Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '11

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Kasabanın delisi

Kız sorar “hiç sevgilin olmadı mı?” Oğlan cevap verir “kızlar beni sevmez ki benimle alay ederler. Ben deliyim…” Kız sorar “neden böyle olduğumu sormayacak mısın?” Oğlan cevap verir “niye sorayım ki…” Kız “bana herkes ilk karşılaşmada bunu sorar da…” oğlan “ben sormam ben deliyim…” der. 

Ardından kız oğlanın ellerini avuçlarına alır… Oğlan çok utanır. Bi haller olur… Bir tuhaf duygu sarmıştır benliğini… Ne olduğunu anlayamaz bir haldedir. Delidir ya… 

Yukarıdaki sahne benim yeni seyrettiğim Yılmaz Erdoğan’ın başrolünü oynadığı ve yönettiği “Vizontele Tuuba” filminden bir enstantanedir… 

Film, 12 Eylül öncesi dönemlerde, bir kasabaya tayin edilen Kütüphane Müdürü (Tarık Akan), eşi ve onun hep tekerlekli sandalyede oturan ve kucakta taşınan özürlü kızı (Tuba Ünsal), köyün delisi (Yılmaz Erdoğan), Belediye Başkanı (Altan Erkekli) kasabanın eşrafı, kasabanın gençleri arasında geçen ilişkileri perdeye yansıtır. 

Kütüphanesi olmayan kasabaya atanan bir kütüphane müdürü… Kasabanın delisi sayesinde bir kütüphaneye kavuşur. Kütüphane yurdun dört bir tarafından gönderilen hibe kitaplarla doldurulur. Kütüphanenin açılış sahnesi de çok ilginçtir. 

Kasabanın delisinin sunuculuğunda açılış konuşmaları yapılıp kurdele kesilir ve herkes içeriye girer. Sonra?.. Sonra da çıkar giderler… Kimse bir şey merak edip okumak için de gelmez. 

Bir dostumun sorduğu bir soru gelir aklıma “Hocam bizim toplum neden okumaz?” 

Kasabanın delisi buna çareler düşünür… Filmin senaryosu bu konu etrafına zamanın sağ sol zıtlaşmasını da içine katarak devam eder. 

Kasabanın delisi ilginç bir kişilik… Hani deliye sormuşlar “İçerdekiler nasıl?” O da cevap vermiş “İçerdekiler iyi. Ya dışarıdakiler nasıl?” diye… O türden bir deli sanki… Yani aklı başında bir deli… Şu fıkradaki gibi değil hani: 

Delinin biri kendini fare zannedermiş. Uzun tedavi sonrası doktorlar iyileşip iyileşmediğini anlamak için son bir kontrolden geçirmek üzere onu konuştururlar. Her şey yolundadır. Artık iyileştiğine kanaat getirilmiş gibidir. Deli tam çıkacakken “tamam ben kendimin fare olmadığımı kabul ediyorum, ama ya dışarıdaki kediler bunu bilmiyorsa...” demiş 

Hikaye veya roman yazarları, hatta senaristler vermek istedikleri mesajları kahramanlarına biçtikleri roller üzerinden verirler. Onlar birer sanatçı olarak toplumun görmediklerini görür ve topluma ayna olup gösterirler. 

Mevlana da ünlü Mesnevi’sini çeşitli hikayeler anlatarak, hikayelerin başında veya sonunda okuyucunun zihnine yol gösteren kısa açıklamalarla, bir sanatçı özelliğiyle insanlığa sunarken şu uyarıda bulunuyor: 

“Ey kardeş, şimdi hikayenin zahirini/suretini dinle, ama dikkat et, taneyi samandan ayır.” 

Mevlana bir hikayesini tanımlarken, “Eziyete sabretmenin, sevgilinin ayrılığına sabretmekten daha kolay bir iş olduğunu anlatan hikaye” diye tanımlıyor. (Kaynak: Mevlana’dan Düşündüren Hikayeler – Şaban Karaköse – Yakamoz Yayınları) 

Filmin sonunda “Tuuba” ismini dağa yazmış olan kasabanın delisi, Tuba ve ailesini otobüse bindirip yolcu ettikten sonra, peşlerinden motosikletiyle dağın yamacına kadar çıkıp giden otobüsü izlerken, ayrılığa sabretmedeki zorluğu gözler önüne seriliyordu. 

Sanatçılar bir toplumun düşünen beyni, gören gözü, işiten kulağıdır. Sanata ve sanatçıya verilen değer ölçüsünde toplumlar içsel gelişmelerini hızlandırabilirler. Bu film bana bunları çağrıştırdı. 

 

 
Toplam blog
: 82
: 1046
Kayıt tarihi
: 24.05.11
 
 

TED Ankara Koleji ve ODTÜ Kamu Yönetimi mezunuyum. Asıl mesleğim bankacılık. Çeşitli kuruluşlarda..