ekonomiden nasiplenmek için karakterini rafa kaldıran varlıklardır bunlar.

Onlardan beklenilen fanatik birer taraftar olmaları, taraf tutmaları ve slogan vari konuşmaları değildi. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeleri, tespitlerini paylaşmaları üç maymunu oynamamaları ve görmeleridir. Ancak onlar kişisel ikballeri için isimlerini kirlettiler, vicdanlarını kararttılar. Yanardöner oldular, konuştular ancak anlaşılmadılar, ne şiş yansın ne kebap dediler ve kendilerini yaktılar. Artık çark edip söylemleri eşliğinde amuda kalkıp amutta ayağında 3 tane portakal çevirseler suratlarına bakılmayacak, söyledikleri dinlenmeyecek durumdalar.

İyi para kazanmış olabilirler bu dönemde ancak üç kuruşluk itibarlarını yerle yeksan ettiler. Şimdilerden sonra tornistan yapmaya kalkanlar da olacaktır çokça. Ancak ağzı ile kuş tutsa suratlarına katıla katıla gülünmekten başka hiçbir kazançları olmayacaktır. 

Bir babanın çocuğuna öğütleri ile ilgili bir metinde, en önemli öğüt şu idi: "Evladım, insanlar senin "neyin yanında" "neyin karşısında" olduğunu bilsinler, omurgalı yaşa!" Bu öğüt: "Kutuplaş vs..." tipi avam anlayışı ile değil de; "her devrin adamı olma, karnından konuşma, "her açıdan olaya bakacağım" bahanesi ile yanardöner olma, "Ama" ekleyerek söylediğini sürekli kıvırma, hem nalına hem mıhına oynama, söylediğin sözler ile kendini net ifade et, anlaşıl, bir duruşun olsun, saygınlığını yitirme" anlamındadır.

''Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım.''der Goebbels. Bugünlerde Goebbels'in mezarından ayağa kalkıp durmak yok deyip yola devam ettiğini görüyoruz sanki. Öncelikle Goebbels kimdir..."Amacımız halka doğruyu söylemek değil, insanları etkilemek ve kandırmaktır" diyen zattır. Hitler'in Propaganda Bakanıdır. "Kitlesel propagandanın "Büyük Yalan" olarak bilinen tekniğini kullanmadaki ustalığıyla bilinir."... 

"Yalan ne kadar büyük olursa inananlar da o kadar fazla olur" der bu zat.
Beyin yıkamanın erbabıdır yani. Der ki: “Maharetli ve devamlı bir propaganda ile millete; cehennemi cennet, cenneti de cehennem gibi göstermek mümkündür." Savaşın en önde gelen savunucularından olan Goebbels kişisel ve parçası olduğu yapının istikbali adına, halkı savaşa sokmak için elinden gelen her şeyi yapmış ve bir yıkıma sebep olmuştur.

Hiç yabancı olmadığımız tekniklerin mucididir, bazı sözleri sanki bize bugünleri hatırlatır:

"Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
Hıristiyanlığın bu kadar etkili olmasının sebebi 2000 yıldır aynı şeyi söylüyor olmasıdır.
Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.
İnsanların beyin tembelliğini gördükçe, her istediğimizi yapabiliriz.
İstediğimizi biliyoruz ve bildiğimizi de istiyoruz.
Halkı her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin.
Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur.
Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.
Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
Asla kendinizden başka birine hareket alanı bırakmayın.
Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır.
Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak çok kolay"

İnsan aklı ile alay edercesine bir bozuk plak gibi durmadan aynı şeyleri söyleyen teknikler, sözler hiç de yabancı değildir hala. Yalan ise yine hüküm sürmektedir. Korkan hegemonlar tarih boyunca böğüre böğüre hep baskı yapmıştırlar, zira olduklarından fazlası görünmek istedikleri için özde korkaktırlar. 

