Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '07

 
Kategori
Blog
 

Kartallar yüksekten nasıl uçar 2

Kartallar yüksekten nasıl uçar 2
 

İnönü THK Türk Hava Kurumu yerleşkesini bulmakta pek zorluk çekmedik.Sağ olsun Pirmete internet’ten haritayı indirmiş, elimizle koymuş gibi uzaklardan görülen devasa boyutta Bayrağımız MB’ciler burada diye dalgalanarak el sallıyordu bize.

Kapıda nazik bir görevli karşıladı , otomobilimizi park edip geçmeyen dakikalara inat birazda hızlı adımlar ile diğerlerine doğru yürüdük. Kendine özgü mimarisi ile hemen fark edilen tesis ilk görüşte kendine hayran bırakıyordu.

Binlerce dönüm araziye dağılmış olan tesisimiz yönetim, yemekhane, yatakhane, kantin, ve hangarlardan oluşuyordu. İnönü ovasının kenarında sırtını dağlara yaslamış olan İnönü tesisleri övünç kaynağımız olan tarihin verdiği gurur ile güven veriyordu. Yolda karşılaştığımız doğaya inat meyve ağaçlarının arasında içinden geçen kanal ve balıkları ile görülmeye değerdi. “İyi ki gelmişim” diye düşünürken kayıtların yapıldığı bölüme geldik.Herkes yüzünde samimi gülümsemeler ile koştu kucaklaştı.Kaburga kemiklerimin çıtırtısına aldırmadan yüzümden gülümsemeyi eksik etmedim. Ahmet Aydın, Mehmet Eren, Ahmet Üstün, Emre Tekin ve babası, Tijhal ve arkadaşı Serap, Sabiha Rana ve eşi, Yıldız Demirel ve eşi Kadir Demirel, gecikerek gelen Neşe Evrim, Alev Meisel ve eşi Robert Meisel, o gün akşama üzeri Yağmur Zamanı ve eşi Mehmet bey ile kızları Zuzu aramıza katıldı.Yine ilk akşam Tamer Kaplan ve ailesi coşkuyu paylaşma olanağı buldular. Süleyman Ekim aramızdaydı. Profiline yerleştirdiği fotoğraftan daha genç ve biraz göbek defosuna rağmen ilerleyen zamanlarda sohbet etme olanağı bulduk. Anımsayamadığım ve not almadığım için adını burada anamadığım arkadaşlar eminim artık alınmazlar.

İlyas Bayram ( kesinlikle İzmirli olamaz) nasıl anlatılır yerinde duramıyor Karadeniz’in hamsi paluğu gibi mübarek öyle hareketli ki her yere yetişiyor. Sabah, sabah havuz sefası yaptığı için mi nedir yerinde duramıyor.Kesin Karadenizli bu ağabeyimiz.

Vakit öğleye doğru yaklaşırken yemekhanede bir koşuşturma meşhur “efsane “ ‘yi yetiştirebilmek uğruna. Talip bey elinde paketler dolusu malzemeyi (özellikle yazmıyorum) kocaman karavana kazanına dolduruyor. Tabi bu arada a-siyazar olmanın ayrıcalığı ile aynı kaşık ile tatma çabalarını belgeliyorum ama bu bizim blogcuların gözleri faltaşı gibi açılmış bakmakta olduklarından olayın farkında değiller. Yani şu efsane işi öyle bir hal aldı ki azizim hekesin evinde pişirdiği bol soğanlı, salçalı bulgur pilavı neredeyse uçmanın vazgeçilmezi haline getirilecek. Ankara’da tatma ayrıcalığını yakaladığım için bizim blog cemaatini kıs, kıs gülerek izliyorum. Şimdi böyle şaha kaldırılmış , efsaneleştirilmiş yemeği yiyerek “Beğenmedim” diyebilecek yiğit var mı bu topraklarda. Birde Talip ağabeyimiz özellikle tatmayan uçamaz dedi ya bizimkilerin hali inanın içler acısıydı. Yemekhane gösterisi vahşi Afrikalıların tam, tam gösterileri gibi izlenirken vurdum kendimi dışarı.

