Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '10

 
Kategori
Öykü
 

Kartaca düşleri- 2

İlk buluşmaları iki saat sürmüştü. Evine dönüp kapıyı kapattığında, derin bir nefes aldı. ‘Bu günü kazasız belasız atlattım’ diye düşündü. Ayrılırken ‘Tekrar görüşelim’ demişti adam. ‘Bakarız’ diyerek geçiştirmişti. Şimdiyse kesin kararlıydı, tekrar buluşmamaya! O esnada çalan telefonun sesiyle sıçradı; arayan oydu. Herhangi bir problem olup olmadığını merak etmişti. Adamın sesini duyduğu an, az önceki kararlılığından eser kalmamıştı. ‘Ses bağımlısı mıyım, nedir’ diye düşündü, telefonu kapatırken… Günler geçiyor, adam ısrarla görüşmek istediğini, kendisini çok özlediğini söylüyordu. Her seferinde bir bahane bulup atlatıyordu.

Bağlanmaktan mı korkuyordu yoksa adamın geçmişiyle ilgili maceraları mı onu tedirgin etmişti, bilmiyordu. Anlattığına göre, o kadar çok macera yaşamıştı ki! Sayısız kadınla birlikte olmuştu. ‘Birbirinden habersiz beş kadını idare etmekle’ övünmesini düşündükçe adama karşı inanılmaz bir hırs duyuyordu. Hele son telefon konuşmasında, ukala bir tavırla ‘Böyle arayı uzatırsan dayanamam, başka birini bulurum’ demesi buluşmamakta ne kadar haklı olduğunun kanıtıydı! ‘Bekâr bir erkeksin. İstediğini yapabilirsin’ demişti aynı ukalalıkla… Kendini ne sanıyordu bu adam? Sanki çok umurundaydı kimi bulacağı… Buluşmalarının üstünden iki hafta geçmişti. Güneşli bir Pazar günüydü. Ailesiyle birlikte sahilde bir lokantaya gideceklerdi. Ne giyineceğine karar verirken, aradı adam. Ne garip tesadüftür ki, kendisi anlatmadan o da arkadaşlarıyla aynı yere gideceğini söylemişti! Hem şaşırmış hem de heyecanlanmıştı. Bir an, ailesiyle başka bir yere gitmeyi düşündü. Sonra vazgeçti… Lokantaya gittiklerinde yüzüne çarpan rüzgârın etkisiyle, yaşamın güzelliğini bir kez daha fark etti. Gözlerini kumsaldaki martılara dikip uzun uzun seyretti. Masada konuşulanların farkında bile değildi. Denizin kokusu, martıların çığlıkları çocukluk günlerini çağrıştırmıştı! ‘Mesajın var galiba’ uyarısıyla anılarından koptu. ‘Kimden acaba’ gibisinden saçmalayarak mesajı açtı. O an kalbinin yerinden fırlayacağını hissetti. Göremiyordu ama yüzünün da kıpkırmızı olduğunu tahmin edebiliyordu… ‘Bir arkadaştan’ cevabıyla geçiştirdi, meraklı soruları. Sonra kafasını kaldırıp tepedeki masalara bakmaya başladı. İşte o sırada, gri kostümünün içinde çok yakışıklı duran, adamı gördü! Elinde telefon, kendisine bakıyordu. Bir şeyler yazmaya başlayınca, yeni bir mesaj yolladığını tahmin etmesi çok zor olmadı. Telefonunu sessize almaya çalışırken yeni mesaj gelmişti bile… ‘Güneş gözlüklerini çıkart. Gözlerini görmek istiyorum’ diyordu adam. Sanki emir almış bir robot gibi söyleneni yapmıştı. O gün kaç mesaj yollamıştı adam hatırlamıyordu ama tüm ısrarına rağmen, bir bahaneyle masadan kalkıp onun yanına gidemediğini çok iyi hatırlıyordu!..

