Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '09

 
Kategori
Deneme
 

Kasım ağıtı

Kasım ağıtı
 

Bana kattığın tüm değerler ve anılar adına; en büyük idolüme, en büyük kahramanıma, hayatımdaki en b


Başköşemdeki yerine otur önce, sonra köpüklü bir kahve /eğer içeceksen ilk sigaranı yakan ben olmalıyım/ Olsun sen yak yine bu ilk değil ama Ayrılık uzun gelmiyor insana, gidenler hala yaşıyorsa. * Nasıl da âşıktım sana farkında mıydın? Birlikte olduğumuz her gün seninle yeniden şekilleniyor, sana benzemek için sabırsızlanıyordum. Sakin, sabırlı yanınla okşadıkça beni söylediğin her kelimeyi işliyordum benliğime. Aramızda yalan olmayacaktı, ilk kuralımız buydu. /Karşındakini üzeceğini bilsen bile gerçekler yalandan daha az acıtır. Yalanın sonsuz doğum zincirinde tutsaklığın acı verecektir kendine, sen ki özgürlüğüne düşkünümsün…/ Yaşamın yılları ilerledikçe, seninle ya da sensiz, yalanın pençesine düşen insanların acizliğini gördükçe nasıl da tiksindim onlardan. Elleri ayakları dolandıkça birbirine daha çok yanlış yaptıklarını, kendilerini hapsettikleri kafes daraldıkça kaçma yollarını aramak için küçüldüklerini görmek bile çirkindi. Ben özgür dünyamda bir kez daha teşekkür ettim sana, her seferinde yeniden… İlk dansımız… Ne muhteşemdi hatırlıyor musun, belki benim için sadece… Ama o valsın ruhunu hep taşıdım. Omuzlarımı açıkta bırakan kırmızı tuvaletim, kırmızı yüksek topuklu ayakkabılarım ve senin bana çok yakıştırdığın ense topuzumla kollarının arasında titrememe rağmen içimden adımlarımı sayıyordum. Güven veren bakışlarınla harikasın diyordun adeta. Katıldığım ilk büyük partiydi, daha önemlisi en özeliydi. O gün, yanında gururla taşıyacağın, daima sana yakışacak biri olmaya karar verdim. Tüm donanımımla, kendime kattıklarımla ve vazgeçmeyeceğim değerlerimle o valsın sonunda önümde eğilip öptüğün elim kadar beyaz, o reverans kadar saygın, o geceki kırmızı şifon tuvaletin müziğin ritminde dans edişi kadar özgür olacaktım. Geçenlerde yeni bir film izledim. Daha ilk sahnelerinde senin bana yıllar önce söylediğini faklı cümleler ile tekrarlıyordu. /Kitaplar değişir… Bir kitabı okursunuz ve kendinize kattıklarınızla yapılanırsınız. Yıllar sonra tekrar okuduğunuzda kitap aynı değildir. Çünkü siz değişmişsinizdir./ Mabedin gibi kapandığın kütüphanende aynı anda birkaç kitabı birden okuduğunu görüp şaşırdığımda bu bir değişim, bir varoluş, biri diğerini değiştiriyor derdin. Hatta aynı kitabı birkaç kere okuyup belki de kendini sınıyordun. Aslında yaşam da öyle değil midir, yaşadıklarımızla yaşamımıza kattığımız bir varoluş süreci… Yaşadığım her olayın izini taşımamı, ancak böylelikle yenileneceğimi söylerdin. Yaşamı sentezlemem bana bıraktığın en büyük mirastı, biliyordun ve bunu çok okuyarak yapmam gerektiğini, kitapların kendine has kokularının içeriği ile ilgili olduğu kadar yaşadıklarımızla da ilintili olacağını anlatırdın. O zamanlar ne kadar koklasam da kâh kurşun, kâh tozlu kâğıdın kokusundan başka bir şey bulamıyordum. Kokusunu duyduğum ilk kitap “mâi ve siyah” olacaktı ne tuhaf değil mi? Ve daha sonrakilerle çok değiştim, senin öğretinle değiştim. Sebepsiz sevmenin ne denli yüce bir duygu olduğunu hatırladığım ilk hediyen ile öğrettin bana. Onun duyguları yoktu, beni sevemezdi ama ben onu çok severek ona can verebilirdim. Onun beni sevemiyor olması ona olan sevgimi nasıl azaltacaktı ki. Hatta onu o kadar sevebilirdim ki hayatımdan bir şekilde çıksa bile kaybetmenin