- Kategori
- Öykü
Karıncalara su veriyorum
yok
Sabahın hangi vakti, günlerden hangisi, biraz yorgun, sessiz oturdum
düşünüyorum. İş çıkışı yollara düşen telaşım, önce sen geçtin, ardından
ben. Sonra anılar ve mor yalnızlığım. Dün sesin vardı dört duvarın
dördüne astığım, dışarıda bir yerlerde açmış kokusu ile beni bulan
hanımelleri, deniz ve tuz kokusu.
Çok mu uzaklarda kaldı her
oyundan yenilmiş çıkan, ağlayan çocukluğum. Kim bilir kime inat
fesleğenlere uzanıyorum, ellerimde kokusu.
Sebepsiz bir yol
ayrımındayız, sandalyenin arkalığına asılmış hırkan, bir birinden uzak
düşmüş terliklerinle vedalaşıyorum. Aklımda uzağına bir daha düşme
kaygısı, sana, isyan günlerinin kızıla boyanmış bayrakları ile sokağa
fırlamaya hazır çocukluğumu bırakıyorum.
Gölgesini gün
batımına yatırmış dağın yeşil karanlığında kalmış körfezin sularından
ağlarını toplayan balıkçılar, akşamın rakı masalarında kalan sözlerini
çoktan unutmuş dönüyorlar Midilli önlerinden.
Perdeleri
kapanmış kör bir pencere gibi susma zamanından geçiyorum sokaklarına
düştüğüm şehrin. Zeytin yeşilinin kırıldığı yerdeyim ve susuyorum
öylece, karanlık denizlere düşmüş uzak limanların loş ışıkları gibi
solgun ve yalnız yüzüm avuçlarımda.
Kansız bir devrim öncesi
başı vurulmuş sol yanım çıkıyor karanlığımın arka sokağından bir
başına. Günlerdir böyle bir şey demeden, kurda kuşa küs, uzağına
düşmüş, bir deniz kenarında ellerim cebimde avare, martılarla konuşur
buluyorum kendimi.
"Merhaba" diyerek geride bıraktığım
balıkçılardan az ileride yeşil mavi denize karşı kırmızı banklar, banka
reklamları, oturanlar. Denize taş atan çocuklar, simit ve susam kokusu.
Zambak yeşili tutarken elimden, susan çığlıkların sessiz yankısı içimde
birikiyor.
Ne zaman gelsem kızıyorum kendime; martılara atmak
için bayatlamış ekmekleri yanımda getirmediğime. Denize yakın
banklardan birine doğru yürürken düşler ülkesinden geçiyorum, aklımda
dizlerimizde battaniye, seninle oturmuş denizi seyredeceğimiz o uzak
günü merak ediyorum.
Kim başlayacak söze, yüzünü avuçlamış kim
dinleyecek, nelerden söz edeceğiz diye düşünmüyorum. Belki sonsuz uzun
bir susmanın kollarına atacak bizi zaman. Ay karanlık bir gecede susan
gözlerin sürer mi izini gün batımı sessizliğinde gülüşünde eriyen
buzların.
Yorgun karıncalar ayaklarımızın dibinde ince bir yol
tutturup gidip gelirlerken, avucumda susan elini alıp benden, ekmek
kırıntılarını bırakacaksın ayaklarımızın dibine. Ben su vereceğim
karıncalara hoyrat rüzgarlar çıkmadan önce.
Hasan Kaya