Hep “insana ait hiçbir rezilliğe şaşırmayacaksın” denir. Bir evlat ölür sonra vefat haberinin ardından "İnsan" kılığına girmiş bazı şahıslar vefat eden ve ailesi hakkında hakaret dolu konuşurlar. Ne bir özür, ne bir üzüntü emaresi. Bu korkmaktır. 10 yaşında, 15 yaşında çocukları sokakta vurmaktır korkudan. 4 cm’lik ceplerden top, tüfek bulma yeteneğidir. Bu sahip olduğu sanılan dünyasal gücü kaybetme korkusudur Ancak vicdansızlardan vicdani hesaplaşma hiçbir zaman beklenmez. Saçını taramak için baktığı aynada gözlerine bakmaktan kaçınır içinde "İnsan" kalmamış insanoğlu. 

Geri kalmış ülkelerde bir zatı muhterem buyurur ve padişah buyruğu gibi hemen uygulanır; yasaklar başlar. İnsanların kendini ifade etme alanı kolaylıkla yasaklanabilir. Bu tip durumların kahramanları yani fişi çekenler kendi fişlerinin de çekildiğini idrak edemezler maalesef.

"Güç Deliliği" böyle bir şeydir işte. Karartma yaparsam sonuç alırım zanneder ancak devir değişmiştir. “Çin ve Kuzey Kore'nin yanında yer alıp dünya ile korelâsyonu tümden koparırım kişisel ikbalim için” denirse bunun sonu hazin olur. Korkunun ecele faydası yoktur ama "Güç çılgını" korkar hem de çok. Yüksek perdeden sürekli bağıran insan, korkan insandır. Tek kişinin geleceğine bel bağlamış yapılar varlıklarını ve istikballerini onun eline teslim etmiş durumdadırlar. Tüm sloganlar da zira onun üzerinedir.

Zıvanadan çıkmanın şahikasının yaşandığı günlerde Gülse Birsel şöyle yazıyor:

“Sandığa gitmeyen çenesini kapatsın!... Yalnız bak, bu şaka değil. Pazar günü sandığa gitmezseniz, gerçekten, ağzınızı sonsuza kadar kapatın! Çünkü “Ben tavır olarak oy vermedim yeaa” deyip hâlâ konuşan olursa, o konuşan ağzı, üstündeki burunla birlikte kırarım! "

%16 gibi bir kesim sandığa gitmemiştir son seçimde, bu kitleden birisi çevrede milletin karşısına geçip bu şekilde yayvan yayvan konuşursa etraftakilerin hışmından kaçacak yeri olmayacaktır kanımca. Ayrıca bu dönemde sabah akşam eleştirdikleri hegemonaya yardım edercesine varyete yapıp, yüzde çeyreklik partilere oy verme lüksü olduğuna inanan sözde aydın görünümlü İsviçre vatandaşlarına da sağlıkları için bunu sağda solda dillendirmemelerini önemle tavsiye edilir.

Zira artık insanların bu iki arkaik, sözde vatanı kurtaran, çok derin analizlerle oy verdiğini düşünen, ağızlarını doldura doldura sebepler sıralayan komik tiplere de tahammülü kalmadığını görülmektedir.

Denildiği gibi bu dönüm noktasında mutlaka oy verip DNS'leri değil, her daim söylendiğiniz o yapıyı değiştirin! Bu minvalde önümüzdeki yıllarda kişi söz hakkına sahip olmak istiyorsa:

Mutlaka ama mutlaka oy vermeli!

Önceliklerini iyi değerlendirip, buranın İsveç olmadığını düşünerek önceliklerine göre karar verip oy vermelidir! Gerekirse tüm haklı itirazları, idealler, söylemler, değerler, "Ama" ile başlayan cümle baloncukları bir süre için gömülmeli ve Birleşilmelidir! 

Bir ülkeyi, her daim sözde mağduru oynayan zalim yapı kişisel ikballeri uğruna şirazesinden çıkartabilir… Ancak onu fabrika ayarlarına döndürme zamanı gelmiştir!

“Kötülük pek çok maske giyebilir, hiçbiri iyilik maskesi kadar tehlikeli değildir.” Sleepy Hollow Film Repliği

Berk Yüksel 

 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..