Pirmete ağabeyimiz kaybolmamak için kabanıma tutunmuş bir halde ortalığı kolaçan ediyoruz. İkide bir ateş istemiyor mu susup blog kardeşliği adına içime atıyorum sinirimi. İlk karşılaşmamızda bir çakmak armağan edeceğim artık. Bu bulşmalar devam ederse ki öyleye benziyor, ateşçi başı mı olacağım bloğun! İki kelime edemiyorsun sevgili blogcular. Neşe kaburgalarımı kırdı ya hani hoş peş ayağına salt yazısında söz etmek için. İki laf edeceğiz hemen Pirmete bitiveriyor “Hocam ateşini verir misin” diye. Mehmet ile laflayacağız öyle ya delikanlı sırf a-siyazar’ı görmek için İstanbul’dan onca yol geldi. Pirmete bitiveriyor “Hocam ateşini verir misin”, neyse gerisini siz düşünün sevgili blogcular. Yani tam tamına iki cümleyi peş peşe konuşamadan bitiverdi İnönü buluşması.. Neyse burada daha fazla anlatıp arkadaşı bunalıma sokmanın anlamı da yok. Üstelik Ankara’da belki yine karşılaşırız ayıp olmasın.

Bu arada çantalarımızı odaya yerleştirdik. Hemen kaloriferleri kontrol ettim. Bizim Pirmete uyuyor ayakta.Kapıyı açıyorsun iki ayrı oda hemen sıcak olana çantaları bırakıyorum. Ahmet Aydın ile Mehmet Eren ‘e zorunlu olarak kaloriferi yanmayan oda düşüyor. Garipler birde İstanbul görmüş olacaklar saf, saf dolanıyorlar ortalıkta.

Yemekhaneye yöneliyoruz doğal bir güdü ile öğlen olmuş bizim efsaneden haber yok ama ortalığı bir yanık kokusu sarmış ki sormayın gitsin. Göçmen kuşlar bile yolunu İnönü’den çeviriyorlar ama bizimkiler blog ayağına el mahkum yemekhaneye yollanıyorlar.

Herkes toparlanınca büyük servis tabaklarına küçük Ağrı dağı gibi efsane tepeleri oluşturuluyor. Ama bizim Ahmet Aydın ve Mehmet Eren şaşı gibi bakıyorlar tabaklarına.

Kelimenin tam anlamıyla şoktalar. Talip bey çaktırmadan yemekhanenin kapısını kapattırıyor pilot elbisesi giymiş korumalara. “Naneyi yediğimizin resmidir” diye geçirdim aklımdan.

Yemek duasının ardından herkes kırk yıl yemeksiz kalmış gibi saldırmıyor tabaklara iyi uçucu olmak için. Bu garipliği izleyerek bende ayıp olmasın diye yarısını götürüyorum. Tabi bu arada şahsıma yapılan komployu da belgeliyorum. Göçmen kuşlara yolunu değiştirten yanık kokusunun tabağımdaki kanıtını fotoğraflıyorum. Aşk olsun Talip abi yani koskoca bloğun asisine bu yapılır mıydı.Ben şimdi efsaneyi sanal alemde deşifre etmez miyim.

Ahmet Aydın tabakta ne var yok kaş ile göz arasında götürmez mi .Birde Emre’nin tabağına saldırıyor. “ Sen bu kafa ile zor uçarsın” demek geliyor içimden ama başkasının aklı pek para etmez bu gibi durumlarda diye düşünerek vazgeçiyorum. Blogcular masada ekmek dahil ne var ne yok götürüyorlar. Milliyet Blog’a önerim olacak tam da bu noktada. Bir sonraki sefere sponsor filan bulun ki şu garipler “efsane” ayağına telef olmasın yollarda.

Devam edecek…

Okuyucuya not: Orman yangınlarında kullanılmak üzere alınacak olan uçaklara destek olmak için tüm operatörlerden YANGIN yazıp 3919’a mesaj göndererek katkıda bulunabilirsiniz.

Devam: http://www.thk.org.tr/2005/anasayfa.htm (THK) Türk Hava Kurumu ile ilgili tüm sorularınıza yanıt bulabilirsiniz.Kurban derilerinizi makbuz karşılığında mutlaka THK’ya vermelisiniz. Cumhuriyeti kuran felsefenin yaşaması, yaşatılması hepimizin yurttaşlık ödevidir, görevidir.

 
Toplam blog
: 1114
: 827
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Ankara'da yaşar, dünyalı,aynadaki görüntüsüne muhalif, vicdan hesapları yapmaktan yorgun, yaşanıl..