Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Karların peşinden Kartepe’ye gittim...

Karların peşinden Kartepe’ye gittim...
 

İstanbul’da bir haftadır hüküm süren kar boran tipi manzaralarından sonra demek doymamışız ki karların peşinden Kartepe’ye gittik.  Daha evvel sonbaharda gitmiştim de tadına doyamamış bir de kar varken gelmek şart oldu demiştim. Kar mevsimi ya sandım ki yolları kar buz içinde. Onun için özel araba ile değil de bir otobüsle gitmek daha iyi deyip günü birlik giden bir tura yazıldık arkadaşımla.

Turun programı da bir keyifliydi ki sormayın. Cennet Maşukiye’de sabah kayvaltısı, sonra Kartepe’de vakit geçirme, kaymak isteyenler için kayak fırsatı, arkasından yine Maşukiye’de akşam yemeği. Bir gün için daha ne olsun.

Sabah pırıl pırıl bir güneşle uyandık sanki yazdan kalma bir gün. Tam dışarıda gezme dolaşma havası, güneş tatlı tatlı göz kırpıyor, çıkın dolaşın günün keyfini çıkarın diyor. Bir de sıkı giyinmişiz ki hiç gerek yokmuş. Bizi yoldan aldılar, neşeli bir grupla karşılaştık neyse ki. Yüreklerde tatlı bir kıpırtı, yüzlerde gülücükler yerleşmiş.

Sabah köy kahvaltısını Maşukiye’de Cansu Alabalık Tesisleri’nde yaptık. İsmini yazıyorum ki son derece güzel bir ortam, iyi servis ve müşteri memnuiyeti yaşattıkları için. Yoksa Maşukiye zaten cennetten bir köşe gibi.  Bir sürü de benzer tesisleri var.

Tesis büyük bir bahçe içine kondurulmuş iki katlı ahşap bir yapı, salonun ortasında kocaman bir soba yanıyor, yanmasa bile orada olmasının nostaljik sıcaklığı yüzümüze vuruyordu. Kahvaltı masasında yok yoktu sanki bir kuş sütü eksik. Bahçesi yemyeşil çimenlik, arada kış olmasına rağmen dışarıda yemek isteyenler için ahşap masaları da var. Bir tarafında gezinen kazları, tavukları ile tam bir köy evi bahçesi. Ayrıca alabalık havuzları ve isteyenler için at turu bile var. O atın güzelliğine vurulduk, yarışlardan sakatlığı için çekilmiş bir İngiliz atı imiş. Upuzun bacakları ile şahane bir hayvandı.

Enfes bir kahvaltı sonrası elime büyük bardak çayımı alıp bahçeyi turlamaya çıktık arkadaşımla. Güneş yüzüme gülerek bakarken ışınlarını saklamak üzere yüreğime dolduruyordu. Al cebine koy sonra tekrar böyle bir mutluluk halinde kullanırsın diyordu bana. Salıncaklarda sallandık, hayvanlarla oynadık, balıkları seyrettik derken oradan ayrılma vakti geldi.

Tekrar otobüse doluşup ver elini Kartepe dedik. Ben kar tatili diye yola çıkmıştım ama onca kar nereye gitmiş, hiç yoktu Maşukiyede.

Kartepe yolunda tek tük kar izleri vardı ama yukarı çıktıkça kar iyice belli etti kendini. Kıvrıla kıvrıla çıktıkça yolun iki tarafında kümelenmiş adam boyu karlarla karşılaştık. Her taraf bembeyaz pamuktan yapılmış bir yer örtüsü gibi. Havada güneş, yerde kar diz boyu, üstümüzdekiler fazla geldi şapkaya bile gerek yokmuş. Hem karın içinde yürü, hem de üşüme. Ne konfor.

Yol boyunca bir sürü tesis var. Köy kahvaltısı veren yerler, sucuk ekmek yapanlar, sıcak şarap evleri. Rakım yükseldikçe manzara seyir yerleri gibi ayarlanmış bazı tesisler. Uçurum kenarı gibi. Yorulmak istemeyenler için oturup, sıcak şarabınızı yudumlayıp ya da sucuk ekmeğinizi yiyip dünyaya tepeden bakmak da büyük keyif olmalı. Yolda kayak takımlarını kiraya veren bir dükkâna uğradık, isteyenler kayak malzemelerini aldı yanına. Koca otobüsten topu topu 5 kişi aldı galiba.

