Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '15

 
Kategori
Öykü
 

Karla gelen...

Karla gelen...
 

İki gün durmaksızın sürmüştü tipi. Sert ve sıkça yön değiştiren rüzgarla birlikte göz gözü görmez bir kar yağışı, yerden kalkan ve çatılardan uçuşan karlarla birlikte acımasızca çullanmıştı kentin üzerine. Sokaklarda tek tük görülen sarıp sarmalanmış insanlar, caddelerden arada bir geçen arabalar da olmasa, bir beyaz karmaşada durup kalmış, donmuş sanılırdı zaman. Şimdi bu deli dolu yağıştan yorulmuş, iri ak kelebekler gibi süzülerek, acele etmeden havada asılı kalırcasına yavaşlayarak, lapa lapa bir yağışa dönmüştü. Bildik, eski, çok eski bir kış masalı anlatır gibiydi. Tek düze beyazlık, arada bir nereden kopup geldikleri belirsiz, havaya rastgele savrulmuş kara bez parçaları gibi dağılıp sonra birleşen ve tekrardan ayrılan dağınık uçuşlu sığırcık sürülerinin kanatlarında kontras yapıp kırılıyordu. Kentin iki, üç kilometre dışında Işıkpınar Köyü'ne giden, askeri birliklerin arasından geçen yolun üzerinde idi hastane.

Nöbetin ilk saatleriydi, Hava şartlarından olmalı gelen giden de yoktu pek. Hastane de dışarıda yavaşlayan yaşama uymuş, kendi sıcaklığına kapaklanmış, giderek artan bir sessizlikte uykuluydu. Odanın penceresinden dışarıda yolun iki tarafına muntazam aralıklı dizili, karın biriktirdiği çıplak dallarıyla manzarayı çerçeveler gibi duran kavaklara ve yağan kara dalıp gitmişti. Uzaktan duyulan siren sesi ve yakın ağaçların kapattığı yol görüntüsünde açığa çıkan ambulans, acele adımlarla acilin yolunu tutmasına neden oldu.

Son ders zilinin çalmasıyla sınıf, ciddi sessizliğini bozan akortsuz bir gürültüyle hareketlendi. Az sonra okulun kapısından dışarıya fırlayan çocukların genç, neşeli sesleri bahçede biriken karların çoğalttığı sessizliğin üzerine olanca karmaşasıyla indi. Karşılıklı kartopu savaşına girişen, biri diğerini itip karların içine yuvarlayan, kovalayan çocuklar dağıldılar az sonra. Gürültüleri yağan karın altında azalıp sönüklendi az geçmeden. Küçük kız sırt çantasının ağırlığı ve soğuktan bükülmüş, ıslak ayakları ve eldivenleri içinde elleri üşüyerek koşar adımlarla yakındaki askeri lojmanların yolunu tuttu. Titreyerek içeri girdi, hızla merdivenlere atıldı. Gürültüye zemin kat ve üst dairelerin kapısı açıldı. Yerde hareketsiz, sırt üstü, çantası açılmış içindeki kitap ve defterleri bir yana dağılmış yatar gördüler onu.

Ambulans çığlık çığlığa geldi acilin giriş kapısı önünde durdu. Sedyeyi koşturdular, açılan kapıdan önce karın soğuğu ve kokusu, babanın telaş ve üzüntüsüne karışarak girdi. On yaşlarında var yok, kara saçlı kız çocuğuydu okul üniforması üzerinde, hareketsiz, gözleri kapalı. Hayati fonksiyonlarını normal, ama bir kafa travmasının belirtilerini buldu muayenesinde. Şuuru kapalıydı küçük kızın. Tetkiklerini yazdı, kafa filmi istedi. Babayı sakinleştirmeye çalışarak ne olduğunu öğrendi kısaca. Tetkiklerinde yön belirleyecek bir özellik yoktu, filminde tam kafa kubbesinde açılanarak beyine doğru yönelmiş serbest bir kemik kırığının varlığını gördü ürpererek. Tam orada hayati bir damarsal oluşum olduğunu bilmek endişesini çoğalttı. Bir korku geldi karın yarattığı beyaz düşlerini kararttı içinde. Bu duruma eşlik eden, normalde olmaması gerekli bir iki patolojik refleks bulmuş olması arttırıyordu endişelerini. Hastayı hazırlayıp gerekli işlemlerini yaparak yatırdı kliniğine. İlk yaşamsal girişimleri yaptıktan sonra konuşmak için babasını çağırdı odasına.