Bu karşılaşma, adamın görüşme konusunda daha ısrarcı olmasına yol açmıştı! Düş gibi gelişmeye başlayan bu olay, saklı kalmanın ağırlığıyla ezici olmaya başlamıştı! Onun varlığından bir tek yakın arkadaşına bahsetmek zorunda kalmıştı, tabii ‘arkadaşım’ diyerek. Birlikte yemeğe çıkmış sohbet ediyorlardı. Adamın aramasıyla sorguya başlayan, arkadaşı sonunda olanları anlattırmayı başarmıştı. Hemen onu arayıp çağırmasını istemişti. Birlikte adamın da kendilerine katılmasını beklerken oldukça tedirgindi. Cafe’nin kapısı açılıp girenin o olduğunu görünce, aramış olmanın pişmanlığını hissetti. Hızlı adımlarla yaklaşan adam, şeytani gülümsemesiyle karşısındaydı. Arkadaşı inceleyen bakışlarla süzüyordu adamı. Belli ki tanıştırılmayı bekliyordu! Onu fark etmemiş gibi davranan kendi elini hala tutmaya devam ediyordu. Bir anlık suskunluğun ardından arkadaşını tanıttı. İşte o sırada, adamın bir kusurunu daha yakalamıştı! Kendisine ilk karşılaşmada ‘28 Yaşında görünüyorsun’ diyen adam, aynı sözleri şimdi arkadaşına söylüyordu… Tabii o da, memnun mesut dinliyordu! Bu basitlik karşısında midesinin bulandığını hissetti. Adamın onun yanında arkadaşına da bu iltifatı yapması, adi olduğu kadar komikti de… ‘Belli ki başka söz bilmiyor’ diye düşündü! Onlar yemek yerken adam, bir içki dahi istememişti. Hesabı kendileri ödeyip çıkarken, ‘Bu ne pinti şey’ diye fısıldamıştı arkadaşı kulağına. Umurunda bile değildi… Hayatında kimseden bir şey beklememişti ki! Hele bir erkekten maddiyat beklemeyi asla düşünmemişti. Önemli olan dürüstlüktü ve ne yazık ki bu noktada adamın gösterdiği tavır, çelişkilerle doluydu! Yan yana yürürken adamın kolunu omzunda hissetti, rahatsız olmuştu. Birileri görebilirdi! ‘Seni çok özledim’ demesine de aldırmıyordu. Tek isteği bir an önce vedalaşıp ayrılmaktı. Ama olmadı… İşgüzar arkadaşı ‘fal baktıralım’ diye tutturmuştu. ‘Falcıların kendine hayrı yok’ dese de dinletememişti. Belli ki, bu teklif adamın da hoşuna gitmişti. Ara sokaklarda bir ‘fal cafe’ye girdiklerinde, bir tek o memnun değildi! Kahveler içilmiş sıra falcı gencin yalanlarına gelmişti. Arkadaşının aksine adeta alay ederek dinlemişti fincanından okunanları. O kadar çok şeyi nereden görüyorlardı? Bayraklı yerden gelecek bir müjde… Kendisini seven bir adam… Ve daha pek çok klasik kehanet… Cafe’den çıkarken arkadaşı mutluydu; hesabı adam ödemişti çünkü! Bu ne ucuz düşünce tarzıydı? Stresten başı ağrımaya başlamıştı. Artık dönmesi gerekiyordu. Bu kez adam ısrarcı olmadı. Çünkü onun da işine dönmesi lazımdı. Vedalaşırken elini adamın avuçlarından çektiğinde, garip bir boşluk hissetti. O kadar güvendiği kararlı kişiliğine ne oluyordu? Neden, bu adam ikilem yaşatıyordu kendisine? Araç hareket ederken el sallayan adama baktı. Ne kadar da masum ve tatlı görünüyordu… Kapıdan girer girmez çalan telefon onu şaşırtmadı…