Tam zirveye çıktık ki bir insan ordusuyla karşılaştık. Kenarlarda karların üzerinde ızgara piknik yapan aileler vardı ama bütün kalabalık yukarıda imiş. Arabalar park edecek yer bulmakta zorlanıyor. Otoparklar dolmuş yol kenarlarına sıralanmışlar. Zaten kar temizlenmiş yolun iki tarafını duvar gibi yükseltmiş. Yola da arabalar sıralanmış insanlar tek sıra yürümek zorundalar. Ama ne gam. Bir festivalin içindeyiz sanki. Rengârenk cıvıl cıvıl kaynaşan bir kalabalık.

Tam yukarıda Green Park Oteli var. 5 yıldızlı bölgedeki tek otel. Yanında yöresinde kızak veya kayak yapmak isteyenler için küçük pistler mevcut, buralarda daha çok amatörler ve kaymayı denemek isteyenler çalışıyor, çoğu da sürekli düşüp duruyor. Yayalar da aralarında yürüyor geziyorlar.

Yukarıdaki büyük kayak pistlere gitmek isteyenler için telesiyej var. Durur muyuz hemen biletlerimizi alıp kuyruğa girdik. Telesiyej iki kişilik, biri gidiyor biri geliyor. Binecek olanlar iki kişi ortaya çıkıp gerekli pozisyonu alarak koltukları bekliyor. Koltuklar durmuyor gelip arkası dönük bekleyenleri hop diye alıp yürümeye devam ediyor. Oturamayıp debelenenler çok komik oluyor. O yüzden popolarını oturur pozisyonda eğik tutuyorlar ki havalanırken düşmesinler.

 Kayakçılar malzemeleri ile biz de aralarında, nihayet sıramız geldi. Havalandık ki aman allahım ne müthiş bir şeymiş. Daha evvel yamaç paraşütü deneyimim olduğu için bu çok da yüksek gelmedi bana ama bembeyaz örtüye havadan bakmak, altımızdaki pistte kayanları havadan seyretmek doyumsuz bir an. Fotoğraf çekmeye doyamadım. Muhteşem görüntüleri fotoğraf karelerine sığdırmaya zorlandım. Aşağıda uzanan pist, gelin başı gibi süslenmiş çamlar, ağaçlar, alçalan yükselen sanki pamukla kaplanmış vadiler. Ne yazık ki kısa sürdü, 15 dakika kadar, indik yine bir kazaya sebep olmadan. Çünkü sistem durmuyor, ineceğiniz yerde kendinizi atlayarak kenara atmak zorundasınız. Atlayamayıp debelenenleri görevliler koşup kollarından çekip indiriyorlar düşmeden. Kayakçıların ayaklarındaki kayakları ile yere değdiği an ayakları, kaymaya başlıyorlar.

Zirvede iki saate yakın kaldık. Aşağıda Sapanca gölü tüm ihtişamı ile uzanmakta. Sanki uçaktaymışız gibi, yer bir harita gibi görünüyor. Başka bir dünyada, başka bir gezegende imiş gibi, bir kar ülkesinde yaşıyormuşuz gibi. Her yer beyaz, bembeyaz. Olağanüstü bir manzara, büyüleyici bir atmosfer. Profesyonel kayakçılar oradan başlıyorlar kaymaya, aşağı doğru kayıp gidenler bir sinek gibi görünüyorlar yukarıdan. Uçuyorlar durmadan.

Dönüş için tekrar telesiyeje binip indik otelin yanına. Oradan da ayrılma vakti gelince otobüsümüz bizi bekliyordu. İşin tuhafı o kadar kardan bahsettim ya eldiven şapka giyme zorunluluğu bile olmadı, hiç üşümedik. Hatta şapkayı elimde tutmaktan biraz da ortamın sarhoşluğundan düşürüp kaybettim. Biraz havada sarındık ama olsun o kadarcık. Gün bizim için ayarlanmış gibiydi sanki.

Otobüsümüz bizi akşam yemeği yiyeceğimiz Maşukiye’deki başka bir tesise getirdi. Şelale Restaurant. Tesis Kartepe çıkışında bir yer. Yer yer şelale olmuş akan bir deresi var bahçesinde. Dere kenarındaki masa ve balkonlar tabii yaz ve bahar günleri için ideal. Salonda yine kocaman bir soba yanıyor. İsteyen ekmeklerini kızartıyordu sobanın üstünde. Balığımız, salatamız, mıhlamamız derken akşam karanlığı çöktü. Artık gün bitmişti. Evlere dönüş vakti gelmişti. Dönerken sabahki gibi mutluluk sesleri yoktu, herkes daha bir sessizdi, gün bitimimin hüznünden olacak ya da yorgunluktan.

Güzel ve değişik bir gün geçirmiş olduk. Şu var ki ülkemizde öyle çok güzel ve cennet gibi köşeleri var ki tabii ki gezmek görmek keşfetmek isteyenler için.

Mutlu haftalar efendim…

 

Şükran Demirtaş

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..