acısıyla günlerce ağlayabilir, yıllar geçse de asla unutamazdım. Hala unutamadığım hediyen çalındığında çok ağladım. Sevmenin sahiplenme olmadığını anlatırdın sohbet anlarımızda. Her sahiplenmenin sevginin bağlarını çürüttüğünü, bunun sevginin anahtarı olduğunu ve onu en gizli yerimde taşımam gerektiğini söylediğinde beni bıraktığın gün kadar gerçekliğinde değildi. O günden sonra neyi ve kimi seversem tamamıyla benim olmadığını düşünüp daha çok sevdim, kaybetmemek uğruna sevgimi ertelemeden çoğalttım. Aşk… Hatırlıyor musun aşkı anlat bana, nasıl anlayacağım aşık olduğumu dediğim günü. Gözlerime bakıp gülümsemiştin ve sonra ellerimi avuçlarının arasında sıkı sıkı tutup ah prensesim çok acele etme, uzun bir yaşam olacak önünde ve mutlaka aşk seni bulacak demiştin. /Onun için en büyük çılgınlığı yapmışsan ve pişmanlık duymuyorsan bu aşktır…/ Klişe sözlerden uzak, kalabalığı ayıklanmış bir tanımlamaydı. O zaman için çılgınlığın ne olabileceği hakkında çok fazla seçeneğim olmasa da dediğin gibi yaşam boyunca bunu öğreniyordum. Ben o en büyük çılgınlığı yaptım… Cumartesi sofralarımızdı en sevdiğim, senin de. Özene bezene hazırlanmış yemekler, mezeler belki bir iki kadeh içki ve doyumsuz sohbetler. Sadece müzik olurdu bize eşlik eden. Cumartesileri bize ayırırdık, sadece bize, baş başa olmanın tadını çıkarmak, birlikteliğimizi kutsamak gibi. Davete hazırlanır gibi özenle giyindiğimiz bizim şölenimizdi ve çok özeldi. Bir keresinde ilk kez bir arkadaşının bize katılacağını söylediğinde şaşırmıştım. Kendisinin İstanbul’dan ziyarete geldiğini ve başka zamanı olmadığı için kıramadığını belirtmiştin. İlk kez görüyordum onu, adı daha önce geçmiş olsa da. Senin gibi çok özel biri olduğunu gece boyunca süren sohbetimizde anlamıştım. En büyük tutkusu olan yatçılığı ve denizleri anlattı bize. Onun anlattığı denizler o kadar farklıydı ki bildiğimden. /Kıyıda değil açıklarda başlar deniz, özgürlüğünü, sonsuzluğunu orada hissedebilirsin ancak/ Deniz mücadeledir, deniz yaşamdır, deniz özgürlüktür ve deniz bağımlılıktır. Özgürlükse nasıl bağımlılık olacaktı ki her bağımlılık özgürlüğü yok etmez miydi? Ruhunu özgür bırakıp saçlarını rüzgâra vermenin bağımlılık olacağını sonradan anladım, çok sonra… /Zamanın geriye dönüşü yok, ertelediğimiz her davranış, her görev, her söz zamandaki yerini kaybetmiş olacaktır./ Sorumluluk duygusunu aşılamak için söylediğin bu sözün aslında yaşamı nasıl da kucaklayan bir manifestoydu. Yaşamın her anına sığacak, onu şekillendirecek, o zamanlarda benim için oldukça dogmatik olan bu öğretinin gerçekliğini ancak hayatımı erteledikçe öğrendim. Öylesine can acıtıcıydı ki her birinden aldığım derslerle geride bıraktığım atlama taşlarını yok ediyordum. Artık ertelenmiş anlara yer yok yaşamımda. Ve her akşam evimize geldiğinde boynuna sarılıp “hoş geldin, seni çok özledim” dediğimde gülümseyerek “neden” soruna “çünkü seni çok seviyorum” diye cevap vermişim iyi ki. Şimdi özlemin doyumu olmuyor ama hala seni çok sevdiğimi söylüyorum, biliyorum ki duyacaksın, hissedeceksin ve gülümseyerek bakacaksın gözlerime “seni çok seviyorum güzel prensesim” diyerek. Bana kattığın tüm değerler ve anılar adına; en büyük idolüme, en büyük kahramanıma, hayatımdaki en büyük adama, babama saygımla… SENİ ÇOK SEVİYORUM BABACIĞIM… RENGİN ALACAATLI
 
Toplam blog
: 5
: 506
Kayıt tarihi
: 01.09.09
 
 

13 Ağustos'da Ankara'da doğdum. ODTÜ gıda mühendisliğinden derece ile mezun oldum. 13 yıl özel sek..