O günün ardından bir kez daha buluşmaya karar vermişti. Bunda, arkadaşının da etkisi büyük olmuştu! Adamın nasıl baktığını gördüğünü söyleyen arkadaşı ‘Bu adam seni seviyor. Git, yaşa’ demişti. Bu söz içindeki özgürlük isteğini kamçılamış, harekete geçmesi için cesaret vermişti! Buluşmaya gittiğinde, arabasının yanında bekleyen adamın yoldan geçen kızlara baktığını gördüğünde, yine geldiğine pişman olmuştu. Onu fark edince toparlanan adam, yine evine gitmelerinde bir mahsur olup olmadığını sormuştu. Aslında sormaktan çok kendi düşüncesini onaylatmak denilebilirdi buna. Giysilerinden ve geçmişteki kilosundan bahseden adam, yol boyunca elini tutmayı da ihmal etmemişti. Eve geldiklerinde, ilk tecrübeden aldığı dersle kahve istememişti! Nedeninin anlayamayan adam meyve soymuştu. Onu izlerken elinin işe yatkın olduğunu fark etmişti! Havadan sudan konuşmaların ardından adamın yanına gelmesi, o bildik korkuyu canlandırmıştı. Hazır mıydı böyle bir kargaşanın içine düşmeye?

Adamın kokusu kafasını allak bullak ediyordu! Gittikçe gerildiğini hissetmişti. Onun bu halini gören adam, koltuğunun kenarında diz çöküp ellerini öpmeye başlamıştı. Sanki yaramazlık yapmış da af dileyen çocuk gibi görünmüştü o! Bunların ‘baştan çıkarma’ taktikleri olduğunu bilse de gülümseyerek karşılamıştı bu davranışı… Her olaya eleştirel yaklaşan biriydi, kolay kolay bir şey beğenmezdi. Peki, ama bu adamın sahteliğine neden göz yumuyordu? İşte o dakikalarda bunun muhasebesini yapmak çok zordu…

Adam, her şeyin yöneticisi edasıyla, ellerinden tutup kaldırmış ona bakıyordu. Sanki bir çift gözden ibaretti! Kendisine çekip arkasından sarıldığında, karşı koymanın güçlüğünü hissetmiş, gitmesi gerektiğini söylemişti… Oysa adam onu dinlemiyor, içeriye doğru yürütüyordu. Ensesindeki nefes, kendisiyle yaptığı savaşı şiddetlendirmişti! Saçlarının ne kadar güzel koktuğunu dinlerken adamın yatak odasında buluverdi kendini. Ayak diremiş, girmek istememişti! Yeniden söz vermişti adam, kendisi istemediği takdirde hiçbir şey yaşanmayacağına dair. Yalancı olduğunu düşünse de, bu konuda ona güveniyordu. Birlikte yatağın kenarına oturduklarında ‘Kim bilir kaç kişiyle bu yatakta beraber oldu’ demişti içinden… Kimsenin kendisini bu kadar etkilemediğini, söyleyen adama inanmış mıydı? Tabii ki, hayır. Öyleyse bu adamın yatak odasında ne işi vardı?

Bir duygu fırtınasının içinde kaybolup gitmişti! Adamın öpücükleri de kafasını iyice karıştırıyordu. Akıl, kalkması gerektiğini söylerken duygular, onu adama daha da yaklaştırıyordu. Belki de bu an bir düştü! Parmakları, adamın gömleğinin düğmelerine uzandı. Elleri titreyerek açtı birini. Kırlaşmış kılları göründü. Tenine dokundu… ‘Ne kadar da yumuşak’ diye düşündü! Küçücük, ürkek bir öpücük kondurdu oraya… Eşinden sonra ilk kez bir erkeğin bedenine dokunuyordu. Sessizce izliyordu adam… Keşfetmek istercesine elini gömlekten içeri sokarken, ‘Hadi kalkalım’ sözleriyle birden donup kaldı. Hayatında hiç bu kadar utanmamıştı! Telaşla ayağa kalkarken, konuşmaya devam ediyordu adam… ‘Sözüme güvenip odama girdin. Anlık duygusallığından faydalanamam’ diyordu… Dürüstlük müydü yoksa oyunun bir parçası mı, düşünecek halde değildi! Sadece bir an önce evinde, yuvasında olmak istiyordu… Aynanın önünde saçlarını düzeltirken, aklındaki tek düşünce buydu! Hareketlerini tebessümle izleyen adam, ona yaklaştı. Kollarını beline dolayıp çenesini omzuna yasladı. ‘Bir dahaki sefere seni bırakmayacağım’ dedi usulca… Cevap vermedi. Aynadan dakikalarca kendilerine baktılar… Bu yakınlık çok şey kaybettirebilirdi! Bir dahaki sefer olmamalıydı…

ANİBAL GÜLEROĞLU

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..