Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '15

 
Kategori
Deneme
 

Karşılaşmalar, başlangıçlar ve ol(a)mayışlar...

Karşılaşmalar, başlangıçlar ve ol(a)mayışlar...
 

Görsel: "Ali ile Nino heykeli" (**)


Düşünüyordu... Öncelikle "karşılaşma"...  Evet, karşılaşma! Mucizevi ve kozmik bir ayrıcalık olan ve kendi içinde sınırsız sayıda olanaklar içeren yaşamda "dönüşüm" başlatabilen çok önemli bir durumdur. Yaşantıdan kaynaklanan şeyleri soyut ve donuk olmaktan kurtaran, insanın kendisini başkalarında tanımasının, böylelikle içindeki karanlık noktaları aydınlatabilmesinin ön adımını oluşturan bir durum... İnsanın kendi varlık yapısından kaynaklanan ontolojik-ethik ('onto-ethik') bir özellik. Yani bir anlamda ahlaksal bir yaşam özelliği... Karşılaşamayan ya da 'karşılaşmaların' engellendiği veya yüzeysel-biçimsel formlara dönüştürülüp içinin boşaltıldığı bir dünya son derece sıkıcı, soyut, donuk, içe kapanık ve böylelikle de kokuşmaya elverişli bir yaşam biçimi değil midir?

Yaşamın ona -doğal güzellikler arasında- kısmen geniş zamanlar tanıdığı kısa tatil sürelerinde nadir de olsa karşılaştığı güzel yüzler, anlamlı ve derin bakışlar, karakterli ve omurgalı tavırlar karşısında öylesi bir düşünceye kapılıyordu ki; keşfetme, tanıma ve anlama fırsatını yakalayamadığı her insan -muhtemelen bir daha bu olanağı bulamayacağı- ayrı birer gezegen, hatta dünyalar gibidirler… Sanki insanlar arasında bir uzay yolculuğuna çıkmışçasına bu nadir, akılda kalıcı güzellikler, içinde yaşam barındırdıkları aşikar olan başka başka dünyalarmışçasına... Kendi atmosferi, kendi gerçekleri içinde, kendi çiçekleri ve gizli yeraltı servetleriyle keşfedilmeye, anlaşılmaya değer olan…

Bazen de bu güzel yüzlerin, anlamlı bakışların, karakterli ve omurgalı tavırların ardında, adeta duvarları mücevherlerle kaplı birer gizli krallığın var olduğu inancına kapılıyordu. Hatta her birinin içinde, ziyaret edilmeyi bekleyen, ruhsal bir cevher, derinliği ve bilgeliği ifade eden dayalı, döşeli zarif odalar bulunmakta olduğu düşüncesi tüm benliğini sarıyordu.

Zaten her şey; adına yaşam dediğimiz o  (süresi kişiden kişiye değişse de) mucizevi ve kozmik ayrıcalık bizler açısından anne ve babalarımızın önce karşılaşması, ardından da -her şeyi göze alarak- "başlangıç yapmaları" ile başlamadı mı? Bu durum kozmik anlamda, sonsuz evrende dev yıldız kümelerinin, galaksilerin karşılaşmaları -ve çarpışarak da olsa- birleşmeleri ile eşdeğer bir mucizevi olasılık değil ise nedir? 

Oysa iş ve sosyal yaşamdaki koşuşturmaların biteviye ezberi içinde, hep bir yerlere ya da bir şeylere yetişme telaşı içinde olduğu o dar, o kesintili, o belirsizliklerin hâkim olduğu ve karmaşık mega kent zamanlarında birer birer kayboluyordu zihnindeki tüm bu düşünceler...

Böylesi zamanlarda ve ortamlarda benzer sorunları yaşıyor, benzer endişeleri taşıyor ve aynı çözümleri özlüyor olmanın insanların birbirlerini tanıyıp anlamalarına ve birbirlerine yardımcı olmalarına yetmediğini görüyordu... İnsanların aralarına başlangıç aşamalarının çoğunda adeta görünmez duvarlar iniyor gibiydi…

Öte yanda; önemli bir çoğunluk tarafından dostluğun da, aşkın ve sevdanın da, 'güven duyabilmek' gibi uzun erimli özveri, emek ve deneyimlerle elde edilip "hissedilen" yaşantılar değil de, sanki artık bolca reklamı yapılan, gündelik, haftalık, aylık ya da sezonluk olarak alınıp satılan -ya da kiralanan- yaşantılar gibi algılandığı şu post-modern zamanın ruhunun getirdiği endişe, kaygı ve tutukluklar da egemendi! 

Eskilerin sağduyulu sesiyle " aslında bu duyguyla hepimiz zaman zaman karşılaşırız. Doğal bir korunma refleksidir . Ana nedeni ilişkiler alanında bir kez daha hayal kırıklığına uğramamayı garanti altına alma güdüsü olsa gerek!" dedi.

Ya günümüzde?

Görünen o ki, artık hemen herkes kendi krallığının içine gömülmüş bir halde, mücevherleriyle ayna karşısında provalar yaparken ötekinin sessiz bir melek gibi sızarak yanına gelmesini, sadece onu izlemesini ve ardından yine gelmek üzere uzaklaşmasını istemekte… Bu da yaşadığımız şu post-modern zamanlarda, daha çok ıssız, tenha ya da geç saatlerde ya da sıkıştırılmış dar mesai zamanlarında, gerçek ya da sanal yoldan yaklaşmak anlamını taşımakta...

Yoksa bu durum bir yanı(lgı)yla; "nerede ve kiminle sürekli değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir" diyen yeni bir anlayışın aynalara yansıyan görüntüleri midir?

İşte böylesi haller karşısında bazı tanışma öyküleri, anlamsızlığı ve kısa bir ömrü reddederek yeni ergen kamikazeler gibi artık başlar başlamaz bitmeyi seçmekteler...

Tabii ki önceleri böyle değildi. İnsanlar yaşantılarının hemen hemen tüm alanlarında daha rahattılar. Ama artık katmanlı endişeler içindeyiz. Kuşatıldığımız, çoğu yeni icat edilmiş ve yapay türlü türlü endişelerin yumağında…

Ve bu düşüncelerle,

Sadece son üç mısrası aklında kalan bir şiir mırıldandı dudaklarında: "Bir gül, bir güle derdi ki görse.. / Yalan söylüyorum / Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım." (*)

Nihayetinde, hayalinde bir mizansen olarak; uzakta ve yüksekçe bir yerde, kürsüsünde oturan, kalın ve dik yakalı yargıç bir melek belirdi. Günümüz şartlarında büyük olasılıkla kısa bir ömre ve anlamsızlıklara gebe başlangıçlardan kaçarak önüne gelen başlangıçsızlıklara bakarak bir anlam vermeye çalışıyordu. Bu ceza gerektiren mi yoksa ödüllendirilmesi gereken bir durum muydu? Aslında bu, durumdan duruma, ilişkiden ilişkiye de değişebilirdi.

Fakat başlangıçsızlık  her zaman için daha az sorun demekti. Hatta sorunsuzluk…

 İ.Ersin KABAOĞLU,

16 Nisan 2015, Ankara

Not: (*) Şair Didem Madak'ın "Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım" başlıklı şiirinin son üç dizesi.

          (**) Görsel; Yüzü Bat'ıya dönük bir kadın ile yüzü Doğu'ya dönük bir erkek heykeli. "Ali ile Nino heykeli" 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..