-Geçmiş olsun, üzülerek söyleyeyim çocuğunuz bir kafa travması tablosunda, kafatasında bir kırığı var. Aslında beyin cerrahı için nakletmek gerekli hastanızı, ama bu hava, durakladı. Gene de helikopter için istekte bulunacağım. Belki biliyorsunuz ben genel cerrahım. Mevcut bilgilerim ve elimdeki kitaplardan edindiklerimle tam bir karara varamadım bu durumda acil bir müdahale gerekip gerekmediği konusunda. Bekleyebilir miyiz, yoksa hemen ameliyata almak mı gerekli karar veremedim. Şimdi, derhal ordu karargahından Mareşal Çakmak Hastanesi'ni bağlamalarını istedim. Orada bir beyin cerrahı abimiz var onun fikrini almam gerekli.

-Siz bilirsiniz doktor bey, ne olur kurtarın kızımı.

 Bir büyük sorumluluk gelmiş bütün ağırlığıyla çökmüştü omuzlarına. Eğer müdahale ederse karşılaşacağı tablonun ağırlığını bilmek, tırnaklarını bilincine ve vicdanınına geçirmiş kıvrandırıyordu. Telefonun başında zil sesini bir kurtarıcı gibi bekliyordu. Hala yağıyordu kar lapa lapa...

- Ne oldu, hala bağlanamadınız mı Erzurum'a.

- Hava şartları zorluyor komutanım.

- Bak, küçük bir kızın hayatı söz konusu olan, ona göre çalışın.

Başhekimliğin ve Ordu Muhabere Şubesi'nin bütün imkanlarını zorlamış olmasına rağmen, bir türlü bağlantı kurulamıyordu. Çaresizlik ve vicdanı arasına sıkışmış kıvranıp duruyordu. Duruma mevcut bilgileriyle hakim olamamanın yetersizliğine bir taraftan kahrediyor, dua ediyordu bir taraftan. Bir az önce penceresinden tatlı düşüncelere dalıp seyrettiği kar yağışı, beyaz bir cehennemi resimliyordu şimdi onun için. Bir türlü Erzurum'a, beyin cerrahına ulaşamıyordu. O zamanlar bütün Doğu Anadolu' daki iki üç beyin cerrahından birisiydi Naci Seber. Telefon çalmıyordu bir türlü. Helikopter Alayı'ndan bu havada kalkış yapma imkanları olmadığı cevabını da almış, bekliyordu artan çaresizliğinin içinde. Babayı çağırdı.

- İki saat oldu bir türlü bağlantı kuramadık. Daha fazla beklemenin çocuğun hayatı yönünden sakınca yaratacağından korkuyorum. Ameliyata almaya karar verdim. Küçük bir müdahaleyle kırık kemiği kaldırıp beyine olan basıyı yok etmeyi amaçlıyorum. Allah yardımcımız olsun.

-Dualarım sizinle dokror bey, kader...

Çocuğun saçlarını traş ettirip ameliyathaneye aldırdı. Son kez santralı aramayı sürdürmesini, bağlantı sağlanırsa ameliyathane telefonuna bağlaması konusunda tembihleyip, sorumluluğu sırtlanıp ameliyathanenin yolunu tuttu. Yavaştan yıkanmaya başladı. Pencereden ameliyat ekibi ve masada küçük kız görülüyordu, kaçırdı bakışlarını. İçeri girdi, uzatılan ameliyat gömleğini giydi, eldivenin tekini geçirmişti ki eline, çaldı telefon. Koşarak açtı.

- Hayrola, acil bir vaka mı var?

- Aman Naci abi, kafa travması bir kız çocuğu, çökme kırığı var. Bulguları sıraladı, bağlantı sağlanamasaydı tam ameliyata başlamak üzereydim.

- Anlattığın bulgulara göre acil müdahale yapılmasa da olur. Tedavi şemasını söyledi. Uygulanmasını istedi, hava düzelince buraya yollarsın.

- Sağol abi, sırtımdan büyük bir yük kalktı.

Çocuğu yatağına aldılar, babasına durumu açıkladı. Rahatlamıştı, odasına girdi ışıkları söndürdü, içeriye karın aydınlığı doldu. Hastane girişindeki aydınlatma direklerinin yuvarlak ışığında görülen, döne döne yağmaya devam eden kar yağışına daldı gitti.

Kar yağışı durmuş, parçalı bulutlar arasından güneş kenti çepeçevre kuşatan yalçın dağların beyaz örtüsüne düşüyordu aralıklı. Odasında sabah çayını içiyordu, çalan telefona uzandı.

- Kızı ameliyat ettim. Durumu çok iyi. Bağlantı kurulabilmiş iyi ki, kırığın altında büyük bir kanama oldu, zor hakim oldum. Sen elindeki yetersiz ekipmanla zorlanırdın.

Ameliyat günüydü. Memnun, kalktı ameliyathanenin yolunu tuttu. Yeniden güzel görünüyordu gözüne kar manzarası ve hayat ve hekimlik...

Akın Yazıcı

27 Mayıs 2015/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..